" Her yer en az bir defa görülmeyi hak ediyor "

GEÇMİŞTEN NOTLAR 6

 

Tohumdun
Toprağa sürdüler
Akarsuydun
Yüzlerine sürdüler seni
Işıdı yüzleri
Doğan güne karşı
İnsana sürdüler seni
Ağaçlara sürdüler
Yeşil dal uçlarında
Bahar sürgünü doğmaların
Bundandır…
Sözün özü “Kendi yurdunda sürgünsün”…
Bugün İstanbul’da çekilmiş bu fotoğrafı görünce sevgili Erdal Atabek hocamızın kitabı geldi aklıma..

Turiste her şey serbest.. Yeme, içme, alkol, maske, mesafe… bizim garibanlar hizmet etsin. Aynı evrende, aynı zaman diliminde, ayrı dünyalar.


*******************

-hoş geldiniz?
-hoş bulduk, teşekkür ederiz
-kaç kişi olacaksınız?
-sonradan artmazsa 5 kişi olacağız
-sizi şöyle alalım. buyurun siparişinizi de alayım
-valla karnımız çok aç. önce hızlıca sıcak lavaş, tereyağlı peyniri alalım.
-tamam efendim hemen göndereceğim. sonrası?
-beyaz peynir alırız
-yanında kavun da alır mısınız?
-kavun güzel ise alırız, değilse verme
-tamam efendim, ayarlayacağım. mezelerden?
-hımmm… taze olanlardan bir kaç çeşit alalım. ben pilaki istiyorum. atom çok acılı değilse ondan da alırız. hadi arkadaşlar söyleyin bir şeyler. ama sarımsaksız olsun, malum sarımsaklı yemiyorum.
-sen söyle kafana göre işte
-hımmm… sen bize patlıcan ezmesi ver. güzel bir bol cevizli ezme salata yaptır. sonra da araya birer paçanga yaptırdın mı yeter. etleri sonra söyleriz.
- tamam efendim. ne içeceksiniz?
- bir tane büyüklük yeter
-hangisinden olsun?
-hımmm. hadi bu defa yeni seri olsun
-tamam efendim, hemen gönderiyorum..
-teşekkür ederiz
valla özledim bu hımmm, yok ondan istemem, şundan isterim demeyi.
Geçen ay Amerika’da 2 bira 3 burgere 60 dolar verdiğim için bir süre parası koymaz.. diye umuyorum. Koyarsa hımmm demek istiyorum.


***************************




-oğlum kalk hadi, geç kalıyorsun
-yaa, gitmesem olmaz mı?
- olur mu öyle şey, gitmen lazım
-tamam, birazdan kalkarım
aradan 3-5 dakika geçer
- oğlum, herkes gitti.. hadi ama, geç kalacaksın
- öfff, tamam kalkıyorum
yüzünü yalap şalap yıkayıp, akşamdan hazırladığın bayramlık giysilerini giyip, kendini dışarı atarsın. bayram namazına geç kalmamak için koşar adım camiye gidersin. geç kalma kaygısı ile gidersin ama caminin yarısı boştur. imam bir taraftan bir şeyler anlatır, ne anlattığının çok önemi yoktur. zaman geçer, geçer.. uykun yeniden bastırmaya başlar. aradan yarım saat geçer, yetmez bir saat geçer. imam anlatmaya devam eder. içinden kızgınlığın kabarmaya başlar. madem zamanında kılınmayacak bu namaz neden sabahın köründe kalkıp geldim buraya. bir saat daha uyusam ne olurdu ki sanki.. annene kızarsın içinden, neden erkenden kaldırıp gönderdi diye.
sonunda vakit geldi denilir, aslında çoktan gelip geçmiş vakitte. namaz kılınır, dualar edilir filan ve herkes dışarıda.. dışarıda telaşın keşmekeşi.. herkes bir an önce herkesle bayramlaşıp, 2 gündür pişmekte olan keşkekten yeme peşinde.. samimi olanlarla, akraba olanlarla kucaklaşılıp öpüşülür, az samimi olup, akraba olmayanlarla tokalaşarak bayramlaşılır. bayramın mübarek olsun, nice bayramlar göresin denilir..
zaman geçtikçe tekrarlar başlar. ayy, seninle bayramlaşmadık mı soruları. bazılarından eminsindir, bayramlaştığına .. ama bayramın nezaketi hatırına sahte gülümsemeni takınıp, yeniden bayramlaşırsın.
bu keşmekeş cami kapısında bir saat filan sürer.. sonra herkes kendisine yakın buldukları ile sofralar oluşturup, önceden görevlendirilenlerin dağıttıkları keşkeklere kaşık sallamaya başlar. bir aydır oruç tutup, kahvaltıyı unutmuş boş midelere sabahın köründe yenebilecek en ağır yemeklerden olan etli keşkek indirilir. sonrası 2-3 gün sürecek mide şişkinliği, yanması, gaz olacağını bile bile..
eski bayramlar deyince… bizim köydeki ( trabzon şalpazarı’nda) hikaye böyle idi.. . aklıma geldi.. şimdi uzaklardasın, gönül hicran dolu… eşliğinde..


*****************************


Filistin hikayesi..
Valla hakim olduğum bir konu değil. Bilenlerden bilgi rica etsek?..
-Neden temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp önümüze konuluyor?
-Filistinliler hakikaten o kadar haklılarsa neden bizden başka onları destekleyen yok?
-Filistin’liler bizim dostumuz ise neden bundan bizim haberimiz yok? Hangi uluslararası konuda bizi desteklediler?
-Sadece müslüman kardeşlerimiz olduğu için destekliyor isek, mesela Yemen’deki müslümanlar daha fazla acı çekerken neden aynı insanların sesi çıkmaz?
-Filistin’lilerin ve aslında bütün Arap dünyasının bizim arkamızdan çevirdikleri işleri neden hep görmezden geliriz?
-Neden her türlü gösteri ve yürüyüşe olmaz diyen devletimiz, konu Filistin olunca hep görmezden gelir!
-Filistin konusu olunca anında organize olup sokağa dökülenler, neden başka haksızlıklarda suspusturlar?
-Ayıdan post Arap'tan dost olmaz sözü neden söylenmiştir?
-Filistin askısının Filistin ile ilgisi var mıdır?
Şimdilik bu kadar soru yeter. Yoksa aklımda çok daha fazlası bulunu duru!


