" Her yer en az bir defa görülmeyi hak ediyor "

ÇANAKKALE

GÖKÇEADA
imroz
  
Gürültü, patırtı olmasın, lüks olmasa da olur diyorsanız, gidilecek yer Gökçeada. Araba ile gitmişseniz, ki arabasız zaten gitmeyin derim, her gün denize girme şansınız mevcut. adanın her tarafında denize girecek yer var, rüzgarın durumuna göre plaj seçiyorsunuz.

Eski adı İmroz olan ada, Lozan anlaşması ile Türkiye'nin olmuş, aslında bir Rum adası. 1974 yılında ilk olarak Trabzon'dan yerleştirilmeye başlanmış Türk vatandaşları ile Türkleştirilmeye başlanmış demek doğru olacaktır.

Çanakkale'nin bir ilçesi ve Türkiye'nin en büyük adasıdır. Ege Denizi'nin kuzeyinde, Saros Körfezi girişinde yer almaktadır. 91 km. kıyı şeridine sahiptir. Adanın batısında yer alan İncirburnu, Türkiye'nin de en batı noktasını oluşturmaktadır.
imroz
imroz
   

imroz
Gökçeada'ya ulaşım İstanbul'dan yaklaşık 3 saatlik mesafedeki Çanakkale Kabatepe'den arabalı feribotlarla yapılmakta. Buradan 1.5 saatlik, hava güzel ise keyifli bir yolculukla ulaşılmakta.
imroz


imroz

imroz
 Feribot Kuzulimanı'na yaklaşınca boş bir adaya geldiğiniz hissi yaşıyorsunuz. Ama zaten adada öyle sıkış sıkış bir durum yok. Türkiye'nin  en büyük ve en sulak adası olmasına rağmen, son yıllarda bilinirliği ve popülerliği artmaya başlamış. Bu iyi bir şey mi derseniz, bilemedim. Klasik hesapsız, plansız, estetikten yoksun yapılanma anlayışımız burada da kendini göstermeye başlamış durumda.
imroz
imroz   
imroz
Gökçeada'da pansiyonculuk çok yaygın bir durum. Biz aslında 2 gün kalır döner başka yerlere gideriz diye planladığımızdan, Kaleköy'de tam denize nazır bir otel ayarlamıştık. Sonrası adayı çok beğenip, burada kalmaya karar verince, 2 günde pansiyonda kaldık. Kaldığımız pansiyon Trabzon'lu bir hemşerimindi. Meyve ağaçları içerisinde çok güzel bahçesi olan, şirin bir yerdi. Ada'ya ilk gelen Trabzon'lulardanmış ve anlattığı ilk yerleşim hikayeleri pekte iç açıcı değildi.
imroz

imroz
imroz
imroz
Zeytinliköy, Dereköy, Tepeköy ve Bademli köyü koruma altında olan köyler. Yüzlerce Rum evi var, inanılmaz bir tarihi miras olarak dünyaya sunulabilir. Son yıllarda bu evlerin asıl sahipleri olan Rumların geri gelerek, evlerini restore edip, yazlık olarak kullanmaya başladıkları söyleniyor. Ama zaten bir eve baktığınızda burası Rum'un mu, Türk'ün mü kolayca anlaşılıyor. O kadar eski taş evleri bizimkiler sağ olsunlar, plastik kapı, pencere ile restore etmekteler!
imroz
imroz
Tepeköy'deki üzüm bahçeleri asıl Barba Yorgo'nun taverna ve şarap evi görülmesi gereken yerlerden. Açıkçası şaraplarını çok beğendim diyemem ama, atmosfer çok farklı. Burada şaraptan çok, mübadelenin oluşturduğu hüznü hala iliklerinizde hissetmeniz mümkün.
imroz
 laz olmasam da bir Karadenizli olarak burada bir laz koyu olduğunu duyunca, görmeden olmaz deyip gidiyoruz. Adanın güneyinde ki bu koya giderken ilk sürpriz bu oluyor. yakınlarında hiç bir yerleşim olmayan geniş bir arazinin ortasında, bizim tekir'de dediğimiz, serander duruyor. Kim neden yapmış, neden orada hiç bir fikir üretemedik. laz koyuna gidiş yolu nede olsa, normaldir dedik :)

