" Her yer en az bir defa görülmeyi hak ediyor "

GEÇMİŞTEN NOTLAR 7

 



******************************

Yaşanmış hikâye babamdan…

1970 li yıllar.. Genel seçimler var, köyün ilk okulunda sandık kurulmuş ve sandık başkanı da köyün öğretmeni olan babam.. Yaşlı bir teyze gelir, oy pusulasını verirler ve kapalı odaya oy kullanmaya gönderirler.

Beklerler, beklerler teyze gelmez. Birisi gider, teyze ne yapıyorsun gel artık der. Teyze uzun oy pusulasını zarfa sığdıramadığını, ona uğraştığını söyler. Gel biz koyarız artık zarfa diye çağırırlar. Neyse teyze gelince, sandık kurulundakiler merak ederler, kime oy vermiş diye.. Bakarlar pusula boş, kimseye mühür basmamış. Yapacak bir şey yok, oyu boş olarak sandığa atarlar.

Teyze gidince o kadar ne yaptı diye, oy kullanılan kapalı odaya giderler. Duvarda öğrenciler için bir afiş vardır. Omurgalı hayvanlar ve omurgasız hayvanlara örnekler içeren. Omurgasızlar da solucan vs., omurgalılarda da köpek, at filan vardır.

Teyzeye evde tembih etmişler ya, oy kullanmaya gidince Atı gördün mü, mühürü oraya bas diye ( o zamanki Adalet partisi ). Teyze mühürü duvarda bulunan afişteki o Atın üzerine basmış…

Babam der ki,” o gün bu gündür, bu milletin cahilliği gitmeden ülkeye medeniyetin geleceğine inanmıyorum…"


************************************




Babamın çok sevdiği ve sık anlattığı bir anısıdır.
Yıllar önce Trabzon'da öğretmenler günü kutlaması yapılıyor. Trabzon Öğretmen Okulu mezunları yaşı 90 lara gelmiş bir öğretmenlerinin öğretmenler gününü kutlamak için sıraya girmişler. Sıra ile elini öpüyorlar. Sıraya girenlerin yaş ortalaması da 70'in üzerinde.
Sıra babama gelince, öğretmeninin elini öpmüş, "hocam beni hatırladınız mı?" diye sormuş. Hocası bakmış "hatırladım desem yalan olur, bu beyinin de bir kapasitesi var, eskileri unutuyor ki, yenilerine yer açıyor" demiş. Orada olanlar, hocamız bize bir ders daha verdi demişler.
Şimdilerde babam da yenilere yer açmak için eskileri unutuyor olsa da, sıra Atatürk'e, Cumhuriyete, Devrimciliğe gelince maaşallah her şeyi hatırlatıyor.
Babam diye söylemiyorum. Bu ülkede bir avuç yurtsever aydın kaldı ise onlara çok şey borçluyuz.
Kısa bir İstanbul gezmesinde sevgili Annem ve Babam.

******************************

Babamdan
Pek çok yerde olduğu gibi bizim oralarda da vardı. Doğum olunca babaya ilk müjdeli haberi verene hediye verilir. Ama bu genellikle doğan bebek erkek ise daha bir harçlığı hak eden bir müjdedir. Babam bugün anlatınca ben de ilk defa öğrenmiş oldum.
4 erkek çocuktan sonra kız kardeşim Ayşe yaylada doğmuş. Komşu köyden birisi, nasıl olsa kız olmuş bir şey çıkmaz demiş ama yine de kahveye gidip babama müjde, kızın oldu demiş. Babamda çıkartıp 20 lira vermiş. O zamanki 20 lira iyi para. Üstelik kız bebek müjdesi için duyulmamış para. Adam şaşırmış, o zaman için 20 lira iyi para. O para ile kendisine lastik almış, artan ile pazar alışverişini yapmış..
Bebek Ayşe hasta olunca Trabzon'da bir çocuk doktoruna götürmüşler. Babam doktora " aman kızımıza iyi bakın" filan deyince doktor hanım şaşırmış " Allah Allah buralarda neden kız doğurdun diye karısını dövenleri çok gördüm ama kızı olduğu için sevineni ilk defa görüyorum" demiş.
Şimdilerde pek çok kişi hadi canım diyordur ama zamanın gerçekleri böyleydi..