************************************

Ezan okunurken köpekler neden ulur?
Malum Amerika dönüşü jetlag sürecindeyiz. Uykunun zamanı , saati henüz oturmadı. Sabah 04 de uyanıp bir şeyler okuyorum filan. Öyle olunca köpeklerin uluması tekrar dikkatimi çekti, az önce olduğu gibi. Neyse işte, çoktandır aklımdaydı, biraz araştırayım dedim. Ezan okunurken köpekler neler ulur.. Ciddi mevzu

Bilim insanlarına göre Köpeklerin duyu hassasiyetleri insanınkinden daha uç sınırlara erişebiliyor. Yani köpekler bizim duyamadığımız tiz sesleri de duyabiliyorlar. Bu sebeple köpeklerin aşırı gürültülü seslerde kulaklarından rahatsız olduklarını ve buna tepki olarak havlayıp uluduklarını söylüyorlar.
Ama başka bilimsel görüşler de var.. Mesela AK İT gazetemsi paçavrasına göre ;
Bir hadiste Ezan okurken şeytanların kaçtığı bildirilmiştir. Demek ki, hayvanlar bizim görmediğimiz varlıkları görüyorlar .
Ezan okurken köpeklerin ulumasına hadisler çerçevesinde bakmak lazım. Çünkü köpeklerin neyi görüp uluduğunu bilmiyoruz. O zaman köpeklerin de ezan okurken şeytanların kaçışını görüp ulumuş olabileceğini düşünebiliriz.
Benden bu kadar.. Şeytanınız bol olsun.

************************************


Tencere dibin kara, seninki benden kara..
Aradan yüzyıldan fazla zaman geçmiş. Ama samimiyetsiz, iki yüzlü siyaset işte. Seninkiler çok insan öldürmüştü, yok bizimkiler daha az insan öldürmüştü. Gerekçeler, gerekçeler. Bitmek bilmeyen gerekçeler..Sonuçta herkesin geçmişi karışık, herkesin dibi kara!
İnsanlık insanların daha mutlu, huzurlu, yarınlardan umutlu yaşamları sağlamakla uğraşmalı. Geçmişin karanlık dehlizlerinde boğulmamalı.
Dünya artık herkesin,hepimizin..Geçmişteki kötülükleri yarıştırmanın kimseye faydası yok..
Bizim şansızlığımız demokrasi, özgürlük, insan hakları, eşitlik, adalet kültürü olmayan ortadoğu coğrafyasında olmak.
Düzeltmek için ne söylesen kıçından anlayanlara rağmen, söylemekten vazgeçmemeli.


***********************



Washington'da Sakura zamanı
'Kiraz Çiçeği'' anlamına gelen Sakura, meyve vermeyen bir tür kiraz ağacının çiçeğidir.
Çiçekleri ağır ağır açar ama çok çabuk dökülür. Hem hayatın başlangıcını yani baharı müjdeler, hem de kaçınılmaz sonunu simgeler. Japonya’da baharın müjdecisi olmasına rağmen, daha solmadan en güzel halindeyken dallarından düşmesi sebebiyle edebiyatta ölüm ile yaşamın birlikteliğini ifade eder.
Bu çiçek martın son haftası ile nisanın ilk haftası açar ve Japonya’da bu dönem kutsal sayılırmış. Öyle ki hava durumundan sonra bir de “Sakura Durumu” verilmiş.


**************************

yağmur yağıyor
sesi kulağımda
yağmur yağıyor
tınısı yüreğimde
yağmur yağıyor
ruhumu okşuyor
yağmur yağıyor
eskileri anımsatıyor..
yayla evindeyiz
Eski gaz tenekelerinden yapılmış çatısı vardı. Tavanda beton adına yapılmış hiç bir şey olmadığından yağmurun her damlasını, tüm tınısı ile duymanın keyfini sürdüğümüz yıllardı..
Yaz akşamları bile dışarısı buz gibi soğuk olurdu ve zaten elektrik olmadığı için genellikle erken yatardık... Yanan sobanın yanında bile olsak, kalın yün yorganlarının altında yatmak zorundaydık. İşte o sıcak yatakta, yağmur da yağıyorsa değme keyfimize..
Tek sıkıntımız birimizin sabah erkenden kalkıp, inekleri otlamaları için karşıdaki tepeye kadar götürmek zorunda olmak..
Nereden çıktı şimdi bu muhabbet dediğinizi duyar gibiyim. Ortalığın toz duman olduğu, ne yazsan birilerinin çarpıtmaya çalıştığı zamanlardayız. Şair ne güzel söylemiş “biz büyüdük ve kirlendi dünya” diye.. keşke hiç büyümesek, tek derdimiz erkenden kalkıp inekleri otlamaya götürmek olsaydı…
karavanda yağmurun sesi
yayla evi değil tabiki de
ama
yağmur yağıyor
sesi kulağımda
yağmur yağıyor
tınısı yüreğimde...


*********************



bahane
bir şiir yazın bakalım şahane
okurken güzel de, ya yazmak?
oraya gelince her şey bahane..
bunları düşündüm durduk yere
aruz, vezin, dörtlük hikaye
anlatılmak istenen dert bahane..
olmadı derseniz de olur
gönüller bir olsun
gerisi, her şey bahane
şiir yazmak zordur derler, zormuş
kelimeleri sıralamak zor derler
hele ki çalışmadan böylesi direkt yazmak
zormuş be zormuş, deneyin görün
bahaneye gerek yok
derseniz buyrun
yazın iki satır şiir
ama işin kolayına kaçmadan
bahane üretmeden!

erata


**************************




Yaw arkadaş bu kadar mı uyumlu giyinilir.. Resmen kendimle pişti olmuşum ))


