" Her yer en az bir defa görülmeyi hak ediyor "

Pazartesi

KEŞKE

 Yıl 1960, Van Erciş Mağara Köyü;

Hastalık ateşi o kadar baygın düşürmüş ki kaç gün geçmiş bilmiyorum, ama sürekli uyuyorum. Günler sonra arada bir gözümü açmaya başladım ve başımdaki köylüler “iyisin hoca, iyisin merak etme” diyorlar. Neden böyle diyorlar ki diye düşünmeye kalmadan tekrar uykuya dalıyorum. Aradan saatler, belki de günler geçiyor, ter su içerisinde yarı baygın yarı uyanık gözlerimi açıyorum. Başımda yine başka köylüler. Zor konuştukları yarı Türkçeleri ile “hoca merak etme iyisin, iyisin biz yanındayız“ dediklerini duyar gibi oluyorum. 20 gün sonra artık tamamen uyanıp, kendime geldiğimde öğreniyorum ki ciddi bir sıtma geçirmişim, ölümün eşiğinden geri dönmüşüm. Hatırladıklarım sadece ateşin ara verdiği anlardaki yarı hayal konuşmalar...
Yıl 1982, İstanbul, bilinmeyen bir yerde;
12 Eylül darbesi olmuş. Her yerde, örgüt yöneticisi listesinde olan eşim aranıyor. Bütün tanıdıklarımızın, akrabalarımızın evlerine baskınlar düzenleniyor. İşkencenin hatti hesabı yok. Yakalanma riskine karşı İstanbul'da bilmediğim semtlerde, bilmediğim adreslerde sürekli yer değiştirtiliyoruz. Ben küçük çocuğumla yalnız kalıyorum. Eşim haftada bir uğrayıp, kısa süre sonra gidiyor. Kapımıza kim olduklarını tahmin ettiğim ama görüşmemizin kesinlikle yasak olduğu birileri haftalık erzaklar bırakıyorlar.
Böylesi günlerden birisinde eve polis baskını oldu. Evi altına üstüne çevirdiler, didik didik arıyorlar. Benimse aklım dışarıdan gelecek olanda. O gelecek olan eşim ve bu saatler onun yanımıza gelme zamanı. İçeride polisler arama yaparken balkona çıktım bekliyorum. Aslında belli etmeden sokağı gözlüyorum. Az sonra eşim sokağın başında belirdi, eve geliyor. Gelirse ve yakalanırsa hayatımızın bittiği gün bugün olacak. O an balkonda bulunan terliğe gözüm ilişti. Usulca aldım ve içerideki polislere çaktırmadan terliği aşağıya bıraktım. Terlik aşağıya düşerken elektrik, telefon tellerine takıldı. Sallandı, sallandı ve sonra usulca yola düştü. Terlik yola, eşimin önüne düşünce, eşim başını kaldırdı ve yukarıya baktı. Göz teması kurduk ve işaretle gelme dedim. Döndü ve gitti. Hayatımızın bir terliğe bağlı olduğunu hiç unutmadım. Sonrası Hollanda'ya da kaçarak gidilmiş politik göçmen yılları ve hikayeler, hikayeler..
İlk hikaye sevgili babamdan.. İkincisi ben 30 yaşıma geldiğimde ancak görüşebildiğimiz, görüştüğümüzde birbirimize sarılıp dakikalarca ağladığımız sevgili Olcay teyzemden..
Bunları neden mi yazdım. Şu hayatta kendime en çok kızacağım, kendimi affetmeyeceğim, aklımda kalacak iki isteğim vardı. Güya yazıp çiziyorum. Bu iki hayatın inanılmaz hayat öykülerini, yaşadıklarını, anlattıklarını, kitap olması şart değil ama, kayıt altına almam lazımdı. Şimdilerde ikisinin de sağlık durumları maalesef çok uygun değil.
Ve benim için kocaman bir keşke olarak duruyor!

Pazar

GEÇMİŞTEN NOTLAR

 

İkisine de Allah sağlıklı uzun ömürler versin. Sevgili babam Hasan Erata ile onun dostlukları 60 yıldan fazlaya, Trabzon Öğretmen Okulunda yatılı öğrenci arkadaşlığına dayanan, bizlerinde çok sevip, saydığımız Sevgili Cengiz Cengiz Köseoğlu nun, bir yayla hikayesi geçti elime..
Cengiz hocam 10 parmağında 10 marifet olan esprili, hazır cevap, çok zeki, tipik bir Laz emekli öğretmen büyüğümüz. 40 yıldan eski tarihli olan bizim köye, oradan yaylaya gidişine ait gözlemlerini Fındıklı'daki evine dönünce, kendine has üslubu ve çok yetenekli olduğu karikatürleri ile yazarak babama mektup olarak göndermiş.
Daha önce motosiklet ile Trabzon'dan başlayıp tüm doğu Anadolu'yu gezerek İskenderun'a kadar olan gezilerini yazdığı notları paylaşmıştım. Çok daha fazla notlarını anımsıyorum ama şimdilik kayıplar. Kıymetini bilememişiz, umarım onlar da bir yerlerden çıkarlar..























*************************************************


Yıl 1971

 Babam ile sevgili arkadaşı Cengiz hoca, motosiklet ile Trabzon'dan İskenderun'a kadar doğu illeri gezisi yapmışlar. O zamanlar sosyal medya yok. Zaten cep telefonu, bilgisayar yok. Sevgili cengiz hocam o gezilerini "gezi notları" olarak düzenlemiş. Kim bilir bendeki bu gezi ve yazma hevesi de onlardan geliyordur. Notların kaybolup gitmesi tehlikesine karşı, onları bu dijital ortama taşımaya çalıştım. Meraklılarına ilginç geleceğini düşünerek.
















































************************************

Kurban bayramının da olduğu yaz aylarından birisidir. O bayram günlerinde babamın kadim dostu, öğretmen okulundan arkadaşı Cengiz hoca ziyaretine gelmiş. Kadırga yaylasında karınları acıkır ve ne yiyelim planları yapmaya başlarlar. O sıralar Cengiz hoca etrafı gezmektedir. Babam diğer arkadaşları ile “et yemekten bıktık, bu gün salata yiyelim” diye karar verirler.

Gittikleri lokantada kocaman bir kaba salata siparişi verirler ve onu yemeye başlarlar. O sırada lokanta da ızgara üzerinde et pişmektedir ve kokusu etrafı sarmıştır. Cengiz hoca sadece salata yiyeceklerini bilmediğinden, pişen etin de onlara geleceğini sanmaktadır. Dolayısı ile karnını salata ile doyurmamak için işi yavaştan alır. Bir süre sonra salata biter ama oda ne, pişen eti birisi gelir paket yaptırıp alıp götürür…

Bizim Cengiz hocada derin bir şaşkınlık ve hayal kırıklığı.. Gözünün önündeki ızgarada et kokusu arasında aç kalmıştır. Ve aradan 40 yılı aşkın zaman geçmiş olmasına rağmen babama hala sitem eder. Yahu ben misafirim, siz et yemekten bıkmış olabilirsiniz de bana ne, bana sordunuz mu diye…Misafir umduğunu değil bulduğunu yer derler ama, bu kadar da olmaz ki der.. O kadar zoruna gitmiş anlaşılan :)