***************************************

Babamdan...
Yıl 1969
Türkiye’de daha televizyon nedir bilinmediği, gazetelerin çok sınırlı dağıtım yapabildiği, en güncel haber alma aracı Trt nin günün belli saatlerinde “ajans” verdiği zamanlar..
Ve ajanslarda İnsanoğlunun ilk defa ayak bastığı haberleri verilmeye başlanmış.Köyde bizim İnsanlar arasında da bir tartışma başlar. Çoğu köylü bunun mümkün olamayacağını iddia eder. Babam köyün öğretmeni olarak, olayın doğruluğunu ikna etme derdindedir. Şöyle bir itiraz bile gelir; hadi oraya gidecek kadar bir uçak yaptılar diyelim. Ay dediğin şey işte görüyorsun küçücük, bozuk para kadar bir şey. Koca gökyüzünde oraya nasıl denk getireceksin, hadi denk getirdin nasıl ineceksin, denk getiremediğini düşünsene, koca gökyüzünde git de git....

*********************************

Babam

1938 yılında Trabzon'un dağ köylerinden birisi olan Şalpazarı Doğancı köyünde dünyaya gelmiş..

Kendi köyünde okul olmadığı için inatla ve ısrarla yürüyerek, uzakta ki komşu köyün okuluna gitmiş. Çok başarılı bulunduğu için 5 yıllık okuldan 4 yılda mezun ettirilmiş.

Daha ilkokulda iken zamanın Cumhurbaşkanı Celal Bayar'a mektup yazarak, " neden bizim köyümüzde okul yok?. Okul olsun ki tüm çocuklar okula gidebilsin" demiştir.. Bu mektup duyulduğu için de köyün muhtar ve ileri gelenleri tarafından " başımıza iş çıkarma" denilerek, fena halde fırçalanmış..

Kendi aile büyüklerinin değil destekleri, tüm engelleme çabalarına rağmen, Trabzon öğretmen okulu yatılı bölümünü kazanıp, orada okumaya devam etmiş..

1959 yılında öğretmen olunca Van Erciş 'in ilçeden eşek sırtında 6 saatte ulaşılabilinen bir köyüne giderek 3 yıl çalışmış. Buradan artık okul açıldığı için kendi köyüne çalışmaya gelmiş. Okula gelen hiç kız çocuğu olmadığı için kızların babalarına yalvar yakar ve kızların tüm okul masraflarını kendisinin karşılayacağı sözü vererek, köyün kızlarını okula kaydetmiş.

Aydın öğretmen olmanın tüm vasıflarını fazlası ile taşımıştır. Ülke gündemini de yakından takip etmiştir. Emekli olduktan sonra o zaman ki SHP nin ilçe başkanlığı, sonra CHP nin il yönetiminde görevler üstlenmiştir. Fanatik taraftarlar için söylenen söz Hasan Hoca için, " kessen kanından CHP akar " olarak uyarlanabilir )):).

10 kasım sabahı ameliyat olmuştu. Uyandığında saat 9.05 de uyanık olamamış olmanın hüznünü yaşayacak kadar da Atatürkçü..