*****************************




İnsanoğlu doyumsuz .. mu acaba?
Şuanda benim karavanın ama aynı zamanda hemen önüne park ettiğim evin 7/24 manzarası böyle. Bodrum Güvercinlik koyunu boydan boya gören denize sıfır ev.. İnsanoğlu böyle bir yerde evi olduktan sonra başka ne ister ki?.. soru bu..
Az önce o evde oturduklarını söyleyen 60 lı yaşlarında karı koca çift heyecanla yanıma geldiler. 15 yıldır burada oturuyorlarmış, burayı alıp taşındıktan sonra artık ölene kadar burada yaşarız diye düşünmüşler. Bir de tekne alıp evin önüne bağlamışlar.. Ohh, miss.. daha ne olsun. Gerçi bir defa tekneleri çalınmış, canları sıkılmış ama yenisini almışlar. (tekne de çalınabilen bir şeymiş.. hımmm)
Bir aydır kafayı karavana bozmuşlar. Artık buradan sıkıldık, karavan alıp gezelim demeye başlamışlar. İnternetten epey araştırmışlar. Klasik ilk soru.. yapabilir miyiz?.. Beni evlerinin önünde görünce heyecanlanmışlar, bu bir işaret herhalde deyip yanıma gelmişler. Yarım saat kadar karavancılığın artıları, eksileri anlatmaya çalıştım. Ayıp olmasa evle karavanı değişmeyi teklif edecektim

Bence karavancı olacaklar. ve sanırım bunda benim de katkım olmuş olacak..
Bu vesile aklıma yıllar yıllar önceki bir anım geldi. Daha lise yıllarım. Trabzon'da köydeyiz, dayım köye gelmiş, konuşuyoruz. Daha doğrusu ben unutmuştum ama dayım hep hatırlatır, herkese anlattığını da söyler. Dayım " bülent ne güzel köyünüz var, her taraf yem yeşil, her tarafta bol su var. çok şanslısınız" filan demiş. Ben de " dayı her şey çok güzel de insan sürekli bu yeşilliklere, ağaçlara, ormanlara bakınca bir süre sonra gözü onları görmez oluyor. Başka şeyler de görmek istiyor".. demişim. Bak şimdi jeton düştü, gezgin olacağım daha o yıllarda belliymiş aslında.. vaaay bee

Gelelim baştaki soruya.. İnsanoğlu gerçekten doyumsuz mu?.. yoksa olması gereken, normali bu mudur?. Bence b şıkkı. son kararım.


*************************


Tıbbın ve Tıpçının Çaresizliği..

Vatandaş 40 lı yaşlarında.. Fethiye'de yaşandığını iddia ettiği bir olayı anlatıyor. Efendim savaş sırasında bir askerin kafasını kılıçla kesip kopartmışlar ama o asker, Merkezden bilmem nereye kadar, 8 km daha kafasız olarak savaşmaya devam etmiş. 8 km sonunda ölmüş.
Bunun mümkün olamayacağını, ancak bir masal, savaşlara ait destansı masallardan olabileceğini anlatmaya çalıştım. Konu uzadı, beni ikna etmeye çalıştı da çalıştı.. Başka örneklerde desteklemeye çalıştı. Sonunda pes ettim, işi geyik muhabbete çevirdim.

Sonra düşündüm, bunun olduğuna inanan adamların başka nelere inanabileceğine.


******************************

Bir Göğüs hastalıkları hocası, kızı yurtdışına gittiği için twitter’de şu notu paylaşmış..
“Kızım yarın gidiyor. Gençler artık Türkiye’de yaşamak istemiyor. Türkiye’yi yaşanacak ülke olmaktan çıkaranlar umarım bir nebze düşünür ve vicdani olarak rahatsızlık hissederler. Özgürlük , adalet olmayan ve beyin gücü dışarı göç eden bir ülkenin ayakta kalması mümkün değildir.”
Adamı troller ordusu linç etmeye çalışmışlar. Sanırsın memleket güllük gülistanlık, her şey sütliman da bazıları oyun bozanlık yapıyorlar, memleketi satıyorlar.. Allah’ın yurtdışına gitmeyi yasakladığını yazan da olmuş, istese Atatürk’te yurtdışına gidebilirmiş ama kalıp mücadele etmeyi seçtiğini yazanlarda. Ama büyük çoğunluğa göre aslında buralarda her şey çok güzelmiş ama işte o dıj düçler yok mu, o dıj güçler her şey onların suçuymuş.. Gençlerin, o en akıllı beyinlerin gidip hizmet ettiği o dıj güçler, Oralara gidenler onların ellerini güçlendirmekle vatan hainliği yapıyorlarmış..
Dayanamadım, ben de kendi düşüncemi yazdım..
“Kızım 5 yıldır Amerika'da, genetik doktorasını bitirmek üzere. Türkiye'ye dönmek aklının ucundan bile geçmiyor ve geleceğe dair umutları var. buralardakiler gibi değil.. Başkalarının çocukları üzerinden milliyetçilik ahkamları kesenlere ne anlatılsa boşuna enerji kaybı..”..
Troller ordusunun yanında yüzlerce kişi de benim notumu beğenmiş, paylaşmış..
En basiti şu güzelim ülkeyi dünyanın mutlu insanlar sıralamasında 93. sıraya düşürmüşler hala utanmadan ahkam kesiyorlar.. Konu uzun.. hasret dolu.. özlem dolu. içim zaten dop dolu.. valla kırıcı olurum.. geri zekâlıları, embesilleri çekecek halim de, toleransım da kalmadı!


******************************************


Ekincik notları..
Gittiğimiz yerlerde inek sütü, köy yumurtası filan almaya çalışırız. Bu saatten sonra bari olabildiğince doğal beslenelim diye.
Önceki gün Ekincik'te inekleri olan teyzeden süt, yumurta istedik, akşam sütünü başkasına verecekmiş, yarın sabah gelin dedi. Eşim sabah gidip süt alıp geldi, yumurta henüz yok, biz getiririz karavana demişler. Dün akşamüstü saat 4 lerde 60 lı yaşlarında adam motosiklet ile 20 tane yumurta getirdi, 25 lira dedi. Bozuk paramız yetişmedi, 20 ve 50 lira var. 20 yi al, 5 sonra biz bırakırız, hem daha bir hafta buradayız, yine süt alırız dedik. Yok 50 yi verin, gidip bakkalda bozdurup geleyim dedi. Biraz gıcık olduk ama, yapacak bir şey yok. Adam parayı aldı, motoruna atlayıp gitti. Biraz sonra para üstünü getirip gitti..
Şimdi öğrendik ki dün akşam saat 5 gibi köyde birisi intihar etmiş, jandarma, savcı filan buradaymış..
Ve süpriizz. Bize yumurta getirip, 5 lirayı sonra bırakmamızı kabul etmeyen adam, para üstünü getirdikten sonra bağ evi gibi bir yere gidip intihar etmiş!...


