" Her yer en az bir defa görülmeyi hak ediyor "

KIRGIZİSTAN NOTLARI

 KIRGIZİSTAN

Bu bölgedeki kapı geçişlerinde inanılmaz bir keşmekeş var. Bavulunu eline alan komşu ülkeye geçmeye çalışıyor. Günübirlik çalışmaya gidip gelenlerin de olduğu söylendi ama zaten günün yarısı gümrük kapısında beklemekle geçiyor. İnsanlar ama özellikle Tırcılar bu kapılarda gerçekten perişan oluyorlar.

Önce Özbekistan'dan çıkış işlemleri için gümrük alanına girdik. Pasaport polisi bir şeyler diyor, anlamak mümkün değil. Sonunda telefonumu istedi. Hayırdır inşallah derken bilgisayarının ekran görüntüsünü çekip gösterdi. Meğerse Özbekistan'da trafik cezaları yemişiz, onları ödemeden çıkamazsınız diyormuş. İki tana 300 Som ceza yemişim. Çok anlamadım ama sanırım hız sınırını aşmışım.

Yan binada banka şubesi var, ödeyip gelin dedi. Biz Özbek paralarını bitirmişiz, kart geçmiyor ama dolar her yerde geçtiği için dolar vererek ödedik. Adam ısrarla 3 günden fazla kalmamanız gerekirdi, çok kalmışsınız diyor. Biz tırcı değil turistiz, Bize öyle sınır yok diye anlatana kadar göbeğimiz çatladı. Sıra araç kontrolüne geldi.  Karavanı kontrol eden şişko polisin iki sorusundan birisi narkotik var mı?, silah var mı?. Sanırsam sinir testi de yapıyorlar. Yok diyorsun, Aooo gibi bir şekilde ses çıkararak tamam diyor ama ikinci sorusu yine narkotik var mı oluyor. Bir kapıda kağıt doldurup kaşeliyorlar, öteki kapıda o kâğıdı geri alıyorlar. Bilgisayar sistemi hak getire. Zaten sistem sistemsizlik üzerine kurulmuş, 

Kırgızistan tarafına geçtik. Tabi bu arada saatler süren bekleme oluyor. Oradaki görevliler gerçekten yardımcı olmaya çalıştılar. Karavanın içini yalandan bir aramış gibi yaptılar. Hatta çok uzun pasaport kuyruğunun önüne bile aldılar. Rusya girişte bize kök söktüren kızın araç kayıt işini burada görevli kendisi yaparak kâğıdı verdi. Tamam gidebilirsiniz dedi. Tam karavana binerken başka bir polis gelip aracın avondokart belgesi gibi bir şey istedi. Elimdeki kağıtları gösterdim, ısrarla avandokart belgesi diyor. Beni takip edin dedi, bir büroya gittik. Orada yeşil bir kağıt gösterdi, bundan diyor. Yoksa giremezsiniz diyor.  Sanırsam yük taşıyan araçlardan istenen bir belge. Adam ısrarcı çıktı. Onun sesi yükseldikçe benim de yükseldi. Bu yük aracı değil diyoruz ama zaten dillerimizden anlaşamıyoruz. Sonunda ruhsattaki M1 yazısını gösterdim. Ondan mı bilmem ama belgeleri verip ne haliniz varsa görün gibi bir hareket yaptı. Biz belgelerimizi alıp kapıdan çıktık. Halimizi göreceğiz bakalım..

Kırgızistan, Orta Asya'nın büyüleyici doğal güzellikleri, kültürel zenginlikleri ve tarihin derin izlerini taşıyan şehirleri ile keşfedilmeyi bekleyen bir ülke. Artık Kırgızistan'da karavan yolculuğumuzun notlarını yazmaya başlayabiliriz. 

Kırgızistan'daki ilk şehrimiz Oş'dayız. Şehir tiyatrosunun önündeki geniş parka karavanı park ettik. Bütün gün yağmur yağdığı için fazla gezemedik ama yine de gezdik. Önce Oş müzesini gezdik. Buradaki eski kilimlerin bizim herhangi bir Anadolu şehrindekilerden hiçbir farkı yok. Sonra buranın meşhur beşparmak yemeğini ve pilavını yedik. İlk defa at eti ile tanıştık. Nasıldı derseniz, birisi bu at eti demese anlamak mümkün değil. Biraz sert bir kırmızı et işte. Pilavını üzerindekiler o at etleri. 

Oş'da asıl tarihi, turistik yer Süleyman dağı. Burası Kırgızistan'ın unesco tarafından kabul edilen tek dünya mirası olan yeri. Müslümanlar tarafından kutsal kabul edilen bir dağ. Hazreti Süleyman'ın, Oş kentini ziyaret ettiği ve buradaki yüksek bir tepeye çıkarak dua ettiği rivayet edildiğinden buraya Süleyman Dağı adı verilmiş. Hatta Hazreti Muhammed'in de dağı ziyaret edip dua ettiğine inanıldığı için Süleyman Dağı, Müslümanlar tarafından kutsal sayılıyor. Her kutsal sayılan yer gibi burası da çeşitli inanışlardan nasibini almış. Çocuğu olmayan kadınlar gelip burada taşların üzerinde karınları üzerine kayıyorlarmış gibi..