**************************************


Yıl 1950' ler
Trabzon'da Tonya Postanesine adrese gönderilmek üzere buruşuk bir zarf gelir. Üzerinde
Celal Bayar
Cumhurreis
Ankara
yazmaktadır.
Postacı mektup Cumhurreise gidiyorsa böyle buruşuk zarf olmaz, düzgün zarf ile değiştirelim der. Zarfı değiştirmek için açınca da, mektubu getirenler ile içindekini okurlar.
“Pek Sayın Cumhurbaşkanım
Bizim köyde ilkokul yok. En yakın ilkokul komşu köyde ve orası çok uzak. Bu yüzden
köyümüzün birçok çocuğu okuyamıyor.
Bizim köye okul yapılması konusunda yardımlarınızı arz ederim.
Hasan Erata”
Zarf değiştirilir ama Hasan Erata'nın köydeki okula,okumaya karşı yobazlar duymasın diye, kendi ilçesi yerine komşu ilçe postanesinden göndermeye çalıştığı mektup artık duyulmuştur. Köyün muhtarı dahil, pek çok ileri geleni artık kendisine düşman kesilmiş, yetmemiş dövmeye çalışmışlardır. Kendisini meşhur kiraz değneği zoru ile mektubu geri almak için Tonya'ya postaneye gönderirler. Ama mektup çoktan gitmiştir. Postacı iyi adamdır, “sen kötü bir şey yapmadın ki.. Git köydekilere mektubu geri alıp,yırttım attım de " diye akıl verir. Söyleneni yaparak köydeki şiddetten kurtulur.
Aradan zaman geçer, okul olan köy ile kendi köyü arasında şiddetli kavgalar olur. Komşu köylüler öğrencilerin kendi köylerine gelmesini istemezler. Hasan Erata o sıralar taze öğretmen olarak Van'da çalışmaktadır. Muhtar haber gönderir, gel bizim köye okul yaptır, komşu köyden kurtulalım der. Hasan Erata zaten çok istediği okul için hemen gelir, gerekli işlere ön ayak olur, köyüne okul açtırır. Tayinini de köyüne aldırarak emekli olana kadar köyünde çalışır.
Düşünün ki o zamanlar, köydeki bir çocuğun aklına Cumhurbaşkanına mektup yazıp köye okul istemek gelsin ve aklına geleni yapsın. İşte babam Hasan Erata'nın anılarından sadece küçük bir tanesi...
Babam gibi, Atatürk'ün aydınlattığı aydınlık yolda, sönmez ışık kaynaklarımız yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor.
İyi ki var
İyi ki varlar!

**************************************


İbrişimin kozaları
Battın Avşar kazaları
Sarıkamış'ta kırıldı
Gonca gülün tazeleri
Bugün günlerden SARIKAMIŞ
Benim büyük dedem yani babamın dedesi Çanakkale’de askerdir. Askerlik süresi o zaman ortalama 5 yıldır ama bunun aslında belirli bir süresi de yoktur. Birliğin durumuna, o günkü savaş koşullarına göre değişmektedir. Zaten askere gidene ölüme gidiyor, dönerse büyük mutluluk gözü ile bakılmaktadır. Askerler ile hiç bir iletişim yolu yok sayılacak dönemlerdir.
Büyük dedem askere gideli 3 yıl kadar olmuştur ve 1914 yılında doğu illerini Ruslar işgal etmeye başlamıştır. Onların birliği de Batıdan Sarıkamış'a gönderilmiştir. Çanakkale’den Kars'a yürüyerek gidildiği için, birlik Giresun'a kadar gelmiş, oradan Bayburt üzerinden Kars'a gidecektir. Büyük dedem orada komutanından izin istemiş. Trabzon'a gideyim, 2 tane çocuğum vardı onları bir göreyim, siz Erzurum'a varmadan size yetişirim demiş.
Eşi ve çocukları yayladadır ve onların yanına gider. Gördüğü manzara onu kahredecektir. Çünkü memlekette o kadar çok fakirlik ve yokluk vardır ki, karısı çocuklarına, açlıktan ağlamasınlar diye, ağaç yapraklarını toplayıp, kaynatıp çorba diye içirmektedir. Kalıp onlara yardım edecek vakti yoktur, birliğine yetişmek zorundadır. Eşine, yani büyük babaanneme “keşke buraya gelmeseydim, gelip de bu halinizi görmeseydim” der ve çıkıp gider. Zaten sonra da; anlatıldığına göre, onun da bulunduğu sipere bomba düşmesi sonucu hayatını kaybetmiştir…
22 Aralık Sarıkamış Harekatının 110. yıl dönümü. Yaşanmış on binlerce insan trajedileri arasında, küçük bir not olarak paylaşmak istedim.
Bu topraklar nice acılar, ne kanlar ile kurtarıldı, Cumhuriyet kuruldu. Günümüze bakınca insanın içi acıyor!..