**************************




Az önce oltaya takılan küçük balıktan şüphelendik, bu nasıl balık, nedir ki filan derken, balığın alt tarafı saniyeler içerisinde böyle şişince anladık ki bu bir balon balığı. Yakaladığımız biraz küçük, belki de yavru.. Bu fotoğrafını çektim, böyle bakınca çok fotojenik duruyor ama gelin biraz bilgi vereyim ki "denizden ne çıkarsa yerim" diyenlerdenseniz, tekrar düşünün..
Balon Balığı
İki ayrı yan çizgiye sahiptir. Altta olan yan çizgi deri katlanmasının altında bulunur.
Kuyruk sapı dardır. Kuyruk yüzgeci hilal şeklindedir. Burnun her iki tarafında az gelişmiş bir papilla ile birlikte iki adet burun deliği bulunur. Vücudun gerisinde pul bulunmaz
Zehri derisinde, yumurtalıklarında, üreme organlarında, karaciğerinde bulunuyor. Kıyas için söyleyeyim, zehiri siyanürden 1200 kat daha yüksek. Daha çok zehirli yerlerini yenilince zehirliyor ama elinize deri dikenleri batarsa da zehirleyebiliyor. Zehir etkisini çok hızlı gösteriyor. Özellikle tüketildikten sonraki ilk bir saatin içerisinde mutlaka belirti veriyor. Belirtisi ise ağızda bir yanma hissi, metalik tat, terleme olur. Akabinde ise bulantı ve kusma görülüyor.
Bu belirtiler görülmeye başlandığı anda kişinin balon balığı zehirlenmesi yaşadığını söyleyebiliriz. Çok özel bir zehir ve özellikle vücutta kasları felç ediyor. Kasları felç eden bir zehrin akciğerdeki solunum kaslarını felç etmesi insanların solunum yetmezliğinden ölümüne kadar yol açabiliyor. Hızlı müdahale çok önemli. Maalesef bazı zehirlenmelerde panzehir olur ancak bunun panzehri şu an için yoktur. O nedenle acil servis ve hastanelerde yaşam destekleyici tedbirleri alarak kişinin vücudundan zehrin atılması gerekir. Daha doğru beklenir..
Bunların biraz büyükleri dişleri ile oltanın misina ve kancasını kopartıyor, hatta kancadan kurtarmaya çalışan oltacıların parmağını ısırıp, koparttığı bile söyleniyor. Siz siz olun misinayı kesip atın. Bu arada yakaladığınız balon balığını ortalığa atmayın, toprağın altına gömün ki onu görüp yiyen kedi, köpek gibi diğer canlılarda zehirlenip ölmesinler..


***********************************************

Sanırım insan yaşlandıkça gördüğü her şeyden bir anısını anımsıyor. Bizden önce bardak bile yoktu gibi laf edene birileri bu yanıtı vermiş. Bende anımsattığına bakın...
M.S. bilmem kaç yıllarında Trabzon Lisesindeyiz. Şimdilerde yok galiba ama o zamanlar Milli Güvenlik dersi vardı. Derse sanırım Albay rütbesinde aksi mi aksi birisi giriyordu.. Mesela sor şu.. "askeriyede en büyük şapkayı kim takar?"... Bizler de saf saf albay diyoruz, tuğgeneral diyoruz, general diyoruz filan.. her cevap verene yanlış deyip tebeşir silgisi ile kafasına vurup üstünü başını tebeşir tozu ediyor. Efendim cevap neymiş "kafası en büyük olan en büyük şapkayı giyermiş".. Şaka gibi ama değil işte.. kafa bu!
Yalaktan su meselesine gelince.. Bu çok Milli Güvenlikçi hoca derse girerken nöbetçi öğrenciye dikkaaat çektiriyor, bizler askeri okuldayız gibi hazıroldayız. Sınıfa giriyor daha oturun demeden çıkarın mendilleri diyor. Neymiş, herkesin cebinde iki tane mendil olacakmış.. O zamanlar selpak icat edilmemiş. Dedim ya M.S. bilmem kaç yılları diye. Kumaş mendil zamanları. Mendillerin birisi sümük için diğeri de olur ya dağda bayırda yalaktan su içmek zorunda kalırsak, mendili yalağın üzerine koyup temiz su içmek için!.. Layn biz yatılı okuldayız, bırak dağı bayırı meydana gidemiyoruz.. Olsun, ya kaçar gidersek, iki mendilsiz olur mu?.. Yaaa!


***********************************************


Ay'a gitme geyikleri aldı başını gidiyor. Bu vesile babamın yaşayıp, anlattığı gerçek bir hikayeyi anımsadım..
Yıl 1969
Türkiye’de daha televizyon nedir bilinmediği, gazetelerin çok sınırlı dağıtım yapabildiği, en güncel haber alma aracı Trt'nin, günün belli saatlerinde “ajansları” verdiği zamanlar..
Ve o ajanslarda İnsanoğlunun ilk defa ayak bastığı haberleri verilmeye başlanmış. Bizim köydeki İnsanoğulları arasında da bir tartışma başlar. Çoğu köylü bunun mümkün olamayacağını iddia etmektedir. Babam köyün öğretmeni olarak, olayın doğruluğunu ikna etmeye çalışmaktadır..
En büyük itiraz şöyle gelir; hadi oraya gidecek kadar bir uçak yaptılar diyelim. Ay dediğin şey işte görüyorsun küçücük, bozuk para kadar bir şey. Koca gökyüzünde oraya nasıl denk getireceksin, hadi denk getirdin nasıl ineceksin, denk getiremediğini düşünsene, koca gökyüzünde git te git....


*************************************

Aziz Nesin'in müthiş sözüdür;
"Alevi değilsin ki sana ne oluyor ?'' dedi, ''insan değilsin ki,sana nasıl anlatayım dedim".
Tolstoy'un dediği gibi "Acı duyabiliyorsan, canlısın. Başkalarının acısını duyabiliyorsan, insansın."
Öğrencilere denmedik söz kalmadı. Artık içimizi acıtmaya başladı. Oysa ki onlar bizim, hepimizin gelecek umudu.. Yoksa buralarda 3.sınıf bir Ortadoğu ülkesinde, saçma sapan bir şekilde ömrümüzü tamamlayacağız.
Sorun sadece Boğaziçi Üniversitesine dışarıdan intihalci (hırsız) bir adamın atanması sorunu değil.
Memlekette bunca haksızlık, hukuksuzluk olurken, en azından haksız gördüğünüz işlere ses çıkarmaya çalışın.. unutmayınız ki "herkes kendi kapısının önünü süpürürse her taraf pırıl pırıl olur".. Yoksa "Haksızlık karşısında susan dilsiz seytandır."