Buradaki mağara Müze ilginç eserler barındırıyor. Fotoğraf çekmek yasak dense de görevliler ile fotoğraflar çektirdik. 2. gün Süleyman dağı önündeki Süleyman caminin otoparkında geçirdik.

Kırgızistan'da internetimiz bol. 40 gb internet 500 Kırgız somu gibi. Buna 5 gb sosyal medya, sınırsız ülke içi konuşma gibi ekstralar dahil. Özbekistan'da e-sim için ayrıca 20 Özbek somu  istemişlerdi, burada e-sim için ekstra bir ücret de yok.

Oş şehri çoğunlukla tek katlı evlerden oluşuyor, çok az apartman var. Kadınlar genellikle modern giyimli, tek tük peçeli kadınlar gördük. Genç kızlar çok güzel ve güler yüzlüler. Zaten Kırgızlar çekik göz yapıları nedeniyle hep güler yüzlü görünüyorlar. Şehrin büyük bir pazarı var ancak genellikle kalitesiz, ucuz ürünler satılıyor

Oş şehrinde Orta Asya'nın en büyüklerinden sayılan Lenin heykelini gördük. Sonrasına işimiz trafik sigortası yaptırmaktı ama kime sorduysak burada sigorta sistemi yok, kaza yapan parasını öder dediler. İnşallah doğru bilgidir. 

İki günlük Oş gezisinden sonra Uzgen yoluna devam ediyoruz. Yollarda at sırtında hayvan otlatan çobanlar sık sık yolumuzu kesiyorlar ama görüntü güzel. Artı tam anlamı ile Orta Asyadayız duygusunu yaşıyoruz.  Uzgen şehri Oş’a 55 km uzaklıkta Fergana vadisinin sonunda Kırgızistan’ın en eski kentlerinden birisi. Nüfusun % 90’ı Özbek, % 10 kadarı Kırgızmış. Tarihte Karahanlıların çıktığı devlet olduğu için Türk tarihinde büyük öneme sahip bir şehir. Karahanlıların başkenti Uzgenç’miş ve Orta Asya'ya buradan yayılmışlar.


Aslında niyetimiz burada gecelemekti ama herhalde şimdiye kadar gördüğümüz en karmaşık yerdi. İnsan ve korna sesinden illallah ettik. 2-3 saat takılıp Celalabat'a devam ettik. 

Yol boyu yeşil dağlar çok güzeldi. Evinin önündeki musluktan su almak için durduğumuz evin sahibi kadın bize vişne suyu ve domates turşusu hediye etti. Çok sıcakkanlı insanlar. İnsanı mahcup ediyorlar.  Kırgızistan ile Türkiye'nin saat farkı 3 saat.

Celalabad’a ulaştığımızda bizi yine yağmurlu bir şehir karşıladı. Karavanı Toktagul parkının girişi ile Tiyatro binasının kesiştiği yere park ettik. Buğulu karavan camından insanları izledik.  Abad'ın kelime anlamı yaşamak için güzel yer demekmiş. Celal Abad gerçekten de güzel, verimli ovası ve bol suyu var. Üstelik Cevizi dünyaca ünlüymüş. Öyle ki burası Cevizi, pirinci, meyveleri, doğası ve kaplıcaları nedeniyle 2025 yılı Türk Dünyası Turizm Başkenti seçilmiş bir şehir.

Gördüğümüz kadarı ile halkın ekonomik durumu pek parlak değil. Sokaklar kirli, dükkanlar çok temiz görünmüyor ama insanlarının sıcaklığı insanın içini ısıtıyor.

Celal Abad'ta gece boyu yağan yağmurdan sonra yine yağmurlu bir güne başladık. Madem o kadar ünlü kaplıcaları var hadi gidelim dedik. Niyetimiz kaplıcaya da girip, şöyle bir yol yorgunluğumuzu da atmaktı. Ama kaplıca suyu maalesef soğuk suymuş. Aslında burası Sovyetler zamanından beri en ünlü tedavi kaplıcalarından mış ama yağmurlu havada soğuk kaplıca suyu hiç cazip gelmedi. İçilince şifa verdiği söylenen suyundan içelim dedik ama çok ağır kokusu nedeniyle suyunu da  içemedik..Celalabad kaplıcaları bizim için biraz hüsran oldu madem, Ceviz bahçeleri ile ünlü Arslanbab köyüne gidelim dedik.

Ana yoldan 50 km dağa doğru 1.5 saatte çıktık. Artık karşımızda karlı dağlar, tam anlamıyla yeşilliğin ortasında dolaşa dolaşa Arslanbab köyüne geldik. Köy merkezinde büyük kalabalık vardı. Meğerse bugün buranın  pazarı kuruluyormuş. Karavanı park edip yürümeye başladık ama istisnasız herkes bize uzaydan gelmişiz gibi bakıyordu.  Nasıl turistik yerse herhalde hiç yabancı insan gelmiyor. Aslında niyetimiz bu gece burada konaklamaktı ama baktık olacak gibi değil. Doğası güzel ama ortam cazip değil. 

Buranın cevizi kadar şelaleleri de ünlüymüş.Karavan ile gidebildiğimiz kadar  daha yukarılara gittik ama yollar çok kötü olunca fazla zorlamadık. Köylüler ile biraz sohbet ettik.Çok az da olsa bazıları ile Türkçe anlaşmak mümkün olabiliyor. Bu köy Ahmet Yesevi’nin eğitiminde önemli yeri olan amcası Aslanbab’ın köyü. Burada türbesi de varmış ama karavan ile gidemeyince orayı da ziyaret edemedik.