**************************


Tanıyanlar bilir, sevgili babam ayaklı kütüphane gibidir. Madem köydeyim, onun anlattıklarından arada bir burada sizlerle de paylaşayım. İlk not, az önce kahvaltıda anlattıklarından olsun..
Babamın dedesi Çanakkale savaşına katılmak için evden ayrılmak üzeredir.. Karısı demiş ki "geçenlerde filanca komşularda şöyle bir kazan gördüm, gelirken o kazandan alıp gelsene ".. Dede şaşkın "hanım ben pazara gitmiyorum, harbe gidiyorum, harbe " der. ve gidiş o gidiş!..
Babamın amcası, Selim amca Kurtuluş savaşına 16 yaşında iken katılmış. Eli silah tutanın askere alındığı zamanlar. Çoğu kez İsmet İnönü'nün olduğu birliklerde savaşmış. Bir gün Afyon yakınlarında askerlerin ceplerinden bir şeyler alıp yediğini gören İnönü, ne yiyorsunuz diye yanlarına gelmiş. Askerin birisi cebinden bir avup kuru buğday çıkarmış, komutanım buğday ile karnımızı doyuruyoruz demiş. Yokluğun o derece derin olduğu zamanlar. İnönü askerin elindeki buğdaydan biraz almış, yiyerek devam etmiş..
Selim amca köye gelmiş, zaman geçmiş, Adnan Menderes rüzgarı esiyor. Köydeki bazıları Selim amcayı kandırıp Menderese oy attırmışlar. Amca yaptığı hatayı anlamış ama iş işten geçmiş. Ölene kadar, hayatta tek günahım var, o da Menderese oy vermek dermiş.


*********************************

Babamdan
Bizim yeğen Mehmet 7-8 yaşlarında yaylaya gelmişler. Babamla gezerken birisi babama "hocam, haftaya sis dağı yaylasına gidecek misin?" diye sormuş. Babam da "Allah izin verirse gideceğim" demiş. Mehmet dönmüş " dayı, Allah'ın izin verip vermediğini nereden bileceksin?" diye sormuş..
Babam şaşırıp kaldım, cevap veremedim der. Siz nasıl anlıyorsunuz izin verip vermediğini diye sorar..
----
Şimdileri bilmiyorum ama eskiden Arhavi insanı çok iyi niyetli, kavga nedir bilmeyen güzel insanlarmış. Hemşin'liler de tam tersi.
Günün birinde Hemşin'li kabadayı, korumaları olan birisi Arhavi'linin arabasına çarpmış. İş kavgaya dönünce Arhavi'li silahını çekince Hemşin'linin korumaları da silahlarını çekmiş. Korumalar patronlarına vuralım mı diye sorunca Hemşin'li "madem Arhavi'den silah çekecek cesaretli birisi de çıktı, vurmayın" demiş..
-----
Köyde suni gübre satan Bakkal Bekir amca köyden birisine eksik gübre gönderince, köylü koşa koşa sinirle bakkala gitmiş. "seninde dövüşmeye geldim" demiş. Bizim Bekir amca sakin "Tamam dövüşelim ama ben dövüş bilmiyorum ki, önce bana dövüşmeyi öğret de sonra dövüşelim" demiş. Köylü bakmış yapacak bir şey yok, sinirle gerisin geri çıkıp gitmiş.
-----
Bakkal Bekir amcadan sinek ilacı alan köylü, bir süre sonra sinek ilacı elinde bakkala gelmiş. Bana sattığın bu ilaç sinekleri öldürmüyor, geri al demiş. Bekir amca, nasıl kullandın da sinekleri öldürmüyor diye sorunca, vatandaş nasıl kullanacam odaya sıkıp kapıyı kapattım demiş. Bekir amca itiraz eder " yoo, öyle olmaz. önce sineği yakalacaksın, ilacı da gözüne sıkacaksın!"