************************

Yeni Anayasa yapılacakmış. Daha sade, günümüz şartlarına uygun olacakmış falan filan.. Öyle günlerce milleti oyalamaya, koca koca adamları (sanki bir işe yarıyormuş gibi) konuşturup durmaya gerek yok.
En sade, en günümüz şartlarına uygun Anayasa teklifini ben yapıyorum. Sadece 2 maddelik!
1- Başkan ne derse o olur
2- Tereddütlü hallerde 1.madde geçerlidir.


*****************


Sizi bilmem, kendi kendime alkıışş!
Tuğla gibi kitap demiştim. Tamı tamına 630 sayfa. Üstelik roman, hikaye filan değil, her sayfası bir başka ülkenin, konunun ekonomik , sosyal, kültürel vs. karşılaştırmalı analizini içeriyor. Gençlerin tabiri ile kitap "akmıyor".. Ama az önce nihayet bitirdim.
Kitapta gerçekten ilginç analizler, bilgiler var. Eğer dünya ülkelerinin siyasetine, dinine, kültürüne ve bunların karşılaştırmalı yorumlarına, üstelik 1200 lü yıllardan bugüne kadar, özel bir ilginiz var ise şiddetle öneririm. Yoksa hiç bulaşmayın, işkence olur. Benim o kadar merakım yok bilirdim ama çok bilgim oldu. O yüzden sabrımı, cesaretimi ve ilgimi alkışladım..


***********************************




selam dünyalılar
Karavanın yatak tarafı camına manzara resmi yapıştırdım. Güne iyi başlamak için enerji versin istedim.. Biraz buğulu resim ama, fena değil sanki


************************************



UNESCO’nun yaşlılık tanımı...
"Bir insan konfor alanının dışına çıkamıyorsa, yeni şeyler öğrenmiyorsa, artık şaşırmıyorsa, çoğu şeyi bildiğini düşünüyorsa, merak etmiyorsa, ve keşfetmiyorsa yaşlıdır.”
Buna göre herkes kendini tartsın.


******************************************

Bugün Akçay sokaklarında..
Bir vatandaş bağırarak sokakta yürüyor. Meczubun teki herhalde diye düşündüm. Bize yaklaşınca anlayabildim ne dediğini .. Yüksek sesle "Atın önüne et, itin önüne ot konulmaz" diye bağırıyor.
Hayırdır deme cesaretini göstedim, "Üniversitelere berberleri rektör yapsınlar, onlar daha iyi traş yapıyorlar!" diye bağırdı..
Hımm, güzel dedim. Vatandaş sıyırmaya başlamış da, keşke herkes böylesi sıyırsa ))



**********************************


30 Ağustos
Arkadaş sen Osmanoğulları ailesinin bilmem kaçıncı kuşak torunu isen, onların işbirlikçilerinin torunu isen bu bayram senin bayramın olmayabilir.
Ama sen Osmanoğulları ailesinin kokuşmuş saltanatı altında ezilen gariban Anadolu köylüsünün torunu isen bu senin bayramın.
Birileri bu durumdan rahatsız olabilir. Bazıları kulakları çınlamaktan her bayramda hasta bile olabilirler.. Varsınlar olsunlar, varsınlar Atatürk’ün yaktığı aydınlanma meşalesini söndüremedikleri için çatlayıp, patlasınlar…
Bu güzel memleketin aydınlık yüzlü insanları cumhuriyetin, demokrasinin, özgürlüğün, adaletin, eşit yurttaşlığın ne demek olduğunu öğrendi. Artık geriye dönüş olmaz, olamaz.
30 Ağustos sadece cephede savaş kazanmanın bayramı değildir. Atatürk’ün aydınlanma meşalesini yakmasının da bayramıdır..
Kutlu olsun!


**************************




Akşamın bir vakti canınız tatlı çekti ama yok.. Trabzon ekmeğiniz varsa yok diye bir şey yok. Tarif veriyorum.. Trabzon ekmeğini bir kaba doğruyorsunuz. Başka bir kapta önce az tereyağını eritip iki bardak su ve bir bardak şeker ile şerbet hazırlıyorsunuz. Şerbet azcık ılıyınca ekmeğin üzerine döküp afiyetle yiyorsunuz. Bu iyiliğimi de bir yere not ediyorsunuz.

Çocukluğumun tatlısı bu. Ekmek bayatlamaya başladı atsak mı deyince, ekmek atılmaz, hayır olamaz dedim ))


******************************

O GECE BU GECEYDİ

Uykudan fırladım ama ayakta durmak ne mümkün. Savrulduğum duvarı kendimce sıkı sıkıya tutarak ayakta kalmaya çalışıyorum. Anladım ki deprem oluyor ama durmak bilmiyor. Sanki fırtınalı denizde sandalda ayakta durmaya çalışıyorum.. Odadaki eşyalar savruluyor, kulaklarda garip bir uğultu ve zaman geçmek bilmiyor. Eşimin dediğine göre "hass... , bu kadar da olmaz ki" demişim.. Saniyelerin saatlerden daha uzun olabileceğini o gece öğrenmiştim.
Sonunda her şey durdu, biz hala yıkılmadık, ayaktayız ve yaşıyoruz. O zamanlar Gebze’de Emlak konut sitesinde oturuyoruz..
Eee, bizim blok yıkılmadı ama ya diğer bloklar?.. Elektrikler kesildiği için ortalık karanlık, asansörler çalışmıyor.. Ben oturduğumuz 5. Kattan aşağıya nasıl indim, 2 sıra ötedeki blokların oraya nasıl gittim, hatırlamıyorum. Öyle merak ve panik ile gitmemin özel bir nedeni var tabii ki..
O bloklarda arkadaşımız Gürsel’ler oturuyorlardı.. O zaman 7 yaşında olan kızım da ilk defa o gece, onlarda yatmak için kalmıştı. Oraya gittiğimde onları dışarıda gördüğümde ki duygu durumumu tarif edebilecek sözcükleri bulmam mümkün değil..
Yaşıyor olmak önemli, insanoğlu hep bir yol bulup tutunuyor hayata... Düşününce dün gibi ama deprem olmasa da ömür geçip gidiyor aslında.

