" Her yer en az bir defa görülmeyi hak ediyor "

22- KARAKURUM / MOĞOLİSTAN


 

21 Mayıs günü  Bayankhongor'dan 5 saatlik sürüş sonrası  Karakurum'a geldik. Karakurum Moğolistan İmparatorluğu'nun 13. yüzyılda başkenti olan bir şehir. Bu ön bilgi ve dolayısı ile biraz gelişmiş bir şehir beklentisi ile geldik ama yine hayal kırıklığı yaşadık. Burası da oldukça geri kalmışbir şehir. Zaten  İmparatorluğa yalnızca 30 yıl başkentlik yapmış. Bizim için asıl önemli olan ve görmeyi çok istediğimiz Orhun kalıntılarının da bulunduğu Dünya Kültür Hazineleri Alanı Karakurum'da bulunuyor olması. Şehir girişindeki buranın en büyük alışveriş mağazasının önüne park ettik. Artık akşam oldu ve bugün herhangi bir yeri gezemedik.






Güne Karakurum müzesi ve Erdene Zuu Manastırını ziyaret ederek başladık. Müzede fotoğraf çekimi yasaktı ve zaten çok fazla fotoğraflık bir şey de yoktu. Erdene Zuu Manastırı Moğolistan'da bulunan en eski Budist manastırı. Orhun Kültürel Doğa Vadisi'nin Dünya Kültür Mirası Listesi'ne dahil olan bölümündedir. 1585'te Abtay Han tarafından yapılmıştır, Moğolistan'a Tibet Budizmi buradan yayılmış.




Manastır girişi ücretli. İlginç ve güzel bir mimarisi var. Budizm'in şefkatli bir din olduğunu düşünürdüm ama buradaki Budaların kızgın, kötü bakışları aklımı biraz karıştırdı. Burada aktif olarak kullanılan bir manastır bölümü de var. İki Budist deniz kabuğu bir şeyi borazan gibi öttürünce insanlar ibadet etmek için Manastıra toplandılar. Görünen o ki bütün dinlerin benzer ritüelleri var.











Öğleden sonra Bilge Kaan yolunu kullanarak Göktürk Müzesine gittik. Ovanın içerisinde, bom boş bir arazinin ortasında Tibet mimarisi tarzı bir Müze binası. Müze görevlisi karı-Koca hemen müzenin yakınındaki evde oturuyorlar. Çok nadiren ziyaretçi geldiği için, ziyaretçi geldiğini görünce yada ziyaretçiler seslenince gelip Müzenin kapısını açıyorlarmış. müze içerisinde Kültekin ve Bilge kaan'ın anıtlarının orijinali var. Yazıtların asıl bulunduğu alan müzeye çok yakın bir arazi. Oraları da duvarla çevirip, içerilerine yazıtların benzerini koymuşlar. 


Moğolistan'da karavana su dolduracak çeşme benzeri yer bulmak biraz sıkıntılı. O yüzden suyu idareli kullanmaya çalıştık. Buradaki müzenin bahçesinde büyük bir su kuyusu var ve pompayı çalıştırınca suyu da bol akıyor. Görevliye buradan su alabilir miyiz diye sorduk. Kadın önce evet dedi ama adam olmaz dedi. Biraz ısrar ettim ama yok, olmaz, alamazsınız dedi. Yahu dedim, yolunuzu, müzenizi biz yaptırdık ama bir su bile vermiyorsunuz!.. Bu Moğollar çok fena. Gerçekten medeni dünyadan çok uzaklar. Orada artık emin oldum..





Haritada Göktürk Müzesinden 30 km uzaklıkta bir göl görünüyor. Biraz araştırınca göl kenarında kamp yerleri de var gibi. Hadi oraya gidelim, hatta akşam da orada kalırız dedik. Ugii Nuur adında bir göl. Yolun ilk 10 km si asfalt güzel bir yoldu ancak sonrası 20 km felaket tozlu toprak bir yoldu. Çoğu yerde yol bile yoktu, herkes kafasına göre çimenlerin üzerinden zıplaya zıplaya gitmiş. Gölü uzaktan gördük, ohh şahane görünüyor. Ancak göl kenarına inince anında karavanın etrafını binlerce sivri sinek kapladı. Kalmak bir yana, Karavandan inip göl kenarında 5 dk oturamadık bile. Dönüşte navigasyonun tarif ettiği yoldan gideyim dedim. Bir ara öyle dik ve eğimli bir yere geldim ki, ilk defa karavan yana devrilecek diye korktum. Çok fenaydı, çook!. Mecburen konaklamak için Karakurum'da kaldığımız marketin önüne geri döndük.


