Yaşanmış hikâye babamdan…
1970 li yıllar.. Genel seçimler var, köyün ilk okulunda sandık kurulmuş ve sandık başkanı da köyün öğretmeni olan babam.. Yaşlı bir teyze gelir, oy pusulasını verirler ve kapalı odaya oy kullanmaya gönderirler.
Beklerler, beklerler teyze gelmez. Birisi gider, teyze ne yapıyorsun gel artık der. Teyze uzun oy pusulasını zarfa sığdıramadığını, ona uğraştığını söyler. Gel biz koyarız artık zarfa diye çağırırlar. Neyse teyze gelince, sandık kurulundakiler merak ederler, kime oy vermiş diye.. Bakarlar pusula boş, kimseye mühür basmamış. Yapacak bir şey yok, oyu boş olarak sandığa atarlar.
Teyze gidince o kadar ne yaptı diye, oy kullanılan kapalı odaya giderler. Duvarda öğrenciler için bir afiş vardır. Omurgalı hayvanlar ve omurgasız hayvanlara örnekler içeren. Omurgasızlar da solucan vs., omurgalılarda da köpek, at filan vardır.
Teyzeye evde tembih etmişler ya, oy kullanmaya gidince Atı gördün mü, mühürü oraya bas diye ( o zamanki Adalet partisi ). Teyze mühürü duvarda bulunan afişteki o Atın üzerine basmış…
Babam
1938 yılında Trabzon'un dağ köylerinden birisi olan Şalpazarı Doğancı köyünde dünyaya gelmiş..
Kendi köyünde okul olmadığı için inatla ve ısrarla yürüyerek, uzakta ki komşu köyün okuluna gitmiş. Çok başarılı bulunduğu için 5 yıllık okuldan 4 yılda mezun ettirilmiş.
Daha ilkokulda iken zamanın Cumhurbaşkanı Celal Bayar'a mektup yazarak, " neden bizim köyümüzde okul yok?. Okul olsun ki tüm çocuklar okula gidebilsin" demiştir.. Bu mektup duyulduğu için de köyün muhtar ve ileri gelenleri tarafından " başımıza iş çıkarma" denilerek, fena halde fırçalanmış..
Kendi aile büyüklerinin değil destekleri, tüm engelleme çabalarına rağmen, Trabzon öğretmen okulu yatılı bölümünü kazanıp, orada okumaya devam etmiş..
1959 yılında öğretmen olunca Van Erciş 'in ilçeden eşek sırtında 6 saatte ulaşılabilinen bir köyüne giderek 3 yıl çalışmış. Buradan artık okul açıldığı için kendi köyüne çalışmaya gelmiş. Okula gelen hiç kız çocuğu olmadığı için kızların babalarına yalvar yakar ve kızların tüm okul masraflarını kendisinin karşılayacağı sözü vererek, köyün kızlarını okula kaydetmiş.
Aydın öğretmen olmanın tüm vasıflarını fazlası ile taşımıştır. Ülke gündemini de yakından takip etmiştir. Emekli olduktan sonra o zaman ki SHP nin ilçe başkanlığı, sonra CHP nin il yönetiminde görevler üstlenmiştir. Fanatik taraftarlar için söylenen söz Hasan Hoca için, " kessen kanından CHP akar " olarak uyarlanabilir )):).
10 kasım sabahı ameliyat olmuştu. Uyandığında saat 9.05 de uyanık olamamış olmanın hüznünü yaşayacak kadar da Atatürkçü..
Bizim Trabzon’daki köylerde her şey fazlası ile doğal ve içtenlikli idi. Çocukken köyde birisine kızıp da hersimizi ( öfkemizi ) alamadığımız zaman, sen bizim evin götünden geçersin derdik. Evin götünden geçmek evin alt tarafından geçmek demekti. Kızdığımız ya da kavga ettiğimiz arkadaş, eğer bizim evin götünden geçerse, artık bizim sahamıza girdiğinden, orada onu daha rahat dövebileceğimizi düşünürdük.
Burada yazınca argo gibi gelse de bu tanımlama çok doğal bir tarifti. İnekler tarlanın götünde otlatılabilirdi, ya da köyün götünden başına herkesi tanırdık gibi. Bu da küçük bir bilgi olarak buralarda bulunsun.
********************
Hikayeyi unutmuştum, babam anlatınca anımsadım..
Trabzon’da köyde komşumuz rahmetli Kadir amcanın karısı Fatma teyzenin dizleri çok ağrımaktadır. Doktora gitmeye hazırlanır ama gitmesi uzun zaman alır. Sonunda sağlık ocağına gider. Doktor arkadaş kendisine neden geldiğini, şikâyetlerini falan sorar, anlattırır. Sonra reçete yazıp, Fatma teyzeye uzatır. Fatma teyze bu durumdan hiç hoşnut olmaz. Doktor bey ben bir aydır buraya gelmeye çalışıyorum, bilseydim muayene etmeyeceğini, birileri ile derdimi anlattırırdım, sen de ilacımı gönderirdin diye sitem eder.