Bir dünya yorgunluk ile geri döndük ve daha güvenli gördüğümüz Koçkor-Ata denilen bir yerde konaklıyoruz. Konaklama yerine gelince karavandan indim. Yorgunluktan esneme hareketleri yaptığımı gören vatandaş gelip kolumdan tutup banka oturttu.  Bana 15 dk kadar boyun masajı yaptı. Bu da günün güzel finali oldu.


Sabah erkenden Koçkor-Ata'dan yola çıktık. Uzun bir süre Kırgızistan - Özbekistan sınırında tel örgülerin altındaki gelincik tarlalarını izleyerek yol aldık. İnsan ister istemez düşünüyor.. Siyasiler tel örgüler örse de doğayı, doğalı  engellemek mümkün değil.

Dağların arasından kıvrıla kıvrıla Taş-Kömür şehrinin eski köprüsünün karşısında mola verdik. Köprü bizim Boğaziçi köprüsünün minyatürü gibi. Karavanı yol kenarına bırakıp, yürüyerek köprüden geçtik ve Taş Kömür şehrini dolaştık. Şehrin yakınlarında büyük Taş kömürü havzası olduğu için adı böyle imiş. Burada yaşayanlar daha çok o madende çalışanlarmış ama şimdilerde buranın terk edilmiş bir havası vardı. Çok az sayıda insan gördük. Evlerin çoğu çok eski, viraneye dönmüş haldeydi. Buralarda baraja 'su ambarı' dendiğini öğrendik.Baraj gölünün turkuaz renkli manzarası çok güzeldi. Göl kenarında balık tutmaya çalışanlar vardı.

Yol boyunca bir kaç yerde farklı barajlar ve hidroelektrik santralleri gördük. Bu santrallerde üretilen elektrik tüm ülkeye yetiyormuş ve hatta sattıklarını öğrendik. Toktogul gölü yanında mola verdik, akşama Toktogul şehrinde olacağız. 

Toktogul gölünün çok güzel bir göl olduğunu duymuştuk ama gördüğümüz manzara bizi hayal kırıklığına uğrattı. Gölün suyu zaten çok çekilmiş, yanına inmek çok zordu ama zaten çok kirli görünüyordu. Göl kenarında aralıklı bir kaç tane lokanta benzeri yerler var. Bunlardan birisinde balık yesek mi dedik, bildiğin çiftlik alabalık, yada  somon herhalde, kilosuna 1300 som dediler.  Burada fiyatlar biraz turist hesabı görünüyor. Zaten tatlı su balığının lezzetsiz olur deyip, pas geçtik.

Aslında göl güzel olsaydı göl kenarında bir yerde konaklama niyetimiz vardı ama olmadı. Hatta o restoranlardan birisinin sahibi kadına burada gece kalabilir miyiz diye sordum, düşünemedim dedi. Düşünmesi o kadar zor değil diyerek güldüm ama sonradan burada düşünemedim demenin bilemem demek olduğunu öğrendik. Gecelemek için Toktogul şehrine kadar gittik. Toktogul'da bir lokanta gibi yerin önündeki parkta konakladık. Konakladığımız yerdeki küçük lokanta sahibi ile tanıştık, lise öğrencisi oğulları Türkçe ders alıyormuş. Kendileri oruçlu olmalarına rağmen bize çay yanında çiğ börekler, ızgara balık gibi şeyler ikram ettiler. Sanki evlerine misafir gelmişiz gibi davrandılar.  

Toktogul küçük bir şehir.Gezip, görme açısından hiç cazip değil ama Türk dünyası açısından önemli bir şehir. Buranın adı Türk Dünyasının deyiş ve atışma sanatının en önemli temsilcilerinden birisi olarak kabul edilen Toktogul Satılganov’ı onore etmek için Toktogul olarak verilmiş.Toktogul, 12 yaşından itibaren komuz çalarak türkü söylemeye başladı.  Yirmili yaşlarındayken, kendinden yaşça çok büyük bir ozanla atışır, onu yener ve halk arasında büyük ilgi görür. Toktogul Satılganov, Rusların bölgede sosyal, ekonomik, dini ve kültürel anlamda baskılarına karşı çıkar. Bu coğrafyadaki her muhalif aydın gibi o da Sibirya’ya sürülür. Kırgızların milli parası olan 100 som banknotunda Toktogul’un resmi bulunmaktadır.

Toktogul'dan yola çıkarken niyetimiz bir gece Susamry vadisinde konaklamaktı. Bugün tam bir vahşi doğada yolculuk yaptık. Önce karlı dağların oluşturduğu vadilerde buz gibi sulara baktık. Sonrasında asıl yolculuk başladı. Çık çık bitmeyen dağların zirvesi 3200 m. Sonra 1500m rakımlı bir vadiye indik. İndiğimiz vadi  Susamry vadisiydi ancak konaklamayı düşündüğümüz yerde hiç insan yoktu. Hava buz gibi soğuk, her yer kar olunca mecburen yola devam ettik. Susamry vadisi yayla ve göçebe hayatını merak edenlerin görmesi gereken bir yer. Kış sezonu hariç kullanılan oteller ve otağlar var. Buraya Kırgızistan'ın Alpleri deniyormuş.

