-doktor bey iş yerinden sağlık raporu al getir dediler,yaz da götüreyim.
-ne için sağlık raporu?
-bilmiyorum
-yeni işe mi girecen?
-yoo
-yoo
-durduk yere neyin sağlık raporu, ne için olduğunu söylemen lazım ki, bakalım verebileceğimiz bir rapor mu?
-yaa hocam bir kağıda sağlık raporu diye yaz ver işte,ne bileyim ben
-al o zaman!
du bakalı ne olacak.
*****************
Hey çepni, evet evet sen ayağa kalk!
Fakülte birinci sınıfta deontoloji dersindeki hoca bana böyle seslenmişti. Sonrasında arkadaşlar bana çepni ne demek diye sorup öğrenmişlerdi.. o zamanki kıt kanaat bilgilerimden.
Çepni boyu, Oğuz Kağan Destanı'na göre Oğuzların 24 boyundan biridir. Boyun genel özelliği asi, atılgan, cesur, mert ve savaşçı olmalarıdır. Çepni kelimesi düşmanla savaşan, mert, yiğit, asi, cesur anlamında kullanılmış..
Son zamanlarda genetik köken araştırmaları moda oldu. Kızım da Amerika'da merak etmiş, zaten kendisi de genetikçi, test yaptırmış. Gelen sonuç çok ayrıntılı ama en özeti fotoğrafta olduğu gibi..
Benim dünya görüşümce kimin ne olduğunun, nereli olduğunun, ırkının, dininin, gelmişinin, geçmişinin hiçbir önemi yok. Önemli olan evrensel değerlere sahip, saygılı, düzgün, dürüst insan olup, olmadığıdır.
Yine de madem Oğuz boylarından olduğumuz tescillendi, yakınlarda atalarımızın izini sürme yolculuğu olursa şaşırmayın..
*******************
Beni Cin Çarptı..
İzmir'de yemek için bir lokantaya gittim, sipariş veriyorum. Arkamdan bir kız geldi, lokanta sahibine karşıdaki caminin imamını nasıl bulabiliriz diye sordu. Lokantacı ne yapacaksınız diye sorunca, Caminin önünde bekleyen kadını gösterip, içine cin kaçtığından şüpheleniyor, ona baktıracaktık dedi. İmam namaz vakti gelir deyince çıkıp gitti. Arkasından ben gülerek, içine cin değil de başka bir şey kaçmıştır dedim.
Baktım ortalıkta cin dolaşıyor, yemeğimi yiyip usulca kaçtım. İçime kaçmadı ama çarpmış gibi oldum..
*******************
Dünyanın pek çok büyük şehrinde kocaman saat kuleleri var. Nedenini hiç düşündünüz mü?..
Sanmıyorum. Görsel güzellik dediniz herhalde.. benim gibi. Ben de bugün öğrendim.
Tarımın gelişip, zengin sınıf ile fakir sınıf arasındaki ara büyüdükçe, fakirlerin, işsizlerin aylak aylak gezmesi zenginleri huzursuz etmeye başlamış. Kendileri için tehdit olarak görmeye başlayınca, onları çalıştırmak için yollar aramaya başlamışlar. Burada istedikleri onların çok para kazanması değil, çok uzun süre çalışıp, ortalıkta dolaşmalarını önlemekmiş. İşte burada devreye saat girmiş. İşin başını İspanya çekmiş. İspanya 14.yy da sömürge haline getirdiği şehirlerin meydanlarına büyük saat kuleleri yapmaya başlamış. Amaç sokaktaki insanın saate göre yaşamasını bilinçaltına işlemek..
Günümüzde de bizleri günlük siyaset ile meşgul edip, asıl büyük fotoğrafı görmemizi engelliyorlar.. gibi geliyor bana.. değil, bence kesin öyle!
********************
Uzun süre yazmayınca yaşıyor musun diye arayanlar oluyor.
Gerçekten yaşıyor musun? diye soran..
