" Her yer en az bir defa görülmeyi hak ediyor "

8- BUHARA / ŞEHR-İ SEBZ - ÖZBEKİSTAN

 
Buhara'da artık sıcaklık kendisini iyice hissettirmeye başladı. Daha Mart ayı olmasına rağmen rahatsız edici bir sıcaklık var. Buralarda yaz aylarında nasıl yaşıyorlar bilemem. Buhara gezimize karavanı 'da yakınına park ettiğimiz Ark sarayını gezerek başladık.  4 hektar genişliğe, 20 metre yüksekliğe sahip devasa kale, Özbekistan'ın en eski yapılarından biri. Yaklaşık 2500 yıllık geçmişe sahip Buhara’nın tarih sahnesine inşa ettiği ilk somut yapı olarak kabul ediliyor. Tarih boyunca hem emir sarayı hem de karargâh olarak kullanılmış. Kalenin içinde saraylar, mescitler, harem, zindan ve dinlenme yerleri gibi bölümler var.






Cengiz Han’ın istilasında ciddi zarar gören kale, son şeklini 16. yüzyılda almış. Ancak 1920 yılında Kızıl Ordu'nun saldırısında neredeyse tamamen tahrip edildiğinden beri şimdiye dek sadece tarihi ve arkeoloji müzelerini barındıran birkaç bina restore edilmiş.
Kaleye giriş turistler için 40 000, Özbekler için 10 000 Som.. 1.7 ile çarpınca yaklaşık tl bulunuyor.

Buhara'nın bizim tarihimizde özel bir yeri var. Tarih kitaplarımızda mutlaka bir şekilde geçer. İlber Ortaylı hocanın "bu 5 şehri görmeden ölmeyin" dediği şehirlerden birisidir Buhara.














Kalenin hemen karşısında havuzlu cami var. Girişindeki ahşap süslemeler ve çiniler çok güzel. Önündeki havuz 18.yy da kuraklık olunca halkın içme suyu ihtiyacını karşılamak için yapılmış. Cami tadilatta olduğu için içini göremedik.

Buhara'da o kadar çok tarihi eser var ki hepsini burada yazmak mümkün değil. Örneğin İsmail Samoni Türbesi, Orta Asya’da yapılan en eski Müslüman türbesi. Samani hanı İsmail Samani tarafından aslında babası için yaptırılmış, sonra kendisi de oraya gömülmüş. MS. 905 yılında tamamlanan türbe, erken dönem İslam mimarisinin en önemli eserleri arasında sayılıyor.
Tamamen tuğladan örülü kare şeklinde duvarları üzerinde, kubbesi de tuğla ile kaplanmış. Tuğlalar dekoratif kullanılmış, işçilik, planlama ve süsleme açısından çok güzel bir türbe. Türbe Mogol saldırıları sırasında kumlar altında kaldığı için talan edilmemiş ve iyi konumda günümüze kadar gelmiş. Dışı gibi içi de çok dekoratif. Kubbenin ortasında yer alan açıklık ve üç tarafında pencere görevi gören kapılar ile çok aydınlık bir türbe yapılmış.
Burada her yere giriş para ile. Bu türbeye giriş de 10 000 Özbek Mintonu. Burada öyle diyorlar.



Ay yıldız şeklinde olan yer Muhammed Bahaüddin Nakşibendi'nin, diğer adı ile Buhari'nin türbesi. Kendisi Nakşibendi tarikatının isim babasıymış. Mezarı daha önce Semerkant'ta imiş, sonradan buraya getirilmiş. Türbe içerisinde el yazması Kuran yanında  Buhari'nin yazdığı diğer kitaplar ve eşyaları bulunuyor. Buhari burada şehrin koruyucu azizi olarak kabul edilirmiş. 






Gece ışıklı hali daha güzel olan Kalan minaresi 1127 yılında Arslan Han tarafından yaptırılmış.
Minare, yıllarca suçluları atarak idam etmek amacıyla kullanıldığından dolayı halk arasında “Ölüm” Kulesi olarak da bilinmektedir. Minare, Kalan Camii ile Mir-Arap-Medrese arasında bulunuyor. 

Uluğ Bey Medresesi ise Timur'un oğlu ( ünlü matematik, astronomi ve fizik bilgini ) Uluğ Bey adına yapılmış ve Buhara'nın bilim merkezi olmasında çok etkisi olmuş bir medrese..