******************************************


Bizim Trabzon’daki köylerde her şey fazlası ile doğal ve içtenlikli idi. Çocukken köyde birisine kızıp da hersimizi ( öfkemizi ) alamadığımız zaman, sen bizim evin götünden geçersin derdik. Evin götünden geçmek evin alt tarafından geçmek demekti. Kızdığımız ya da kavga ettiğimiz arkadaş, eğer bizim evin götünden geçerse, artık bizim sahamıza girdiğinden, orada onu daha rahat dövebileceğimizi düşünürdük.

Burada yazınca argo gibi gelse de bu tanımlama çok doğal bir tarifti. İnekler tarlanın götünde otlatılabilirdi, ya da köyün götünden başına herkesi tanırdık gibi. Bu da küçük bir bilgi olarak buralarda bulunsun.


********************


Hikayeyi unutmuştum, babam anlatınca anımsadım..

Trabzon’da köyde komşumuz rahmetli Kadir amcanın karısı Fatma teyzenin dizleri çok ağrımaktadır. Doktora gitmeye hazırlanır ama gitmesi uzun zaman alır. Sonunda sağlık ocağına gider. Doktor arkadaş kendisine neden geldiğini, şikâyetlerini falan sorar, anlattırır. Sonra reçete yazıp, Fatma teyzeye uzatır. Fatma teyze bu durumdan hiç hoşnut olmaz. Doktor bey ben bir aydır buraya gelmeye çalışıyorum, bilseydim muayene etmeyeceğini, birileri ile derdimi anlattırırdım, sen de ilacımı gönderirdin diye sitem eder.


Aynı Fatma teyze sıkıntılar çekmeye başlar. Komşu köyden okuyup, üfleyip insanları tedavi ettiği söylenen bir köylüyü mahallede görünce, ondan kendisini okuyup, üfleyerek tedavi etmesini ister. Üfürükçü köylü, acelem var, ben eve gidince oradan okur sana üflerim, faydasını görürsün der ve gider..

Fatma teyze söylenmesinde kim söylensin. Benim her işim uzaktan halloluyor yahu derdi..


*********************************


Rahmetli oldu, Seyit Ali diye babamın bir arkadaşı vardı. Yeter ki ticaret olsun, her işe el atan, üç kağıtta sınır tanımayan bir yapısı vardı. Bir dönem Mercedes otobüsleri ana bayiliği, Dsp Üsküdar ilçe başkanlığı gibi faaliyetleri de olmuştu, o derece.. Son dönemde beni de kazıklamaya çalıştığı için aramız açılmıştı ya, neyse.

Hayvan pazarında canlı hayvan satmanın karlı bir iş olduğunu görüp, bir dönem o işe de soyunmuştu. Örneğin aslında 80 lira edecek bir danayı “vallahi de billahi, bu dana 100 lirayı gördü, 105 liradan aşağı satmam” diyerek, inandırıcı yemin ederek sattığını anlatmıştı. Yahu, yaşlandın artık böyle yalan yeminler sana yakışmıyor, bırak bu işleri artık demiştim. Yalan olduğunu nereden çıkarttın demişti. Danayı pazara götürmeden önce, cebimden 100 lira çıkarıyorum, dananın gözleri etrafında dolandırıyorum. Dana parayı görüyor işte, yalan değil ki demişti.

Düşünüyorum da, eskiden yalanın da bir adabı varmış !


*****************************


Trabzon’a gidip gelinir de hikâye oluşmaz mı?

Uçağa bindik, kalkmayı bekliyoruz. Yanımdaki amca sordu, 
- Uşağum, nereye gidiyorsun? .. 
- Amca bu Trabzon uçağı ama ben Samsun’da ineceğim…
demedim tabii ki
-Amca uçak Trabzon’a gidiyor, bütün yolcular da Trabzon’a gidiyor, dedim..