Geçenlerde telefonum çaldı, açtım. Hocam sen misin diye sordu.. Arayan bir hastam ve de hemşerim. Heee, benim dedim. Ohhh beee dedi. Hayırdır dedim. Hocam seni öldü dediler, nasıl duymadım yaa, açıp sorayım dedim dedi. Valla öbür tarafta telefon var mı bilmiyorum ama ben henüz bu dünyadayım dedim. gülüştük..
*********************
Herkes memleketten kaçma peşinde
Parası olan da, cesareti olan da, biraz uyanık olan da çekip gitme derdinde.. Eee, geriye kalan bizler ne yapacağız?
Yaşandığı iddia edilen bir olay aklıma geldi.
Zamanında şehirler arası otobüsle yolculuk eden bir grup, mola yerinde oturmuşlar, yemişler içmişler. Yemeği biten çıkıştaki kasiyere "hesaplar arkada" deyip çıkmış. En son en arkada kalan garibim kasaya gelmiş "bir çorba içtim, borcum ne kadar?" demiş. Kasiyer şaşkın, sinirlenmiş, diğerlerinin parasını da istemiş. Vatandaş gayet sakin "hiç birisini tanımıyorum ki" demiş..
Kıssadan hisse..
Hesap bize mi kalacak?
*************************
Akşam üzeri Karavanla Çanakkale Ayvacık Sokakağzı'na geldik. Park ettikten kısa süre sonra yanımıza esmer tenli bir delikanlı geldi, bozuk Türkçesi ile sigara istedi. Maalesef içmiyoruz deyince gitti. Az önce etrafı dolaşmaya çıkınca, hemen yanımızdaki taşların arasında o delikanlıyı gördüm. Ne yapıyorsun burada diye sorunca korku dolu gözler ile "fişh fişh" dedi. Dedi ama fotoğraflarda görüldüğü üzere pek fishlik hali yok. Korkma ben polis değilim dedim. Yüzündeki o korku biraz azaldı, gülümsemeye dönüştü. Sigaramız yok ama gel sıvı vereyim, hatta içiyorsan bira vereyim dedim. Bir insana bira teklif edince bu kadar sevineceğini düşünemezdim. Sordum Afganistan'lıymış..
Karavana geldi bira ve bir paket fındık, kuru üzüm karışımı verdim. Sana enerji verir, bitir bunu dedim. Bozuk Türkçesi ile sence şansım var mı, karşıya geçebilir miyim diye sordu. Buradan karşısı çok yakın değil, işin zor ama acele etme karanlık olsun, polisler daha zor görür, denizde de panikleme dedim. Sanki tecrübem varmış, biliyor muşum gibi..
Birazdan hava kararınca önümüzden genç bir adam denize açılacak. Boş su bidonlarından yaptığı uyduruktan bir sal ile.. Bende duygular karışık.. Bir gün biz de aynı salda olmak istemiyor isek, mücadeleyi bırakmamak gerekiyor..
Lanet olsun insanları bu çaresizliğe sürükleyenlere..
********************
Her zaman söylediğim bir tarifim vardı..
Olaylar, insanlar, hayat canınızı sıkıp, sinirlendiğiniz de, üzüldüğünüz de.. derin bir nefes alın ve birkaç saniyeliğine bile olsa dünyaya göklerden, uzaydan bakmaya çalışın.. Öyle bakınca evrenin büyüklüğü, insanlığın yaşı, çokluğu yanında aslında denizde bir kum tanesiyiz. Yani o kadar küçük ve o kadar kısa ömürlüyüz ki.. Öyle bakabilince hayatı ciddiye almamayı öğrenir, insanları, can sıkanları, moral bozanları görmezden gelip, üç günlük ömür geldik gidiyoruz dersiniz, kafaya takmadan yaşayın gidin işte .. derdim..