**********************************



Burası bizim Karadeniz desem o sis perdesini bulutlar sanırdınız. Ama burası eşimin köyü, Isparta Sütçüler Çandır köyü. O sis perdesi de mermer ocaklarının toz bulutu. Eskiden sağdaki o iki tepe arasında öyle bir çukur yoktu, resmen dağı kazımışlar. Bu fotoğrafı evin balkonundan çektim, yoksa sadece burası değil bütün dağları delik deşik etmişler.
Bu bölge ormanları, seraları, alabalık çiftlikleri, yazılı kanyonu ve İpek yolu ile ünlü bir bölge. Şimdilerde bütün bunlar bu toz bulutu nedeniyle tehlike altında. Birileri para kazanacak diye bu bölgeye, insanına bu kadar kötülüğü düşman olsa yapmaz diyeceğim ama o birileri düşmandan da kötü!


***************************

Akçay'da karavanı sahile park ettim. Biraz kumluk alandı ama girerken çok rahat park ettim. Geri çıkarken karavan patinaj yaptı, patinaj yaptıkça ön lastikler kuma gömüldü. Saplanıp kaldık.
Yakında çalışan kepçeciye rica ettim, orada ki bir başka karavancıdan halat buldum filan, karavana bağladık çekiyoruz. Paat, halat koptu. İndim arkaya geçtim, tam o arada bıçkın bir delikanlı çıktı ortaya, elinde 1.5-2 metrelik eski bir bez halat var. Yok yaa, bu dayanmaz dedim ama bununla tır çekiyoruz, hayatta kopmaz, bunu bağlayalım dedi. Bıçak verin de kopan halatı kesip çıkarayım deyince karavandan bıçak alıp verdim. Bağladı, ben araca çıktım çekeceğiz, halat anında koptu. İndim arkaya geçtim, ben demiştim diyeceğim ama halatın sahibi ortada yok. Nerede arkadaş dedim, arabasına atlayıp gitti dediler. Allah Allah halatını niye beklemediki diye söylenerek, bıcağı verin de kopan parçayı kesip çıkarayım dedim.
Bıçak.. bıçak kimde versenize
Bıçak nerede?
Suya düştü
Su nerede?
İnek içti
İnek nerede?
Dağa kaçtı!
Anlaşılan vatandaş bu hengameden bana ekmek çıkar diye gelmiş. Kısmetine bıçak düşmüş ve onu alıp kaçmış.

****************************

Trabzon'da kadın kazak almak için dükkana gitmiş. 3 tane kazağı beğenmiş, birisini alacak ama karar veremiyor.
Dükkan sahibi üçünü de al o zaman deyince kadın "üçünü de alırsam kocam eve almaz" demiş.

Satıcının teklifi;
Kocan eve almazsa bana gelirsin!

***************************

Üst katta oturmanın da dezavantajı varmış
Üstümüzde kimse olmasın, takırtı tukurtu dinlemeyelim diye en üst katta ev kiraladık. Şimdi balkonda oturuyorum ve aşağıda pişen hamsinin bütün kokusu burnumda.. Bir Karadeniz’li olarak İnip “ ablacığım, hamsi o kadar fazla kızartılırsa lezzetsiz ve sağlıksız olur” desem ayıp olur mu acep?

*****************************
Çıkan kiracı ev sahibi ile depozito konusunda anlaşamamışlar. Adam depozitoyu alamayınca ev sahibine kıllık yapmış. Ev sahibi eve taşınmış ama bir türlü çözemedikleri ağır bir koku var. Temizliyorlar temizliyorlar koku gitmiyor.

Meğerse bizim Karadenizli kiracı evi boşaltırken bütün elektrik prizlerini, fişleri filan açmış hepsine tek tek hamsi doldurmuş. Haliyle hamsi çürüyünce dağıttığı ağır kokuyu siz düşünün…
Demem o ki Karadenizli olmayan dostlar, korkun bizden))

*********************************************




Her şey vaktinde güzeldir.
Geç yağan yağmur solmuş çiçeğe fayda etmez derler!
Fena bir söz değildir ama burada ne alaka mı dediniz. Söyleyeyim efendim ..
Gece vakti Göcek Ayten Koyuna geldik. Karanlıkta uygun bir yere karavanı park ettik. Ömümüzde çadır kurmuş ileri yaşta bir çift var. Dikkatimi çekti, yarım saatte 2 defa tuvalete gittiler. Tuvalet dediysem, buralarda tuvalet filan yok, doğal ortama.. Yalnız bütün koy karavan, çadır ve otomobil ile dolu. Nereye kadar gidiyorlar bilemiyorum. Bu hızla, içtikleri alkolün de etkisi ile sabaha kadar daha çook giderler.. Hadi erkek yalnız gider de, adam her seferinde kadına eşlik etmek zorunda.
O yüzden dedim her şey vaktinde güzel diye.. Çadır kampı gençliğe göre. Prostat neyin olmadan önce.. Gerçi yaralı parmağa işememek için prostat olmayı göze alabilecek kalibrede çok insan var etrafta...! ! !


******************************

Alman plakalı karavanın önünde karı koca (öyle gibi) oturuyorlar. Baktım Türkçe konuşuyorlar, yanlarına yaklaşıp gülerek siz Alman değil Almancısınız galiba dedim. Ayyy demez olaydım.. Almancı ne demekmiş. Almancı diyerek küçümsüyormuşuz.. Almancı değil gurbetçi imişler. Saydırdı da saydırdı.
Demem o ki; memlekette herkes sıkıntılı.. Her nerede yaşıyor ve yaşatılıyor ise. Merhaba deyip geçmeyi öğrenmemiz lazım. Belki o bile fazla!

********************************

“Haklıdan yana değil, güçlüden yana olanlar korkak ve kaypak olurlar. Güç merkezi değiştikçe dönerler; fırıldak olurlar.”
demişti Uğur Mumcu..
Dün o cemaate bugün başka cemaate, dün o iktidara bugün başka iktidara övgüler düzenler, yarın kim güçlü ise ondan yana olacaklar..
Fırıldak, eskiden çocuk oyuncağı adıydı; Şimdiyse birçok insanın yaşam stili.. Onlardan uzak durmaya çalışılmalı.. Şunun şurasında aynı çizgide yürümeyi başaran bir avuç insan kaldık. Kıymetimizi bilelim!
Fırıldakları tanımak ise çok kolay. Uğur Mumcu'nun sözünü anlayın, gerisi kolay.