Susamry vadisine inince rahatladığımızı düşündük ama asıl sürpriz sonrasındaymış. Sonrası çok fena oldu. Yarım saatte yine 3300 m rakıma çıkıp, iki saatte normal seviyeye indik. İnerken iki yerde mola vererek frenlerin soğumasını bekledik. Kırgızistan doğası gerçekten vahşi güzellikte ama bir o kadar da yorucu. 

O kadar dağlar inip çıkınca yorgunluktan gördüğümüz ilk güzel yerde durduk. Burası Kara Balta denil bir köy gibi şehirin çıkışı ve koyunların dibinde uzun bir mola verdik. Akşam olunca da Yakındaki Manas kasabasına geçip, orada geceledik. Artık Başkent Bişkek’e gitme zamanı..




BİŞKEK - KIRGIZİSTAN

"İnsan her şeyi anlatamaz, zaten kelimeler de her şeyi anlatmaya yetmez." demiş Kırgız yazar Cengiz Aytmatov.  O yüzden buraları anlatmakta kelimelerimiz yetersiz kalıyor ise 

kusura bakmayınız. Bugün onun memleketindeyiz ve onun güzel heykelini de ziyaret ettik. Kendisi hepinizin filmini izlediği "Selvi Boylum  Al Yazmalım" romanının da yazarı olur.

Bişkek'e yoğun bir trafik ile girdik. Yollar dar ve araç sayısı fazla olmasının keşmekeşi hakimdi. Taşkent'in zenginliğinden sonra burasının fakir olduğu çok belli oluyor. Binalar genellikle çok eski ve sanırım çoğu Sovyet zamanından kalma. Çok sayıda Türk restoranı ve mağazası var. Biz yine de Kırgız restoranına gittik)).. Meydanlar çok temiz ama ara sokaklar için aynı şeyi söyleyemem. Bir başkent havasından çok gelişmeye çalışan bir eski kent havası var.  Herkes Rusça biliyor, ama Rus olanlar hariç yani Kırgız ve Özbek asıllı olanlar ile bir şekilde Türkçe anlaşılabiliyor.


1878 yılında kurulan şehrin adı Bişkek imiş. daha sonra Lenin, arkadaşının adı olan Firuze adını şehrin adı olarak değiştirmiş. 1990 larda şehrin adı yeniden Bişkek olarak değiştirilmiş. Karavanı şehrin en büyük meydanı Ala Tao meydanında, 42.8773, 74.6022 konumuna park ettik. Öyle olunca da her yeri çoğunlukla yürüyerek gezdik. Şansımıza hava çok soğuk ve yağmurlu, gece kar yağacak görünüyordu ama yağmadı. Rotamızda ki Issık gölü çok daha yüksekte olduğu için daha soğuk görünüyor. O yüzden havalar biraz düzelene kadar Bişkek'te kalmaya karar verdik.







Bişkek'te Sovyet zamanından kalma devasa heykellerin çokluğu dikkatimizi çekti. Ala Too Meydanı'nda Kırgızların efsane kahramanı Manas'ın büyük bir de heykeli var. Manas ile ilgili 130'dan fazla destan yazılmış. Bilgi olsun; Dünyanın en uzun destanlarından biri olarak kabul edilen “ Manas Destanı” yalnız Kırgız Türklerinin değil, Tüm Türk Dünyasının ulusal bilinç oluşumuna zemin hazırlaması bakımından ortak ögeler taşımaktadır.

Buradan iki küçük bilgi. Burada teşekkür ediyorum demek için rahmat ya da rahmet diyorlar. Bizdeki ölülere rahmet yada geçmişine rahmet demenin rahmeti gibi. Birisine teşekkür için rahmet deyip geçiyorsun. İnsana biraz tuhaf geliyor ama böyle.

Dün bir taksiye bindik, pazar yerine gideceğiz. Şoföre Türkçe biliyor musun diye sordum. Adam "Düşünmedim" dedi. Ben de biraz düşün bakalım, belki biliyorsundur dedim. Adam anlamadı ama bizimkiler epey güldü..

,

Hava muhalefeti nedeniyle Bişkek'te planladığımızdan bir gün fazla kalınca buranın meşhur denilen Oş pazarına gittik. Nesi meşhur anlamadım. Bu memleketlerde pazar bizdeki gibi belli günlerde değil her gün oluyor ve her pazar şaşırtıcı derece kalabalık. İnsanlar sürekli hareket halinde ve bir şeyler alma telaşında. Bu söylediğim sadece pazarlar için geçerli değil, her yerde böyle. Öyle parklarda, bahçelerde miskin miskin oturan insan görmek pek olası değil.

Havanın yağmurlu ve soğuk olması nedeniyle dört gün kaldığımız Bişkek’te son gün sıcak olsun diye dolaştığımız büyük bir AVM’de kendimizi Türkiye'deymişiz gibi hissettik. AVM konseptinin bizdekiler gibi olmasının yanında bizim AVM'lerde var olan bilindik marka mağazalarının çoğu burada da vardı.

Aslında iki gün gezmenin yeteceği Bişkek’te daha fazla zaman kaybetmemek için Issık Göl yoluna devam ediyoruz. Bir taraftan da Asya'da Türk izlerini sürüyoruz. Kırgızistan'ın başkenti Bişkek’in 71 kilometre doğusundaki Tokmok şehrine 12 kilometre uzaklıktaki Burana Kulesindeyiz. 