Daha önce bir arkadaşım anlatmıştı. Tur ile Trabzon'a gittiklerinde bakkala gitmiş,” bir marlboro sigarası rica edebilir miyim “ demiş. Bakkalın cevabı “paran ile alacasun, niye yalvarayusun ki” olmuş. Yok canım demiştim. Hastane karşısında kafeye gittim. "Nescafe istiyorum , sütlü ama şekersiz alabilir miyim" dedim. "Paran ile alacasun, niye alamayasın ki” demez mi..

Uçak uzun süre tur attıktan Sabiha Gökçene epey gecikmeli olarak indi. Herkes zaten sıkılmış durumda, biran önce çıkmak için koridorda ayaklandılar. Kapıların açılması da gecikince, arkamdaki sıradaki kadının frenleri boşaldı.. Bu nasıl uçakmış böyle, zaten bunalmış durumdaymış, başının üstünde bekleyerek kafayı yedireceklermiş, zaten uçak yolculuğundan nefret edermiş falan.. sayıyor da sayıyor.. Arka sıralardan bir ses;

-Hanımefendi, bir daha ki sefere özel uçağınız ile gelirsiniz artık.. 
Zaten gerilmiş olan millet patlattılar kahkahayı, kadın mosmor.


****************************

İş yerinde 2 doktor çalışıyoruz ve diğer arkadaş izinde.

Haliyle onun hastalarına da ben bakıyorum. Onun hastası olan teyze odaya girdi. Tipik Karadenizli şivesi ile kızarak “uşağum sen nasıl Trabzon’lusun böyle” dedi. Teyzeyi ilk defa görüyorum ama belli ki o beni tanıyor. Acaba ne suçum oldu diye düşünürken “şimdi yayla zamanları, senin oralarda olman lazım değil mi?, sen niye izine ayrılmadın da Fatma hanımı gönderdin” dedi..


Biran için yaylalara gidip gelmedim değil. Halden anlayan teyzem, sağ olasın da, söylemek zorunda mıydın !


**************************


YAYLA EVİMİZ

Eski gaz tenekelerinden yapılmış çatısı vardı. Tavanda beton adına yapılmış hiç bir şey olmadığından yağmurun her damlasını, tüm tınısı ile duymanın keyfini sürdüğümüz yıllardı..

Yaz akşamları bile dışarısı buz gibi soğuk olurdu ve zaten elektrik olmadığı için genellikle erken yatardık... Yanan sobanın yanında bile olsak, kalın yün yorganlarının altında yatmak zorundaydık. İşte o sıcak yatakta, yağmurda yağıyorsa değme keyfimize..

Tek sıkıntımız birimizin sabah erkenden kalkıp, inekleri otlamaları için karşıdaki tepeye kadar götürmek zorunda olması idi..

Nereden çıktı şimdi bu muhabbet dediğinizi duyar gibiyim. Ortalığın toz duman olduğu, ne yazsan birilerinin çarpıtmaya çalıştığı zamanlardayız. Şair ne güzel söylemişti “biz büyüdük ve kirlendi dünya” diye.. keşke hiç büyümesek, tek derdimiz erkenden kalkıp inekleri otlamaya götürmek olsaydı.


******************************


Aca yarın Ayam nasıl olacak?

Bizim Karadenizlilerin, hele ki bizim bölgeden olanların hemen anladığı bu soruyu, eminim çoğu kişi anlamamıştır. Bizimkiler öyle uzun boylu, süslü sözcükler kullanmayı sevmezler. Aca, Acabanın kısaltılmışıdır. Ayam ise bir şeyin kısaltılması olmayıp, kendi başına direkt hava durumu demektir. Acaba hava nasıl olacak demenin bizdeki versiyonudur.