*******************************


Gülsen komik değil..
Kızsan ciddiye alınır değil..
Adamlar zevk-ü sefa içinde yaşıyorlar, canı sıkılan biz oluyoruz.
Sonra da bu memleket niye öyle, niye böyle.. bıdı..bıdı..
Arap çölleri yeşillenmeden kıyamet kopmayacakmış.
Daha çook çekeceğimiz var bunlardan!
Kadınlar arkaya kapıdan lütfen!!!

*******************************



Bu dünyada günyüzü görmedim diyenler için güzel bir haberim var..
Sivrihisar'dan Ankara yönüne doğru 10 km kadar gidince sağdan çıkıyorsunuz. Bu iyiliğimi de unutmadan!

****************************

Ben akıllandım sanıyorum ama ııı ıh!
Balıkesir Edremit yolu otoban çıkışında sağlı sollu bolca satıcı var. Mevsimine göre bir şeyler satarlar. Bu sıralar kavun karpuz zamanı.
Geçen hafta gelen kızımı karşılayıp eve gelirken orada durdum. Durmaz olaydım da, durdum.. Satıcı bir köylü kılıklı teyze. Teyze bak kızım Amerika'dan geldi. Orada güzel kavun karpuz bulup yiyemiyor. Parası önemli değil, pahalısından olsa da olur da ne olur iyisinden ver dedim. Zaten alışverişe benim gibi salakça başlayan her şeyi hak ediyor demektir ya neyse.. Orada kesili kavun ve karpuzdan kesip tattırdı, gayet güzel. 6 Kavun 2 karpuz alıp 400 lira verdim.
Karpuzun birisini, kavunun ikisini kesince direk çöpe attık. Diğerlerinin kıyısından köşesinden azcık yedik ama hiç birisi orada tadına baktığımız gibi değil.
Bu kaçıncı karar alıp deldiğim kararım bilmiyorum ama buraya da yazıyorum ki, artık ne olursa olsun unutmayayım diye. Yol üzeri satışçı ve dinlenme tesislerinden alışveriş yapılmaz.. nokta!
Ucuzluk marketinden aldığı yumurtayı b.ka bulayıp, biraz saman serpiştirip köy yumurtası diye pahalıya satan tipler bunlar..
Allah saf köylü kılıklı sahtekar şark kurnazlarından hepimizi korusun.. amin

******************************

Gezen inek sütü!..
Güre'de haftada 1-2 defa araba ile dolaşıp süt satan kadınlar var. Evde olduğumuz zamanlarda denk gelince bazen biz de alıyoruz. Bu defa süt gözüme çok sulu gelince( baya baya çok suluydu), bu defa suyun ölçüsünü kaçırmışsınız dedim.. "Beyefendi bu gezen inek sütü, sulu olur" dedi..
Gezen tavuk hikayesini yutuyorduk ( biliyorduk değil) ama gezen inek versiyonunu ben ilk defa duydum. Güya köy çocuğu da oluyorum. Duyanlar duymayanlara söylesin misali duyurdum, gerisine karışmam !

*********************************************

AZCIK NOSTALJİ

Okulda yoklama yapıldı ve mitinge gideceğimiz ve miting alanında da bir arada olmamız gerektiği sıkı sıkı tembih edildi. Çünkü orada tekrar yoklama yapılacak ve olmayanlara çok şiddetli disiplin cezası verilecekti. İtiraz etme şansı olmayan lise öğrencileri olarak miting alanındayız. Hadi biz lise öğrencisiyiz neyse de siyah önlükleri ile Trabzon’un bütün ilkokul öğrencileri de alanda. Dolayısı ile şehrin bütün öğrencileri ve kamu çalışanları mecburen orada olduğu için, şimdilerde valiliğin olduğu boş alan tıka basa dolu.

Okulda derslerin kaynamış olmasından dolayı aslında epeyce keyifliydik. Ama konuşmak için kürsüye çıkan hatip, konuştukça, lafı uzattıkça sıkılmaya ve sinirlenmeye başlamıştık. Çünkü biz o dönem bölgenin en politik kavgalarının olduğu Trabzon lisesinin yatılı öğrencileriydik. 12 Eylül darbe öncesi de aynı okulda yatılı olduğumuzdan, neyin ne olduğunu fazlası ile bilecek bilinç düzeyine eriştiğimizden, anlatılan hikaye gibi geliyordu. Arada konuşmacı sertleşiyor ve tehditlerde savuruyordu ama, biz kendi aramızda gençliğin de verdiği özgüven ile sadece gülüyorduk..

Şimdi google hazretlerine sordum, tarih 25 Ekim 1982 imiş. Kürsüde konuşan ise tahmin ettiğiniz gibi, netekim Kenan Evren paşa... Anayasa oylaması için Evet denilmesi gerektiğini, aksi halde bunun bizim için ve ülke için felaket olacağını anlatıyordu.. Omuzundaki apoletler mi neyse, zaten onların etkisi ile insanlar esas duruşta dinliyordu.. İyi de dinleyenlerin yarıdan fazlası öğrenci olduğu için, zaten oy kullanamayacaklardı ki.. Olsun ama zaten maksat kalabalık görünüp, bakın herkes destekliyor mesajı vermek değilmiydi...

Biraz daha nostalji yapayım. O zaman oy kullanırken iki renk hakimdi: Mavi renk hayır, beyaz renk evet demekti. Kenan Evren yaptığı konuşmalarla halkı mavi oy vermemesi konusunda telkin ediyor ve gazetelere mavi renkle ilgili sansür bile uygulanıyordu. Hayır propagandası yapabilecek cesarette tek kimse bile kalmadığı için o çok demokratik halk oylamasında bildiğiniz gibi %91.37 ile Evet çıktı.

Neyse uzun oldu, yoksa çok anım var da.. Allah'tan o dönem hukuksuz, adaletsiz, eşit olmayan propaganda dönemi olduğundan acayip bir sonuç çıkmıştı.. Yoksa günümüz demokratik yarışı ile hiç ilgisi yok ))



***********************************


KAPUSKA

Bir arkadaşım meme kanserine dikkat çekmek için yazılan ilginç ( biraz da saçma ) mesajlara destek için,”53 yıldır kapuska yemedim” yazmış.