Aynı Fatma teyze sıkıntılar çekmeye başlar. Komşu köyden okuyup, üfleyip insanları tedavi ettiği söylenen bir köylüyü mahallede görünce, ondan kendisini okuyup, üfleyerek tedavi etmesini ister. Üfürükçü köylü, acelem var, ben eve gidince oradan okur sana üflerim, faydasını görürsün der ve gider..
Fatma teyze söylenmesinde kim söylensin. Benim her işim uzaktan halloluyor yahu derdi..
*********************************
Rahmetli oldu, Seyit Ali diye babamın bir arkadaşı vardı. Yeter ki ticaret olsun, her işe el atan, üç kağıtta sınır tanımayan bir yapısı vardı. Bir dönem Mercedes otobüsleri ana bayiliği, Dsp Üsküdar ilçe başkanlığı gibi faaliyetleri de olmuştu, o derece.. Son dönemde beni de kazıklamaya çalıştığı için aramız açılmıştı ya, neyse.
Hayvan pazarında canlı hayvan satmanın karlı bir iş olduğunu görüp, bir dönem o işe de soyunmuştu. Örneğin aslında 80 lira edecek bir danayı “vallahi de billahi, bu dana 100 lirayı gördü, 105 liradan aşağı satmam” diyerek, inandırıcı yemin ederek sattığını anlatmıştı. Yahu, yaşlandın artık böyle yalan yeminler sana yakışmıyor, bırak bu işleri artık demiştim. Yalan olduğunu nereden çıkarttın demişti. Danayı pazara götürmeden önce, cebimden 100 lira çıkarıyorum, dananın gözleri etrafında dolandırıyorum. Dana parayı görüyor işte, yalan değil ki demişti.
Düşünüyorum da, eskiden yalanın da bir adabı varmış !
*****************************
Trabzon’a gidip gelinir de hikâye oluşmaz mı?
Daha önce bir arkadaşım anlatmıştı. Tur ile Trabzon'a gittiklerinde bakkala gitmiş,” bir marlboro sigarası rica edebilir miyim “ demiş. Bakkalın cevabı “paran ile alacasun, niye yalvarayusun ki” olmuş. Yok canım demiştim. Hastane karşısında kafeye gittim. "Nescafe istiyorum , sütlü ama şekersiz alabilir miyim" dedim. "Paran ile alacasun, niye alamayasın ki” demez mi..
**************************
YAYLA EVİMİZ
Eski gaz tenekelerinden yapılmış çatısı vardı. Tavanda beton adına yapılmış hiç bir şey olmadığından yağmurun her damlasını, tüm tınısı ile duymanın keyfini sürdüğümüz yıllardı..
Yaz akşamları bile dışarısı buz gibi soğuk olurdu ve zaten elektrik olmadığı için genellikle erken yatardık... Yanan sobanın yanında bile olsak, kalın yün yorganlarının altında yatmak zorundaydık. İşte o sıcak yatakta, yağmurda yağıyorsa değme keyfimize..
Tek sıkıntımız birimizin sabah erkenden kalkıp, inekleri otlamaları için karşıdaki tepeye kadar götürmek zorunda olması idi..
Nereden çıktı şimdi bu muhabbet dediğinizi duyar gibiyim. Ortalığın toz duman olduğu, ne yazsan birilerinin çarpıtmaya çalıştığı zamanlardayız. Şair ne güzel söylemişti “biz büyüdük ve kirlendi dünya” diye.. keşke hiç büyümesek, tek derdimiz erkenden kalkıp inekleri otlamaya götürmek olsaydı.
******************************
Aca yarın Ayam nasıl olacak?
Bizim Karadenizlilerin, hele ki bizim bölgeden olanların hemen anladığı bu soruyu, eminim çoğu kişi anlamamıştır. Bizimkiler öyle uzun boylu, süslü sözcükler kullanmayı sevmezler. Aca, Acabanın kısaltılmışıdır. Ayam ise bir şeyin kısaltılması olmayıp, kendi başına direkt hava durumu demektir. Acaba hava nasıl olacak demenin bizdeki versiyonudur.
Karadeniz’de ki bitmek tükenmek bilmeyen yağışlı havayı düşünün. Hayvanların kışlık yiyeceği olan otlar biçilecek ama biçildikten sonra ıslanmadan kurutulması gerekir. Yoksa çürüdükleri için bir işe yaramazlar. Onun için eskilerimiz gece dışarı çıkıp yıldızlara bakarak yarın ki hava durumunu bilmeye çalışırlardı. Çoğu kez de tahminleri doğru çıkardı..
****************************
Çalışkan Ali
Okuma yazma bilmeyen hemşerim, askerde Ali Okuluna gider. Bilmeyenler için, Ali Okulu askerlikte okuma yazma bilmeyenler için açılan okulun adıdır.
Derslerdeki fişler genellikle şöyledir ya..
Bir gün bizim saf hemşeri dayanamaz. Komutanım bu Ali nerelidir diye sorar. Komutan da Manisa’lı, ama neden sordun ki diye sorar..
Yaşanmış olayı babam anlattı. Uydurma hikaye değildir.
********************