Uzun zamandır aklımda olan Hawkıng'in kitabını nihayet okudum. Biz aslında Evrenin büyüklüğü yanında denizde bir kum tanesi kadar bile değilmişiz.. Gerisini siz bilirsiniz
**********************
20 Temmuz… Kıbrıs
Cızırtılı radyodan dinlediğimizi çok iyi hatırlıyorum. Yayladaydık, Kadırga’da çimenlere uzanmış spikerin canlı yayında telaşla anlattıklarını dinliyoruz. Türk askeri Kıbrıs’a harekât düzenlemiş, ne kadar başarılı olduklarını anlatıyor. Bir ara düşmanların ülkemize saldırabileceğini, bunun için tedbirli olmak gerektiğini filan anlattı. Özeti gece karatma uygulanacağını, evlerin ışıklarının yakılmaması gerektiğini, yakılırsa da gazete kâğıdı ile dışarıya ışık çıkmayacak şekilde camların kapatılmasını anlattı..
Aklımda ki komedi bundan sonra başladı.. Yaylada elektrik zaten yok, daha tüplü lambalar icat edilmemiş, kandil tarzı gaz lambaları var. Evlerin pencerelerine pencere demek bile tartışılır. Çoğunda cam yerine şeffaf naylonlar var. Yani düşman ( her kim ise ) gece yaylayı bombalamak istese 1 hafta yayla arar. Ama bizim büyüklerimizde bir telaş bir telaş. Gece kimse lamba yakmasın, yakanları uyaralım da kapatsın. Ne olur ne olmaz herkes camları gazete kağıdı ile kapatsın. Kapatsın da gazete kâğıdı nereden bulunacak, değil günlük, yıllanmış gazete kâğıdı bile bulmak mucize. Haberde gazete kağıdı dediya, sanki siyah bezle olmazmış gibi. Tabii şimdi geriye bakınca komik geliyor, o zamanki bilgi, iletişim zamanında bunlar çok büyük trajikomik olaylar..
Daha fazla yazıp da ne kadar eskidiğimi ortaya çıkartmayayım… Kıbrıs haberlerini görünce aklıma geldi, nerelerden nereye geldiğimiz ...
*********************
Ah bu türküler
dertli türküler de..
Son Amerika ziyaretimde yine bir rakı akşamı telefondan türkü dinlemeye başladım. Kızımdan beklemediğim ama şaşırmadığım şiddetli bir tepki geldi..
Resmen emir kipleri ile konuştu. Deplasmanda olmanın da etkisi ile kapatmıştım..
O günden beri türkülerin sözlerine daha bi kulak kabartıyorum. Evet yaaa.. En oynak, şıkıdım şıkıdım türkülerin bile sözlerinde bir hüzün, ayrılık, acı, kavuşamama durumu.. Toplumca zaten depressifiz, belki de türküler bunun gizli sebeplerinden. Açın herhangi bir türkü ve sözlerini dinleyin bakın..
O gün bu gün o travmayı anlatamadım. Tamam türkü dinlemeyeyim de, şimdi Mozart eşliğinde rakı da içilmez ki!.. İşimiz zor, çok zor be yahu
***********************
Günün fıkrası
Nasrettin Hoca bunun üzerine demişki;
-Tankın atletle durdurulduğuna inanıyorsun da, uçağa kafa atıldığına mı inanmıyorsun!
**************************
Medeniyet bize o kadar uzak ki...
Trabzon Tonya'da bir düğüne gittim. Dikkatimi çeken uzak medeniyeti yazayım dedim.. Belki sinirim biraz azalır..
Düğünde tebrik / takı merasimi başladı. Öyle haremlik selamlık, dini mini bir düğün değil. Normal çalmalı, oynamalı, karışık bir düğün.. 1.2.3 dikkatimi çekmeye başladı. Ben diyeyim 150 erkek siz deyin 200 erkek. Sepete takı parası atıp gelinin, bırakın tokalaşıp tebrik etmeyi, yüzüne bile bakmadan direk damadı tebrik edip gidiyorlar. Zavallı gelin ilk başlarda kendisini de tebrik edecekler diye adamların gözüne bakmaya çalışıyordu, sonra baktı burada durum başka, o da bakmaktan pes etti..