Kapuska.. her duyuşumda yıllar önceye, yatılı okul yıllarına götüren yemek. Yapması mı kolaydı, maliyeti mi ucuzdu bilinmez hama haftada en az 3 öğün çıkan yemek. Artık o kadar midemiz bulanırdı ki, ”yemekte ne var” sorusuna “ yine kapuska” diye duyunca çoğu kez kantinde kuru simit çay ile o öğünü atlattığımız olurdu.


Pekii siz hiç kadayıflı pilav yediniz mi.. Nasıl olur filan demeyin. Bal gibi oluyor ve de çok güzel oluyor. O da yatılı okulda kalan ve aynı zamanda aklımda kalan bir çeşitleme. Bol tereyağlı pilavın üzerine tel kadayıfın şerbetini döküp, farklı ama lezzetli çeşitlemeler yapmak da yatılıda okuyanların icadı olsa gerek..

Demem o ki, meme kanseri erken tanı ile tedavi edilebilir bir hastalıktır. Kadın arkadaşlarım kendinizin meme muayenizi ihmal etmeyiniz. En küçük bir kuşkunuzda lütfen ilgili doktorlara başvurunuz.. Yakınlarınıza da sık sık hatırlatınız.


*************************


Trabzon'da Ortaokulda okuduğum zamanlardı. Okuldan bir arkadaş ile hamam nasıl bir yerdir, orada nasıl yıkanılır merak ediyoruz. Kalktık bir gün Moloz mevkindeki bir hamama gittik. Klasik, eski mimarili bir hamam işte.

İçeri girdik adam bizi karşıladı, hamama geldik dedik.. Adam bize birer tane peştamal verdi, soyunun girin dedi. Tamam soyunacağız da nerede, ortalıkta soyunma odası filan göremiyoruz. Adamın gözü önünde de soyunacak değiliz ya. Orada milletin dinlenip, çay içtiği sandalyelere oturduk bekliyoruz. Birileri gelse de nasıl oluyor bu işler görsek derdindeyiz. Adam arada eee, ne bekliyorsunuz soyunup girsenize diyor..

O sırada dışarıdan ezan sesi gelmeye başladı. Bizde anında şimşek çaktı. Biz gidip namaz kılıp, öyle gelelim dedik. Koşar adımlarla hamamdan çıktık, çıkış o çıkış..

Arada aklıma gelir. Ülkemde yaşananlara benzetir oldum. Ne olacağımızı bilmeden bekler olduk ..Bir işaret gelse artık !


*******************************


Kadıköy’de bir mekânda oturduk yemek yiyoruz. Mekâna 20-25 kişilik kalabalık, yaşları biraz yüksekçe bir gurup geldi, masaları birleştirip oturdular. Mekânda biz ve onlar var ama nasıl bir gürültü yapıyorlar. Kimin ne konuştuğu belli değil.

Bir süre sonra mekân sahibi masamıza gelince arkadaşım sordu, bu gurup Chp’liler mi diye. Adam evet ama nereden anladınız dedi. Arkadaşım, baksana hepsi birden konuştukları için kimin ne anlattığı anlaşılmıyor, ondan tabii ki dedi. Hep beraber güldük .. Doğruya doğru..



************************************


Kızım, konu nereden çıktı ise, anımsayarak anlatmıştı

-“7-8 yaşlarındaydım. Yazın yaylada idik ve evde su akmadığı için çeşmeden su taşımak gerekiyordu. Su almaya çeşmeye gitmek için, mezarlığın yakınından geçmek gerekiyordu. Mezarlıktan korktuğumu söylediğim de babaannemin cevabı şu olmuştu. ”kızım insanın ölüsünden değil, dirisinden korkman lazım!” O yaşlardaki çocuk beynime ne yer etmişse, hep aklıma gelir..”

Son günlerdeki insan davranışlarını gördükçe benim de aklıma gelir oldu.


***************************


Burhaniye’nin köyünde inzivaya çekilen dayım var. O köyde yaşadığımız olay;

Ramazan ayı ve akşamüstü köyden 2 kişi bir iş için dayıma gelmişlerdi. Dayım onlara "içecek bir şey istermisiniz, ne ikram edeyim" diye sordu. Büyük olan ”sağ olun, birazdan imam bizi çağıracak, onu bekliyoruz” dedi. İftarı beklediklerini ima etti. Dayım ”siz bilirsiniz ama çok güzel Fransız şarabım var, isterseniz ikram edebilirim” deyince adam “o zaman tadına bakalım “ dedi ve gelen şaraptan içmeye başladılar.

Yurdum insanı bu, hesabınızı ona göre yapın.


***************************



Eğitim cehaleti alır, eşeklik baki kalır

Bu nerden çıktı, kime, niye kızdı şimdi diyenleri duyar gibiyim. Bu sefer konunun benimle hiç ilgisi yok. Yazınca anlaşılacak zaten.

Yıl 1990, fakültede son zamanlarımız. O zamanlar daha yeni çıkmıştı. Yabancı dil sınavında yüksek puan alan memurlara, ekstra dil tazminatı verilmeye başlanmıştı. Akşam yemeği için hastane yemekhanesinde, asistanlarla kuyruktayız. Konu bu dil tazminatı. Doğal olarak burada isimlerini yazmayacağım, asistanlardan birisi, bu sınava giren var mı? diye sordu. Oradan birisi ben girdim,95 puan aldım deyince, bizimki “sen o kadar dil biliyormuydun, hangi dilden? “diye sordu. Ötekisi “Ben Hatay’lıyım,ana dilim Arapça zaten, Arapça’dan 95 aldım” dedi. Bizimkisi gülmeye başladı, “bende adam gibi dil biliyor sandım, o ne yaa, Arapçaymış, gerici dili bilsen ne olacak” demez mi..Hatay'lı olan bir küfür salladı ona,”gerici olan sensin salak, dilin gericisi mi olur, geri zekalı “ diye saydırarak, üzerine yürüdü.. Neyse kavga büyümeden araya girip, ayırdık..

Bu şimdi nerden mi çıktı.. Dile gerici diyen vatandaşı yıllar sonra tesadüfen facebookta gördüm. Merak ettim neler paylaşmış diye. İnsan sadece kendisini öven, megalomanlığın sınırlarını zorlayan, diğer insanları, uzmanları küçümseyen yazılar paylaşır mı.. İlk aklıma gelen cümle “eğitim cehaleti alır, eşeklik baki kalır” oldu.. Ben ne yapayım!