Karadeniz’de ki bitmek tükenmek bilmeyen yağışlı havayı düşünün. Hayvanların kışlık yiyeceği olan otlar biçilecek ama biçildikten sonra ıslanmadan kurutulması gerekir. Yoksa çürüdükleri için bir işe yaramazlar. Onun için eskilerimiz gece dışarı çıkıp yıldızlara bakarak yarın ki hava durumunu bilmeye çalışırlardı. Çoğu kez de tahminleri doğru çıkardı..


****************************


Çalışkan Ali

Okuma yazma bilmeyen hemşerim, askerde Ali Okuluna gider. Bilmeyenler için, Ali Okulu askerlikte okuma yazma bilmeyenler için açılan okulun adıdır.

Derslerdeki fişler genellikle şöyledir ya..

-Ali gel
-Ali tut
-Ali topu at
-Ali yemek ye
-Ali ata bak

Bir gün bizim saf hemşeri dayanamaz. Komutanım bu Ali nerelidir diye sorar. Komutan da Manisa’lı, ama neden sordun ki diye sorar..


Cevap;
-Komutanım bu Ali ne kadar çalışkan böyle, herkes onu buyuruyor. Merak ettim, terhis olunca gidip onu ziyaret edeceğim!

Yaşanmış olayı babam anlattı. Uydurma hikaye değildir.


********************




1960 lardan bir fotoğraf
60 yıl önce Öğretmenler Ankara'da bir eylemde ve eldeki pankartta " aynı işe farklı para yüreklere yara " yazıyor.. Pankartı taşıyan ise babam Hasan Erata..
Bugün aynı eylem olsa, sağlığı yetse yine kalkar gider. Daha yeni, bu gidişimde öğrendim. Bugünkü iktidarın önemli bir yetkilisi "hocam seni tören ile bizim partiye üye yapalım, dile benden ne dilersen " demiş. Babam hiç düşünmeden "Sizin partiye gelsem 'hoca delirmiş derler', siz delirmiş hocayı partinizde istermisiniz?" diye sormuş.. Adamcağız sadece haklısın hocam diyebilmiş. Üç kuruş menfaati için oyunu, namusunu satanların anlayamayacağı bir ilkeli davranış, yaşam biçimi..
Kendi payıma onunla her zaman gurur duydum. ilk öğretmenim de olan kendisinden Atatürk'çülüğün değerini, aydın olmanın sorumluluğunu öğrendim. Bütün bu toplumsal yazılardan bir türlü kopamamanın kökeni de onun eseri. Anlaşıldı sanırım!

*************************


Babamdan
İdam cezasının uygulandığı yıllar.. Trabzon'da idam cezasının infazı şimdiki meydan parkta olurmuş. İdam edilenler iple asıldıktan sonra ahali görsün diye bir gün boyunca direkte sallanır vaziyette tutulurmuş..
Tonya civarında o zamanın iki kafadar yaramaz adamı varmış. Hırsızlık, adam öldürme filan işleri onlardan sorulurmuş. Birisi lebeş diğeri Zımbanoğlu lakaplı bu iki kafadar son adam öldürmelerinden sonra, onların öldürdüğü ispatlanınca idam cezasına mahkum olmuşlar.
Artık ertesi gün asılacaklar. Cezaevinde konuşuyorlar. Lebeş, Zımbanoğluna "beni yoldan çıkardın, bütün kötülükleri senin yüzünden yaptık, bak yarın senin yüzünden asılacağız" demiş..Zımbanoğlunda cevap " Yahu normal ölseydin seni kim tanıyacaktı, cenazeni görmeye kim gelecekti. Şimdi bütün Trabzon seni tanıyacak, cenazeni görmeye gelecek, bu nam sana yeter!"