Gökçeada belediyesinde zabıta amiri iken emekli olup, o koyda ufak bir cafe açmış, Trabzon Çaykaralı bir hemşerim sayesinde burası laz koyu olmuş. çay, tost, meşrubat gibi şeyler satıyor. başka da bir şey yok. Öyle şezlong, şemsiye gibi şeyler düşünmeyin bile.
 imroz
imroz
Türkiye'nin en batısı olan İnceburun'da sakinlik pik yapmış durumda. Bizden başka kimse yok. Deniz kenarı biraz taşlık olsa da, denizin dinginliği ve temizliği insanı hayrete düşürüyor. Ülkemizin aslında nasılda cennet bir ülke olduğunu bir kez daha düşündürüyor.
imroz




imroz

imroz
 Gökçeada'nın şaşırtıcı bir tarafı daha. itiraf edeyim gidinceye kadar orada bir Tuz gölü olduğunu bende bilmiyordum. Gezi arkadaşım Gürsel sizi selamlıyor :)..Aydıncı / Kefaloz koyu bölgesinde olan bu gölün önündeki plaj Türkiye'nin sayılı Yelken sörfü yerlerinden birisidir

Ayrıca Türkiye'nin ilk ve tek su altı milli parkı Gökçeada Yıldızkoy mevkiindedir. Burada küçük bir anı paylaşayım. Su altı milli parkı olan yer, gözümüze kayaların üzerinden olta ile balık avlamak için çok uygun geldi. Oltaları çıkarıp sallamaya başladık. Oradan birisi geldi, siz ne yapıyorsunuz? burada olta bile olsa avlanmak yasak ve çok cezası var. Sahil güvenlik görürse, oltaları falan atıp, resmen kaçın dedi. Biz biraz şaşkınlık, birazda milli  park ama balık yok ki diyerek vazgeçiyoruz.
imroz
Ve dönüş vakti...Eğer gece eğlencesi, gündüz koşturması peşinde olmayıp, gündüz kafa dinleyip, akşamda ufaktan rakı-balık yapsam bana yeter diyorsanız.. Hiç düşünmeden yolunuz Gökçeada olsun. benden söylemesi..


BOZCAADA

bozcaada
Öncelikle Bozcaada'ya nasıl ulaşılacağını anlatayım. Çanakkale yönünden gelirseniz Çanakkale'den sonra yaklaşık 40 km sonra Bozcaada yol ayrımından devam edip Geyikliye ulaşıyorsunuz. İzmir yönünden gelenler ise Ezine'den dönüp Bozcaada gemisinin kalktığı geyikli iskelesine ulaşabilirler. Geyiklide çay bahçeleri,ve güzel birde plaj var gemi sırası beklerken hoşça vakit geçirebilirsiniz.
bozcaada

bozcaada
 Geyikliyi arkamıza alarak yolculuğa başlıyoruz. Geyikli Bozcaada yaklaşık 25 dk. sürüyor. Eğer bizim gibi dalgasız bir güne denk gelirseniz, keyifli bir yolculuk yapıyorsunuz.
bozcaada

bozcaada

bozcaada

 Adaya yaklaşmaya başlıyoruz. Karşımızda bizi karşılayan Bozcaada Kalesi ve sonrası Geminin yaklaştığı ve adanın merkezi de olan limanda gemiden iniyoruz.
bozcaada

bozcaada
bozcaada
  Merkez o kadar küçük ki yarım saatte her tarafını geziyoruz. Eski Rum kültürünün hakim olduğu sokakları, beyaz renkli eski evleri ile hoş bir atmosferi var. Balkonlarından çiçekleri sarkmış, taş evinin önünü ve cumbalarını saksılarla gökkuşağına çevirmiş sokaklarıyla Rum Mahallesini sevmemek ne mümkün.
                        