Bütün medreselerde artık turistik satış yerleri var. Yöresel ipek işlemeler, halı, kilim gibi şeyler satılıyor.
Hopa'dan çıkış yapıp Buhara'ya gelmek iki haftayı buldu. Özbekistan'a geleli de bir haftayı geride bıraktığımıza göre, Özbekistan hakkında biraz izlenimlerimi yazayım..
Özbeklerde inanılmaz derecede bir Türkiye hayranlığı var. Onların gözünde biz cennette yaşıyoruz ve hepimiz çok zenginiz.
Bizim Türkiye'den geldiğimizi öğrenince sanki uzaydan gelmişiz gibi bakıyorlar. Bir çok yerde korkmayın biz de bu dünyalıyız diye espri bile yaptım, o derece. Hele karavanla geldiğimize inanamıyorlar. Burada karavan demek deve kervanı demekmiş. Bunu öğrenene kadar epey komik muhabbetimiz oldu. Arabaya Maşine diyorlar, artık Maşine ile geldik diyoruz.
Çoğunun hayalinde gidip Türkiye'de çalışmak var. Epey bir kısmı da gidip çalışmış zaten. Anladığım kadarıyla son 2 yıldır Türkiye 'de doların yükselmesi onları da etkilemiş ve geri dönmüşler. Türkçeyi Türk dizilerinden öğrendim diyen çok kişiye denk geldik.
Özbekistan yönetimi ülkeyi modernleştirmek için inanılmaz özenli çalışıyor gibi. Her yer ama özellikle turistik yerler çok temiz. O kadar çok temizlik görevlisi var ki, hemen hepsi de kadın çalışan.. Tabelalarda çöp atmanın cezası 1 milyon som yazıyor ve kamera ile takip ediyoruz uyarıları var. Buna rağmen şaşırtıcı derecede yere tüküren var. Olur olmaz yerde tükürüyorlar.
Selam verme konusunda inanılmazlar. Büyük küçük, kadın erkek hiç fark etmiyor.. Göz teması kurduğunuz herkes esselamualeyküm diyor.
Bir Özbek ile hiç Türkçe bilmiyor olsa bile bir şekilde anlaşıla biliniyor. Hiç bilmiyorum diyen bile Türkçe bir şeyler biliyor. Çok fazla ortak sözcüğümüz var. Hele ki sayıların tamamı aynı gibi. Hive'de müzedeki kadın bu peşku dedi, bilemeyeceğimizi düşünüp tarif etme telaşına düştü. Yahu peşku işte, kim bilmez bunu dedik. Ben bilmiyorum diyen var mı?
Turizmin para kazandıran bir şey olduğunu öğrenmişler. Herkes bir şey satma çabasında. Ama her şey pazarlığa tabi. 22 dolar denilen ahşap meyvelik, 2 dakikada 7.5 dolara inebiliyor. Fiyat yüksek dediğiniz anda sizin vermek istediğiniz ne kadar diye soruyorlar. Kazaen çok düşük söylemezseniz tamam diyorlar ve almak zorunda gibi kalıyorsunuz.
Her tarafta Turizm polisi var. Normal polis yok gibi bir şey. Bu da turizme verdikleri önemin bir başka göstergesi.
Burası bir İslam ülkesi ama dini hava yok gibi bir şey. Öyle bizdeki gibi cami minaresinden gümbür gümbür ezan okunmuyor. Zaten camilerde minare yok denecek kadar küçük ve hoparlörlerden gelen sesi kulak kabartmazsanız duymuyorsunuz. Şimdi ramazan ayındayız ama ortalıkta ramazanda olduğumuza dair tek işaret, bazı cami kapılarında yazar ramazan mübarek yazısı.
Buhara modernleşmeye çalışan tarihi bir kent. Ama buraya gelirken gördüğümüz köy yada kasabalar inanılmaz derecede çöl havasında. Zaten geldiğimiz bölgenin adı kızıl kum. Bildiğin çölün ortasında yerleşim yerleri. Tek bir yeşilin, ağacın, fidanın olmadığı toz toprak altındaki yerler. İnsanın oralarda yasaması mümkün değil. Sürekli söylediğiz bir söz oldu.. İyi ki atalarımız buralarda kalmayıp, Anadolu'ya gitmişler. Bugün Buhara'da sıcaklık 28 derece civarındaydı ve sıcaktan fena bunaldık. Buraların yaz aylarını düşünmek bile istemiyorum..


