" Her yer en az bir defa görülmeyi hak ediyor "

İĞNEADA

 
İstanbul'a yakın olan ve günübirlik yada hafta sonu gezisi için gidilebilecek güzelliklere olan gezmelere turumuzda İğneada'dayız. Karadeniz'in en batısında ki bu şirin bölgeye İstanbul'dan 250 km kadar yol alarak gidiliyor. Yolun som 50-60 km.lik bölümü orman içerisinden olduğu için,oldukça keyifli bir yol.Otoban'dan Çerkezköy sapağına kadar hiç sapmadan gidebilirsiniz.Sonra sırası ile Saray/Vize/Demirköy/İğneada rotası ile yaklaşık 3, 3.30 saatte İstanbul'dan, İğneada'ya varabiliyorsunuz.
   Yol üzerinde çay molası verdiğimiz bir lokantanın bahçesinde,tandır yakmaya başlamışlardı. Dönüşte aynı yoldan gelseydik,tandırda kuzu yemek molası vermeyi planlamıştık ama , Kıyıköy tarafından dönünce,bu şansımız olamadı.
 
  İğneada'ya gittiğimizde en dikkatimi çeken şey yaklaşık 20 km uzunluğunda ki kumlu sahil şeridi yani plajı idi. Ama maalesef Karadeniz sahil şeridi olmasının hayal kırıklığını burada yaşadık. Rüzgar ve dalgalar o kadar sertti ki, denize girmek mümkün değil. Rüzgarsız,dalgasız bir zamana denk getirip, orada, o uzun kumsalda, insanın içerisine işleyen özgürlük duygusu ile denize girememek içimde uhde kalmadı değil.

    İğneada'dan batıya doğru devam edince,Bulgaristan'la sınırda olan bir köyümüz olduğunu öğreniyoruz. Zaten denize girememişiz, arabayı Türkiye'nin en batısında ki sınır köyümüze doğru sürüyoruz. Yüksek ağaçların yolu kapladığı,yolun biraz bozuk ta olsa,keyifli olduğu 20-25 dk.lık bir yoldan sonra, en batı Türk köyü olan Beğendik Köyüne geliyoruz. Bizi taraf küçük bir balıkçı köyü havasında ama karşı tarafta ki Bulgar köyü oldukça kalabalık ve daha zengin bir köy görüntüsünde. Sınırdaki askerlerimizle kısa bir sohbet edip, geri döndük.


    daha önce ki Bozcaada gezimizde, Türkiye'de güneşin batışının en güzel yerlerden birisinin orası olduğunu yazmıştım. İğneada da balıkçı limanı eşliğinde ki güneşin batışı manzarası da hiçte yabana atılır gibi değil.
  İğneada'da yeni yapılan 5 yıldızlı bir otel var. Onun haricindeki otellerin kalitesi biraz alt seviyelerde. Biz zaten denize yakın bir yere çadır kurma planı ve malzemeleri ile gittiğimizde otellerle işimiz olmadı. İğneada merkez ile liman arasında çadır kampı var ama  çok kalabalık,gürültülü ve pis görünüyor. Yani pek iç açıcı değil. İğneada girişinde hemen sağ tarafta eski DSİ kampı gibi bir yer var. Önündeki deniz sığ gibi ve 100 m kadar karşıda deniz kenarında çimen ve ağaçlar var. Biz orada gecelemeyi göze kestiriyoruz. Sahilde kuma batıp,traktör çağırarak arabamızı çektirme macerası yaşasak da, vazgeçmiyoruz.etraftan dolaşarak, derin sulardan geçerek,yine aynı yere ulaşıp kampımızı kuruyoruz.
  kamp yaptığımız yerdeki güneşin batış manzarası da hiçte fena değil. Bir tarafımız denizi bir tarafımız gölet,karşımızda İğneada.. Süper bir yerde kamp yapma becerisini göstermişiz yani.
  
    Çadır kamp yapmanın en güzel tarafı, kimsenin bir yere acelesi olmaması. Uykusu gelen gider uyur. Biz ateşin ağaçlardaki ışık yansımasının, bizleri de şaşırtan güzelliği eşliğinde, rakımızı yudumlarken, gittikçe bir koroya dönüşmüş bir halde,  türkülerimizi söylüyoruz.

   Sabahın muzur esprisi de bu.. Sabaha kadar o kadar yer içersen, bu kadar yaparsın işte muhabbeti..
  İğneada'yı görmemek , uzun kumsalında, dalga eşliğinde yürümemek,İstanbul'da yaşayanlar için bir eksikliktir diyorum. Yolunuz düşerse değil, düşürerek bir dolaşın derim