bozcaada

bozcaada
 Bozcaada demek aslında şarap demek desek yalan olmaz. Üzüm bağları, şarap festivali ile haklı ününe kavuştuğunu kabul etmek lazım. Merkezden biraz uzaklaşmaya başlayınca zaten her taraf üzüm bağları ve bağ evleri ile dolu. O kadar keyifli görünüyorlar ki insana emekli ol da gel bu işle ömrünü tamamla hevesi veriyor.
bozcaada
  
bozcaada
Türkiye'de denize girilebilen hemen her yerde denize girmişimdir. En çok nerede üşüdün derseniz, işte burada, Bozcaada Ayazma plajında. Temmuz başı olmasına rağmen, insan tırnağının etten ayrılacağını düşünecek kadar üşür mü derseniz, evet üşür. havanın güneşli ve sıcak olmasına rağmen, bir deniz bu kadar mı soğuk olur arkadaş. Ben ki serin suda yüzmeyi aslında daha çok seven birisiyimdir. Demem o dur ki, Yüzme tatili için Bozcaada'ya gidecekseniz, bir daha düşünmenizde fayda var.
bozcaada
                                                     Bozcaada şaraplarının en ünlüleri
bozcaada

bozcaada

bozcaada

bozcaada
  Bozcaada'nın aslında en keyif aldığım bölümü, Polente Feneri’nde yani Rüzgar Gülleri’nde Şarap içerek güneşin batışını izlediğimiz bölüm. Burası adanın elektriğini üreten rüzgar güllerinin olduğu, aslında güvenlik için normalde girişin yasak olduğu bir bölge. Ama bir rivayete göre Türkiye'de güneşin en son ve en güzel battığı yer olarak kabul edildiğinden, akşam güneş batmaya yakın girişler serbest bırakılıyor. Yukarıda ki fotoğrafta da görüldüğü gibi, pek çok kişi bu manzarayı izlemek için buraya geliyor.
bozcaada
Güneşin batışını izlemek için oralara gitmeye değer mi derseniz, evet değer. Hele ki yanınıza güzel birde şarap alırsanız, hafif rüzgarlı havada, değmeyin keyfinize..

bozcaada

Manzara ve güneşin batışı o kadar güzel olduğunu buradan anlayın. Manzarayı kaybetmeyeyim diyenler, kendileri bile kaybedebiliyorlar :)

 bozcaada
bozcaada
 Akşam olunca Bozcaada'da ne yesek derdi çok yok. Adı üstünde ada olduğu için tabii ki menüde balık var. Bizde yalandan menüye baksak da balıklarımızı ve şarabımızı sipariş edip, güzel günümüzü sonlandırıyoruz. Ama şunu da belirteyim de sonra şaşkınlık yaşamayın. Ada olduğu için balık fiyatları ucuz olu diye düşünme yanlışına düşmeyin. Aslında Bozcaada 'da her şey olduğu gibi, balık ve şarap fiyatlarında abartılı bir fazlalık var. Nasılsa gelmişler, ne koparırsak kardır diyen bir esnaflık hakimiyeti var gibi geldi bana...

 Bozcaada'da konaklamak için pansiyonlar ve daha çok butik oteller var. Bozcaada yazısı yazıp da, meslektaşım olan sevgili arkadaşım Ayşen Erduran'ın ortağı olduğu ve işlettikleri, konaklayan tüm arkadaşların da öve öve bitiremedikleri mavikargabozcaada butik otelinden bahsetmeden geçemeyeceğim. Gitmeden önce mutlaka rezervasyon yaptırmalısınız. Özellikle hafta sonları yer bulmakta zorlanabilirsiniz. Pişman olmayacağınızı garanti ederim. Bu blog ilk defa reklam da yaptım ya :)

Gün batımından bir bölüm...