Sabah Buhara'da Semerkant yoluna çıkmadan önce, görmediğimiz son yer olan Çar Minar medresesine gittik. Buhara'nın sembolü Çar Minar 1807 yılında Türkmen Halif Niyazkul tarafından yaptırılmış. Çar Minar dört minareli anlamına gelmektedir. Medresenin girişinde dört köşesinde turkuaz renkte dört minare inşa edilmiş. Halk arasında Buhara hanları tarafından yapılan son medrese olarak kabul ediliyormuş. Günümüzde ziyarete açık olan Çar Minar , bütün medreseler gibi hediyelik eşya satılan bir yere dönüştürülmüştür.

Özbekistan yemek kültürünü ileride daha derli toplu yazmaya çalışırım ama bu sokak tabelasındaki lavman bizim arkadaş camiasında çok fazla espriye neden olmuştu. Bildiğiniz tıbbi lavman değil, el yapımı makarnanın adıdır kendileri )).. Artık Semerkant yoluna çıkabiliriz. Ancak Buhara ile Semerkant arası çok uzak ve de yorucu olunca Şehr-i Sebz şehrine kadar geldik ve burada konaklayacağız. Buhara'dan burası
260 km. ve yolu yaklaşık 5 saatte alabildik. Yollar aralıklı olarak kötü olsa da tıngır mıngır gidiliyor. Buhara'ya kadar olan çöl yerleşim yerlerine göre bu taraf nispeten daha yeşillikli, daha yaşanılabilir yerler. Kale içerisinde çok kısa bir yürüyüş yaparak dinlenmeye çekildik. Tam kalenin dibindeki geniş otoparkta konaklıyoruz. Burası ile Türkiye arasında 2 saat fark var.


















Şehr-i Sebz, yeşil şehir demek. Burası Timur’un doğduğu yer.
Timur heykelinin arkasında gözüken Aksaray. Sarayın cephesi beyaz mermerle kaplı olduğu için Aksaray denmiş. Seyahatnamelerden edinilen bilgiye göre, iki katlı sarayın havuzlu geniş bir bahçesi, etrafında kabul törenleri ve eğlenceler için salonlar ile odalar varmış. Yapının içi ve dışı göz kamaştırıcı bir bezeme ile süslü imiş. Osmanlı’nın üstüne yürümesi için kendisini kışkırtmaya gelen İspanyol ve diğer Batılı elçileri Timur burada kabul etmiş. Bugün Aksaray’dan sadece 48 m yüksekliğinde, 21 m genişliğinde ana giriş kapısının parçaları kalmış. Timur burada çok önemli tarihi şahsiyet. Öyleki müzede biraz Türkçe bilen kız sürekli "Timur baba" olarak bahsediyor. Timur, katıldığı bir savaşta ayağı aksak kalacak şekilde darbe aldığından dolayı kendisine Aksak Timur anlamına gelen Farsça Timur-i leng, Türkçeleşmiş olarak Timurlenk deniyor olsa da burada Timurlenk denilmesi saygısızlık olarak kabul ediliyormuş.
Rivayete göre Taç kapının bir kanadında “Emir Timur Allah’ın gölgesidir” yazarmış. Diğer kanatta ise “Emir Timur gölgedir” yazdığı için bu yanlışı yapanı kuleden aşağı attırmış, deniyor.
Bir diğer rivayete göre Timur, esir aldığı Yıldırım Beyazıt'ın karısı Olivera Despina'ya dansözlük yaptırmış ve Beyazıt'ın önünde, karısına tecavüz etmiş. Osmanlı padişahları da bu olaydan sonra hiçbir zaman nikah kıymamışlar; ta ki Sultan Süleyman'a kadar. Timur müzesinde Timur'un huzuruna çıkartılan Beyazıt resmini görebilirsiniz.

Vay arkadaş burası gezi sayfası mı, tarih sayfası mı? Birisi yeter desin artık ))

Aksaray ve çevresindeki tarihi yapılar çok geniş bir park içerisine. Park şaşırtıcı derecede temiz. Her taraf pırıl. Türkiye'den geldiğimizi öğrenen çocuklar şaşkınlıklarını gizleyemiyorlar. Beraber fotoğraf çektirmek istiyorlar. Çocukları kırmak olmaz..

Fotoğraflar da çekildiğine göre artık Semerkant yoluna devam edebiliriz..



MEVLANA TÖRENLERİ 2024