Burana Kulesi, Bilge Kül Kadir Han tarafından 840 yılında kurulan Karahanlı hanedanlığının ilk ilim ve kültür başkenti Balasagun'un kalıntılarından biri olarak bugüne kadar ulaşmış. Bu yönü ile Türk tarihi açısından çok önemli bir yer. İkinci ve asıl dikkat çekici önemi ise Müslüman olan Türklerin ilk defa bu kuleden ezan okuduğunun kabul edilmesi.


Kulenin tepesine dar bir merdivenden çıktık. Geniş yeşil ovayı gören güzel bir manzarası var. Baktım aşağısı görmeye gelen insan dolu, dedim madem Müslüman Türkler ilk defa buradan ezan okumuşlar, onların anısına ben de okuyayım. Çıplak ve davudi sesim ile okumaya çalıştığım ezanı herkese dinlettiğimi sanıyorum.

Kulenin yer aldığı tarihi Balasagun şehri (Türk edebiyatı için temel bir eser olan) Kutadgu Bilig'in yazarı Ulu Yusuf Has Hacib'in doğum yeri ve eğitim gördüğü yer. Bu açıdan da Türk tarihinde özel bir anlamı var. Müzede onun büstü var ve Kutadgu Bilig kitaplarının neredeyse yarısı Türk yazarlarca, Türkçe yazılmış.

Kulenin önündeki geniş alanda Türklerin ilk mezar taşları var. Mezar taşlarından kadın veya erkek olduğu anlaşılacak şekilde büst gibi yapılmış. Belkide taşlar ölen kişiye benzetilmeye çalışılmış diye düşündük. Bazı taşlarda geyik ve insan resimleri vardı.

Bu kültürel moladan sonra Issık Gölü kenarındaki Balıkçı kasabasına geldik. Yol boyunca aralarda çadır mola yerleri gördük. Balıkçı kasabasında Karavanı göl kenarında yeni yapılan bir restoran tarzı yerin yanında 42.4531, 76.1984 konumuna  park ettik. 


Burada Kırgızistan’ın dünyaca ünlü Issık Gölünü ilk defa görmüş olduk. Karavanı göl kenarında bırakarak kasabanın içerisine yürüdük. Kasaba çok küçük ve merkezinde pazar kuruluydu. Gördüğümüz manzaralar pek iç açıcı değildi. Bayat balık kokusu zaten insanın burnunun direğini kırıyor, her yer toz toprak içerisinde ve tüm yiyecekler ortalıkta satılıyor. Açıkta satılan etlerin üzerinde yüzlerce sinek uçuşuyor. En iyisi göl manzarası diyerek karavana döndük ve geceyi burada geçirdik.

Issık göl Asya'nın incisi olarak sayılıyor.. Mevsim itibariyle gölde yüzmek mümkün değil. Sıcaklık dün gece eksilerdeydi. Gündüz güneş olunca iyi ama güneş batınca anında buz gibi soğuk oluyor. Tipik bizim Karadeniz yaylaları havası gibi.

Karla kaplı dağlarla çevrelenmiş olmasına rağmen, gölün suları hiçbir zaman donmaz; bundan dolayı gölün adı "ısı veya sıcak, ılık göl" anlamına gelen Kırgız Türkçesinde "Isık Köl"dür. Kırgız Türkleri bu gölü  "Kırgızistan'ın bermeti (incisi)" diye adlandırmışlardır. Göl`ün uzunluğu batı-doğu yönünde 182 km, kuzey-güney genişliği 60 km`dir. Kıyılarının toplam uzunluğu 988 km olup 6.236 km2`lik bir alan kaplar. Gölün ortalama derinliği 278 m., en derin yeri 668 m.`dir.

Güney Amerika'daki Titikaka Gölü`nden sonra dünyanın ikinci en büyük dağ gölüdür. Yaklaşık 118 ırmak ve akıntı gölü besler. Soğuk ve sıcak kaynak suları ve kar suları da gölü besleyen diğer kaynaklardır. Gölün suyu biraz tuzludur, ve su düzeyi her yıl yaklaşık 5 cm düşmektedir. Dünyanın en büyük krater gölü, Issık Gölü`dür. Eski eserlerde Issık Gölü`n isimleri Türk Gölü, Idık (Iyık-mukaddes) Göl olarak geçer. Bir asır öncesinde gölün mukaddes olduğuna inanıldığı için göle pek girilmezmiş. Şimdilerde yaz sezonunda fiyatları Antalya ile kıyaslanan bir Turizm merkezi haline gelmiş.Sovyetler Birliği döneminde gölde nükleer denemelerin yapıldığı ve gölün ışıma yaptığı söylenmektedir. 

Issık gölünün asıl merkezi Cholpan Ata.. Öğleden sonra geldiğimiz Cholpan Ata’da şehri karşıdan gören güzel manzaralı bir yerde mola verdik. 42.6396, 77.0911  konumundaki bu yeri çok sevince geceyi de burada geçirdik. Kum sahilde yürüyüş yaptık. Hava ve su sıcak olsa idi tam bir göl tatili olacaktı ama Nisan ayında olduğumuzdan henüz çok serindi.