Bu parça Ducato'ların kapılarındaki kilidin karşılığı. Bozuk yollardan olsa gerek benim arka bagaj kapısının bu parçası çatlamaya başlamıştı. Bugünkü göl yolculuğunda parça iyice koptu ve artık kapı kapanmaz oldu. Bu araçlarda bir kapı bile tam kapanmasa merkezi kilit diğer kapıları da kilitleyemiyor. O tozlu yolların bütün tozu bizim bagaja doldu, o bir perişanlık ama asıl kapılar kilitlenmezse içeride nasıl uyuyacağız. Ayrıca yola giderken de açık kapı olunca araç sürekli sinir bozucu bir ses ile ikaz veriyor. Sonuçta yapılması şart. Şart da Karakurum ufak, geri kalmış bir yer. Herhalde 15-20 tane tamirci, parçacı vardır. Hepsini tek tek dolaştım, yok. Zaten dil ile anlaşmak çok zor ama parça elimde, tarif ede ede arıyorum. Artık gece oldu, yoruldum, tam park yerine dönerken yola uzak bir tamirci gözüme çarptı. Son bir umut oraya da saptım. Adam baktı, hallederiz dedi. Yada ben öyle anladım, anlamak istedim ))

Meğerse adamın dükkanın arka tarafı hurda araç deposuymuş. Onlarca araç var. Aldı parçayı tek tek dolaşarak benzerini buldu. Karavanın yanına geldik, arkamıza bir otomobil gelmiş. Kadın sürücü ve yanında bir erkek var. Araçlarının kaputu açılmıyor, teli bozulmuş. Usta içeriye girip bir malzeme alıp geldi. Önce o araba ile bizim karavanın arasında, hepimizin tam önünde sırtını döndü ve çıkartıp işemeye başladı. İşemesi bitince de fermuarını çekip, aracın yanına gitti. Her şey o kadar doğal bir şekilde oldu ki, sanırım benden başka şaşıran olmadı. Ohaaa dedim sadece, ama içimden!

Sonunda tam umudumu kesmişken kapı kilidi yapıldı. Merkezi sistem ayarı için daha çok ben uğraştım ama, sonunda 3 kuruşluk bir parçanın açtığı büyük dertten kurtulduk.

Başka şehirlerinde var mı bilmiyorum ama Karakurum'da böyle su dolum yerleri var. Vatandaşın elinde kartı var, okutup içme suyu alıyorlar. Bizde kart olmadığı için alamayız derken gelen bir vatandaşa sizin kart ile alalım, parasını ödeyelim diye rica ettik. Adam olur dedi, depoları doldurduk ama sonra ısrar ettik ama para almadı. 

Karakurum başkent Ulanbatur'dan önceki son mola yerimiz oldu. Moğolistan'a giriş yaptıktan sonra yaklaşık 1800 km yol yapmışız. Ulanbatur'a giriş yapmadan son mola yerinde biraz aklımda olanlardan yazayım. Bakarsın Ulanbatur'da belki medeniyet ile buluşuruz da fikirlerim değişir.
1800 km ne gördün derseniz .. uçsuz bucaksız çöl. Hiçliğin ortasında saatlerce, günlerce araç sürdük. Güzel bir yer olsa da mola versek diyorsun ama yok öyle bir ihtimal. Saatler boyu aralıklı hayvan sürüleri ve yol kenarında durup çiş yapan adamlar. O ne demek demeyin. Arabayı durdurup hemen yanında başlıyorlar çişlerini yapmaya. Bazen 3-4 kişi aynı anda dip dibe..
Yerel kıyafetli adamlar gördük. Kıyafetleri sanırım yıllardır yıkanmamış. Bildiğin leş gibi. Adamların tipi zaten bozuk. Soğuk ve güneşin karartması ile iyice korkunç duruyorlar. Kazakistan'da anlatmışlardı. Özbekler köpek eti yermiş. Hatta mahallede bir köpek kaybolunca milletin gözü mahalledeki Özbeklere dönermiş. Acaba hangisi çalıp yedi diye. Buradaki o korkunç Moğollar insanı tenhada yakalasa canlı canlı yer dedim. O derece!

Bu memlekette su yok. Çöl olunca haliyle su sorunu var. Çölün ortasında kupkuru yerlerde su işini nasıl hallediyorlar bilmiyorum. Şehirlerde öyle çeşme, su kaynağı filan yok. Bizim depolar büyük olduğu için doldurunca idareli kullanmayı burada daha iyi öğrendik. Bizden su parasını almayan adam gibi iyi insanlar dünyanın her yerinde varlar. Üstelik bugünün iyi insanları bizdik. Yol kenarında kuma saplanmış Moğol bir kızla Kore'li bir gencin arabasını iterek kurtardık.
Trafik bizdeki gibi sağdan işliyor. Ama arabaların çoğu soldan değil sağdan direksiyonlu. Nedeni ise Japonya'da trafik soldan işleyip, arabaların direksiyonu sağda olmasındanmış. Burası Japonya'nın kullanmış araç çöplüğü olduğu için sağdan direksiyonlu araçlar ondan çoğunluktaymış.
Ulanbatur'dan görüşmek üzere.. Haa madem Türk izleri dedik, buraya bir iz de biz bırakalım ))