İĞNEADA

 
İstanbul'a yakın olan ve günübirlik yada hafta sonu gezisi için gidilebilecek güzelliklere olan gezmelere turumuzda İğneada'dayız. Karadeniz'in en batısında ki bu şirin bölgeye İstanbul'dan 250 km kadar yol alarak gidiliyor. Yolun som 50-60 km.lik bölümü orman içerisinden olduğu için,oldukça keyifli bir yol.Otoban'dan Çerkezköy sapağına kadar hiç sapmadan gidebilirsiniz.Sonra sırası ile Saray/Vize/Demirköy/İğneada rotası ile yaklaşık 3, 3.30 saatte İstanbul'dan, İğneada'ya varabiliyorsunuz.
   Yol üzerinde çay molası verdiğimiz bir lokantanın bahçesinde,tandır yakmaya başlamışlardı. Dönüşte aynı yoldan gelseydik,tandırda kuzu yemek molası vermeyi planlamıştık ama , Kıyıköy tarafından dönünce,bu şansımız olamadı.
 
  İğneada'ya gittiğimizde en dikkatimi çeken şey yaklaşık 20 km uzunluğunda ki kumlu sahil şeridi yani plajı idi. Ama maalesef Karadeniz sahil şeridi olmasının hayal kırıklığını burada yaşadık. Rüzgar ve dalgalar o kadar sertti ki, denize girmek mümkün değil. Rüzgarsız,dalgasız bir zamana denk getirip, orada, o uzun kumsalda, insanın içerisine işleyen özgürlük duygusu ile denize girememek içimde uhde kalmadı değil.

    İğneada'dan batıya doğru devam edince,Bulgaristan'la sınırda olan bir köyümüz olduğunu öğreniyoruz. Zaten denize girememişiz, arabayı Türkiye'nin en batısında ki sınır köyümüze doğru sürüyoruz. Yüksek ağaçların yolu kapladığı,yolun biraz bozuk ta olsa,keyifli olduğu 20-25 dk.lık bir yoldan sonra, en batı Türk köyü olan Beğendik Köyüne geliyoruz. Bizi taraf küçük bir balıkçı köyü havasında ama karşı tarafta ki Bulgar köyü oldukça kalabalık ve daha zengin bir köy görüntüsünde. Sınırdaki askerlerimizle kısa bir sohbet edip, geri döndük.


    daha önce ki Bozcaada gezimizde, Türkiye'de güneşin batışının en güzel yerlerden birisinin orası olduğunu yazmıştım. İğneada da balıkçı limanı eşliğinde ki güneşin batışı manzarası da hiçte yabana atılır gibi değil.
  İğneada'da yeni yapılan 5 yıldızlı bir otel var. Onun haricindeki otellerin kalitesi biraz alt seviyelerde. Biz zaten denize yakın bir yere çadır kurma planı ve malzemeleri ile gittiğimizde otellerle işimiz olmadı. İğneada merkez ile liman arasında çadır kampı var ama  çok kalabalık,gürültülü ve pis görünüyor. Yani pek iç açıcı değil. İğneada girişinde hemen sağ tarafta eski DSİ kampı gibi bir yer var. Önündeki deniz sığ gibi ve 100 m kadar karşıda deniz kenarında çimen ve ağaçlar var. Biz orada gecelemeyi göze kestiriyoruz. Sahilde kuma batıp,traktör çağırarak arabamızı çektirme macerası yaşasak da, vazgeçmiyoruz.etraftan dolaşarak, derin sulardan geçerek,yine aynı yere ulaşıp kampımızı kuruyoruz.
  kamp yaptığımız yerdeki güneşin batış manzarası da hiçte fena değil. Bir tarafımız denizi bir tarafımız gölet,karşımızda İğneada.. Süper bir yerde kamp yapma becerisini göstermişiz yani.
  
    Çadır kamp yapmanın en güzel tarafı, kimsenin bir yere acelesi olmaması. Uykusu gelen gider uyur. Biz ateşin ağaçlardaki ışık yansımasının, bizleri de şaşırtan güzelliği eşliğinde, rakımızı yudumlarken, gittikçe bir koroya dönüşmüş bir halde,  türkülerimizi söylüyoruz.

   Sabahın muzur esprisi de bu.. Sabaha kadar o kadar yer içersen, bu kadar yaparsın işte muhabbeti..
  İğneada'yı görmemek , uzun kumsalında, dalga eşliğinde yürümemek,İstanbul'da yaşayanlar için bir eksikliktir diyorum. Yolunuz düşerse değil, düşürerek bir dolaşın derim