Cholpan Ata’nın da en güzel yeri Ruh Ordo Kültür Merkezi. Issık Gölün kuzey kıyısında yer alan Çolpon-Ata’nın hemen dışındaki Ruh Ordo Kültür Merkezi, 2002 yılında inşa edilmiş ve 2008 yılında yazar Cengiz Aytmatov’a (1928-2008) ithaf edildiği sırada yenilenmiş. Cengiz Aytmatov, Kırgız edebiyatının en önemli isimlerinden ve Türk dili konuşan entellektüellerden biriydi.

Kırgız efsaneleri ve tarihinin dokusunu taşıyan heykeller ve binalar, fütürist görünümlü kültürel merkezin bakımlı bahçelerinde sergilenmektedir. At sırtındaki genç savaşçıları tasvir eden freskler ve 25 cm yüksekliğindeki şapkaların etrafını saran muhteşem beyaz türban şeklindeki geleneksel başörtüsü takan kadınların resimleriyle kaplı duvarlar bulunmaktadır. Burası her açıdan gerçek sanat şaheseri açık hava müzesi. Yolu bu bölgeye düşenlerin mutlaka ziyaret etmesi gerekir.

Kızıl bayrağın üzerinde sarı bir güneş vardır. Güneşin 40 ışını, 40 Kırgız boyunu belgeler. Güneşin içindeki yolların kesişimi, geleneksel Kırgız çadırının üstten görünümünü belgeler. Kızıl renk ise barışı ve dürüstlüğü simgelemektedir.

Bu coğrafyada hemen her şehirde 2. Dünya savaşı anısına bir anıt var. Genellikle bu anıtların altında yada önünde sönmeyen, sürekli yanan bir ateş var. Yaşanan acıları unutmamak, unutturmamak için anlamlı eserler. 

Çolpon-Ata kent girişinin çok az yukarısında 42 hektar alanda kurulu Çolpon-Ata Petroglif Açık Hava Müzesi yer alıyor. Açık Hava Müzesinde üzerinde 30 santimetre ila 3 metre büyüklüğünde resimlerin yer aldığı yüzlerce kaya bulunuyor. Yeryüzünün en eski sanat eserleri olarak kabul edilen petroglifler kaya yüzeyine çizilmiş resimler anlamına geliyor. Alan o kadar büyükki üzerinde resimler olan taşları bulmak oldukça zor. Buradaki müze görevlisi bu resimleri 4-6. yy.da Türkler yapmış bilgisini verdi.

Issık gölü kenarında açık havada termal havuz olduğunu öğrenince orayı kaçırmak olmaz dedik. Aslında uğrar geçeriz diye düşünürken iki gün burada kaldık. Termal havuzlar kademeli. En sıcak olana ayağımı sokmam ile çıkartmam bir oldu. Fena sıcak ama yerli millet ılık sudaymış gibi giriyorlar. Sonra da coss diye soğuk havuza atlıyorlar. Biz diğer az sıcak ve ılık havuza giriyoruz.  Burası Keramet kaplıcası. En sıcak bölüm 82 dereceymiş, su resmen yerden kaynayarak çıkıyor.  Sonraki bölüm 42-45 derece  ve üçüncü bölüm ılık, 4. bölüm ise soğuk su. Aslında ilk çıkan sıcak su kendi havuzundan taşarak diğerlerine gidiyor ama hava soğuk ve açık hava olduğu için gittikçe soğuyor.


Havuzlara giriş gün boyu 250 som. Bizim paramıza göre oldukça ucuz.  İşin bir başka güzelliği işletmeciye çamaşır makinesi var mı diye sordum, evinde varmış. Çamaşırları da yıkıyoruz ve ücret ne kadar diye sorduğumda ücretsiz dedi. Üstelik kendi evinin yanındaki  muhteşem çimene karavanı çekip kalmamıza izin verdi.  Güne horoz sesi, kuş sesi ile filan uyanmak sıradan işler. Siz hiç at kişnemesi ile uyandınız mı?.. Biz bugün uyandık. Burası  karlı dağların Issık göl ile buluştuğu muhteşem bir coğrafya. bizim için yorucu yolculuklar sonrası gerçekten güzel bir dinlenme molası oldu.


Issık gölü kenarındaki kaplıca keyfinden sonra Kırgızistan'daki son gezeceğimiz şehir olan Karakol'a geldik. Önce  sizleri Dungan'lar ile tanıştırmaya çalışayım;

Dunganlar, Orta Asya'da yaşamını sürdüren İslam dinine mensup Çinlileri ifade etmektedir. 1877 yılında Çin'deki baskıdan kaçıp Kırgızistan'a sığınan Dunganlar, Kırgızistan topraklarında azınlık olarak yaşıyorlar. "Dungan" kelimesinin Çince karşılığı Hui olup "dönen" anlamına geldiği için Orta Asya’da Çin toprakları dışında yaşayan bütün Çin kökenli Müslümanlar "Dungan-Döngen" olarak isimlendirilmektedir.