******************************

Babamdan
Şıh uçmaz müridi uçurur notları
Komşu köyde çok derin hoca dedikleri birisi varmış. Öyle ki uçtuğuna bile inanılırmış. Hoca bir gün eve gelmiş üstü başı ıslak, su içerisinde. Karısı bu ne hal diye kızmış. Hoca "denizde bir gemi batıyordu gittim onu kurtardım. Sen ne diyorsun" diyerek kızmış ve uçup gitmiş. Gidiş o gidiş...
---
Bizim kahvede millet anlatıyormuş. Köye bir hoca gelmiş, kadınları toplamış zikir çekiyorlar. Kadınlar hocanın evin duvarlarında uçtuğunu anlatmışlar. Bizim Hasan emmi uşaklar demiş, ben rakıyı çok kaçırınca bu kahvede hepinizi duvarlarda uçuyor görüyorum. Hoca kadınlara okunmuş su diye rakı veriyordur. Kadınlar rakıya alışık değilya, sarhoş olup hocayı uçuyor olarak görüyorlardır..
---
Madem hoca muhabbeti, babaannemin hikayesini de yazayım.
Rahmetli babaannem İstanbul'a gidince bakmış komşu kadınlar zikir çekmek için bir yere gidiyorlar. O da onlarla gitmiş. Hoca demiş ki "ana sen buraya kadar yorulma, evde dua oku buraya doğru üfle, nefesin buraya gelir"..
Bunu duyan halam, babaanneme acı gerçeği söylemiş.. "Ana sen bir kocakarısın, hoca seni ne yapsın. oradaki kadınları görmedin mi hepsi genç, kök gibi!"


**************************************

Babamdan
Ali'ler alınmasın ama
Köyden birisi pazarda karayemiş alıyormuş. Hiç tanımadığı birisi yanına yaklaşmış "senin adın Ali'mi? " diye sorup geçmiş. Adam şaşırmış ama bir şey anlamamış. Aynı adam geri dönmüş yine "senin adın Ali'mi?" diye sorarak geçmiş. Bizimkisi şaşkın şaşkın bakmış ama ne olduğunu anlamamış.
Karayemişi alıp evine gelince bakmış ki bütün karayemişler kurtlu.. O zaman anlamış, senin adın Ali'mi diye soran adamın, satıcıdan korkusuna onu ancak öyle uyarmaya çalıştığını..


*************************************

Babamdan
1970 li yıllar.. genel seçimler var, köyün ilk okulunda sandık kurulmuş ve sandık başkanı da babam.. Yaşlıca bir teyze gelir. Oy pusulasını verirler ve kapalı odaya oy kullanmaya gönderirler. Beklerler, beklerler teyze gelmez. Birisi gider, teyze ne yapıyorsun gel artık der. Neyse teyze gelince, sandık kurulundakiler merak ederler, kime oy vermiş diye.. Bakarlar pusula boş, kimseye mühür basmamış. Yapacak bir şey yok, boş olarak sandığa atarlar.
Teyze gidince merak ederler o kadar ne yaptı diye, oy kullanılan kapalı odaya giderler. Duvarda öğrenciler için bir afiş vardır. Omurgalı hayvanlar ve omurgasız hayvanlara örnekler içeren. Omurgasızlar da solucan vs. vardır, omurgalılarda da köpek, at vs. vardır.
Teyzeye evde tembih etmişler ya, oy kullanmaya gidince atı gördün mü, mühürü oraya bas diye. Teyze mühürü duvarda afişteki atın üzerine basmış!

***************************

Babamdan
İstanbul Beylerbeyi'nde mezarlığın yanında oturan, babamın tanıdığı oyuncakçı Necip diye birisi varmış. Fark etmiş ki bir teyze her gün mezarlığa gelip, dua okuyup gidiyor. Bir gün yanına gidip "teyze gelip burada dua okuyup gitme" demiş.

Teyze şaşkın şaşkın niye ki diye sorunca da "sen dua okuyup gidiyorsun, akşam olunca burada yatanlar duadan en fazla ben alacağım diye kavga ediyorlar, gürültülerinden uyuyamıyorum" demiş..

Teyze üzülmüş, "ne bileyim keşke daha önce söyleseydin, bir daha gelmem" diyerek gitmiş. Ve hakikaten de bir daha gelmemiş.