İslam dini Çin’e VII. Yüzyılda Tang Hanedanlığı döneminde Arap tüccarlar aracılığıyla ulaşmış. Tarihî kaynaklarda Arap Yarımadası’ndan Asya’ya ticaret için giden birçok Arap tacirin Çin topraklarına yerleşip, camiler ve medreseler inşa ederek, yerli insanlarla evlilik yapıp İslam dininin Çin topraklarında yayılmasının ilk adımını attığı yazılıdır. Bölge Müslümanlarının arasındaki yaygın bilgiye göre Çin Toplumunun İslam’la ilk tanışması sahabeden Saad Bin Ebi Vakkas‘ın ülkelerini ziyaret etmesiyle gerçekleşmiş. Saad Bin Ebi Vakkas'ın mezarının Guangzhou kentinde olduğu iddia edilmektedir. Mezarının Gaziantep’in Araban ilçesinde olduğuna dair söylentiler de varmış.

İşte bugün Dungan'ların ünlü Camisini ziyaret ettik. Burası Kırgızistan'ın Karakol ili. Dunganlar Çin asıllı oldukları için Camiyide Cin mimarisine göre yapmışlar. Asıl önemli bir özelliği de hiç çivi kullanılmadan yapılmış olması. Caminin imamına Dungan ne demek diye sordum "Babası Arap Annesi Çin'li demek" dedi. Aslında resmi bilgilerin en kısa özetini yapmış oldu. 

Karakol kentinde çivisiz ahşap Cami yakınında birde ahşap Katedral var. Buranın da mimarisi ilginç. Holy Trinity Katedrali bir Ortodoks Kilisesi.  

Burada önce kiliseye gitmiştik. Ortada  uzun bir masa, üzerinde çeşit çeşit ekmekler, yumurtalar, meyve suları, çeşitli yiyecekler vardı. İsteyen istediğinden, istediği kadar alabiliyordu. Camide ise sadece bir kutu, isteyen içine istediği kadar para atabiliyordu!..

Konakladığımız caddenin adının "Gebze Caddesi " olduğunu farkettim. Öğrendiğime göre bizim Gebze'de de "Issık göl Caddesi " varmış.  

Karagöl şehrini toprağı kara olduğu için bu adı almış, yoksa bizim bildiğimiz Karakol ile ilgisi yok 75 bin nüfuslu şehir yaz aylarında çok fazla turist çekiyormuş.

Şehrin en merkezi yerinin burası olduğunu söylemeliyim.

Karakol'da kaldığımızın ikinci günü Kırgızistan'ın en güzel manzaralarından sayılan, Karakol ili yakınındaki Jeti Oguz bölgesine gittik. Manzaralar gerçekten enfesti. Karavanla gidebildiğimiz kadar gittik, sonrası biraz da yürüyerek gittik. Ancak gelen kara bulutlar, bir an önce geri dönün dedi. iyiki de dönmüşüz, çok fena bir dolu yağdı. 


Jeti Oguz, kendinizi biraz zorlayınca  yatan boğalara biraz benzeyen yedi kırmızı kayadan oluşuyormuş. Ben çok zorladım ama benzetemedim, benzetenler parmak kaldırsın ))

Kaya oluşumunun nasıl ortaya çıktığına dair bir efsane varmış . Bir Kırgız han, başka bir han'ın karısını çalmış . Bu han daha sonra nasıl intikam alabileceği konusunda Bilge bir adamdan tavsiye almaya gitmiş . Bilge adam Han'a, karısını öldürmesi ve cesedini rakibine vermesi gerektiğini söyleyerek "Yaşayan bir karısı değil, ölü bir karısı olmasına izin ver" demiş. Han planlarını yapmış ve bir cenaze şöleninde çalıntı karısının yanına oturmayı ayarlamış. Yedi boğanın sonuncusu bir ritüel için katledilirken, han bıçağını çıkarmış ve karısını bıçaklamış. Boğaları vadiden aşağı yuvarlanırken fışkıran kanları ile  bu kırmızı kayalar oluşmuş . (Kırgızca Jeti Oguz, yedi boğa demektir. )

Jeti Oguz'da kırık bir kalbi andıran başka bir kaya oluşumu var. Efsaneye göre bu, iki talip onun için kavga ederek birbirini öldürdükten sonra kırık bir kalpten ölen güzel bir kadının kalbi.

O kayayı bulmak da size kalıyor. Yada en iyisi bırakın inanmayacağınız efsaneleri, doğanın güzelliğine bakın.

Kırgızistan'dan ayrılmadan önce Özbekistan- Kırgızistan yemek kültürü hakkında izlenimlerimden biraz notlar yazmaya çalışayım.. Sonuçta 5 haftadır buralardayız, biraz bilgi sahibi olduk artık.

Özbekistan ve Kırgızistan ayırmadım çünkü yeme içme açısından çok önemli farkları yok. Asıl fark yemeklerin yazılışında. Özbekistan büyük çoğunlukla Latin alfabesine geçmiş olduğu için bizler için okuması ve okuduğunu anlaması çok daha kolay. Kırgızistan hala hemen hemen tamamen Kiril alfabesinde kaldığı için burada işimiz çok daha zor oldu.

Eğer menüsü geniş lüks bir restorana gitmemiş iseniz, ortalıktaki lokanta, büfe tarzı yerlerde yenilebilecek yemek çeşidi en fazla 4 ya da 5.  Bunlar samsa, şaşlık, lagman ve mantı. Pilavları meşhur olsa da çoğu yerde yok ve sipariş üzerine pişiriliyor.

Samsa denilen şey bizdeki tandır gibi yerlerde içi et dolu küçük börekler diyebiliriz. Özellikle Özbekistan'da Samsasıcılar her yerdeler. Yollarda, mahalle aralarında her yerde ıssık samsa yazısı. Issık demek sıcak demek. Aslında Türkçe'ye çok benziyor. Anadolu'da pek çok yerde sıcak yerine ısıcak da denir. Issık samsa ve Issık Nan ( sıcak ekmek ) yazısı en çok gördüğümüz yazı.

Şaşlık bizdeki şiş kebap. Mal şaşlık, Koyun şaşlık veya tavuk şaşlık var. Mal şaşlık denilen, ne kadar mal bilmiyorum ))  ama büyükbaş hayvan etinden demek. Koyun ve tavuk zaten bildiğimiz gibi. Hiç tavuk eti yemedik o yüzden ne tadını ne de fiyatını öğrenmedim. Buralarda Domuz eti hiç yok. O yüzden domuz mu diye sormaya hiç gerek yok. At eti daha pahalı olduğu için özellikle at eti olduğu söylenmemiş ise o Mal etidir.

Lagman denilen yemeği ise  bildiğiniz makarnanın evde yapılanı olanı olarak düşünün. Bir defa yedik, lezzeti fena değildi.

Mantıları bizdeki gibi küçük küçük değil. Gürcülerin yapıp adına Hıngel dedikleri iri mantılardan. 3- 4 tanesi bir adamı doyuran cinsten. İçinde et, patates yada peynir olabiliyor.

Yemek çeşidi bu kadar az olamaz demeyin. Ortalıktaki yemek yerlerinde gerçekten bu kadar az. Öyle bizdeki gibi bir lokantaya gideyim 10 – 15 çeşit yemeklerden yemek beğeneyim durumu hiç yok. En azından yemek yerlerinde yok. Sulu sebze yemeği hiç görmedik desek yalan olmaz. Arada kendi aramızda konuşmuşluğumuz var, acaba bunlar evlerinde de sadece bu yemekleri mi yiyorlar diye. Evlerinde de bu kadar sınırlı yemek değildir umarım. Sürekli dışarıda yemek zorunda olanlar için gerçekten sıkıcı bir yemek kültürü. Evir çevir aynı şeyleri ye. Olacak iş değil.

Burada çay için başka bir başlık açayım. Buralardaki çay kültürünün bizimle alakası yok. Çay isteyince kara çay mı yeşil çay mı diye soruyorlar. Kara yada yeşil fark etmiyor, orta boy bir çaydanlığa bir tatlı kaşığı kadar çay koyup 2 dakika beklemeden bardağa koyuyorlar diyecektim ama bardak da kullanmıyorlar. Buralarda bardak, daha doğrusu cam bardak, kupa hiç yok. Küçük, kulpsuz bir çorba kasesine çayı döküp içiyorlar. Sonuçta orta boy çaydanlığa atılan bir tutam çayın ancak belli belirsiz bir sararttığı ılık suyu çay diye içiyorsunuz.

Son olarak lokantaya oturdunuz. Ana yemeği seçip söylediniz. İlk soru Nan, yani ekmek istiyor musunuz. İkinci soru çay istiyor musunuz. Çayı  yemekten önce yada yemekle içmeyi tercih ediyorlar. Çay bitince içecek ister misiniz diye soruyorlar. Burada bir parantez açayım, buralarda çok fena gazlı içecek ve enerji içecekleri tüketimi var. Ekmek, su, çay yada başka bir şey hiçbir şekilde yemeğin yanında ikram değil. Her şeyin parasını alıyorlar. Yetmedi  hesap öderken % 15 hizmet bedeli de ekleniyor. Afiyet olsun efendim..

Artık Kırgızistan'a veda edip  Kazakistan'a geçme zamanı.. Kırgızistan Karakol şehrinden Almaty'ya gitmek için hangi yolu kullanmamız gerektiğine dair kafamız epey karıştı. Karkara sınır geçişinden geçince 230 km kadar daha kısa görünüyor ama kime sorduysak o sınır geçiş yolu çok kötü, üstelik kapı 15 Mayıs'ta açılacak dediler. İnternetteki bilgiler de bu yönde. Sonuçta 1-2 kişi de yol çok kötü ama kapı gündüz 08- 18 arası açık dedi. Şansımızı deneyelim dedik. Karakol'dan kapıya kadar 100 km kadar ve evet son 30 km. si toprak, kötü yol. Ama bizim seyahat başlarındaki Kazakistan yoluna göre sıfır asfalt bile sayılır.



Kırgızistan’dan ayrılmadan söylemek isterim ki; Kırgızistan, doğası, kültürü ve insanlarıyla benzersiz bir ülke. Bu seyahat, bizlere Orta Asya’nın zengin tarihini ve geleneklerini yakından görme fırsatı sundu. Kırgız halkının misafirperverliği, etkileyici doğa manzaraları ve köklü tarihi ile bu coğrafya, keşfedilmeyi fazlasıyla hak ediyor.

Tanrı dağlarının muhteşem manzarası eşliğinde kapıya geldik. Bizden başka kimse yok. Asker yarım saat kadar beklememiz gerektiğini, elektrik ve internet olmadığını söyledi. Beklememiz 5 saat kadar sürdü. Sonunda Kırgız tarafından daha kolay, Kazakistan tarafında biraz daha fazla aranarak kapıdan geçtik.


dr. bülent erata