Arkadaş kadın eli sıkılmamasına alıştık hadi diyelim.. İnsan düğüne gittiği yerde takı takınca geline de en azından hafif bir tebessüm eder, hayırlı olsun filan der. Sanki damat kendi kendine evleniyor, yanında gelin yokmuş gibi görmezden gelmek nasıl bir kültür, gelenek, ahlâk.. her ne ise işte..
İlk defa bu kadarını gördüm.
Medeniyet
O ney ki?...
***********************
Dünyada mezunlarının en kolay ve iyi iş bulabildiği ilk üç okul listesini biliyor olmalısınız.
1.Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (M.I.T)
2.Harvard Üniversitesi
3. Kartal İHL
Bugün onlardan birincisini ziyaret ettik. Kocaman kocaman binalar işte. Üniversiteyi üniversite yapan binalar değil içerisinde üretilen bilimsel değerdir.
******************
Amerika'da bir Yunan'ın kızıma sorusu..
- Rakı ile Uzo'nun farkı yok, ama biz uzo içince neşelenip eğleniyoruz, siz Türk'ler rakı içince hüzünleniyorsunuz.. neden?..
Neden ?...
O kadar çok neden var ki..Oğuz Atay'ın dediği gibi..
Çok şey vardı anlatılacak. O yüzden sustum. Birini söylesem diğeri yarım kalacaktı. Sen duydun mu sustuklarımı?.
****************************
İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Başımda eski alemlerin sarhoşluğu
Loş kayıkhaneleriyle bir yalı;
Dinmiş lodosların uğultusu içinde
İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı
....
Artık İstanbul'un dinlenecek hali filan kalmadı. Hele ki Elimdeki kitaba bakınca insan ister istemez düşünüyor, nasıl bu kadar kötü olduk?..
Kitap 1900'lü yılların İstanbul'unu anlatıyor. 1996 yılında İtalya'da İngilizce olarak basılmış. Kızım Amerika'da bir kitapçıda görünce merak edip almış. Şimdi inceledim de, o zamanların İstanbul'unun daha önce gördüğüm bir Roma'dan, bir Paris'ten hiçbir eksiği yokmuş. Baktıkça insanın içi sızlıyor. Bizimkiler neden, nasıl bu kadar kötü oldular.. Doğaya, çevreye bu kadar düşman, mimariye, sanata bu kadar uzak.. Üstelik yetmedi bizden daha geri / kötü olan Orta doğunun bütün medeniyetten nasibini almamış insanlarının göç merkezi olduk. Azcık medeniyet ümidi vardı ise de artık hiç kalmadı!...
************************
-nerelisiniz?
-trabzon'lu
-neresinden?
-beşikdüzü'nden
-hangi köyünden?
--orada herkesin bir köyü vardır, hangi köyden?
-aslında Vakfıkebir'liyiz ama beşikdüzü dedim
-vakfıkebir'in hangi köyünden?
-....... (sessizlik ).. köpeğe mama vermem lazım, görüşürüz!
Az önceki muhabbetten.. Karavancı muhabbetinin başlangıcı bellidir. Nereden geliyorsunuz, karavanı nerede yaptırdınız, nerelisiniz?.. Nerelisiniz kısmına gelince vatandaş çuvalladı
..
Siz siz olun bilmediğiniz insanlara kendiniz hakkında bilgi verirken sallamayın. Sonra benim gibi oraları iyi bilene denk gelirsiniz. Böylesi sessizlik içinde kıvırıp kaçmak keyifli olmuyor!
***************************
Bu manzara bizim yayla evinin manzarası. Çok güzel değil mi?
Oysa ki çocukluğuma dönünce neredeyse Çin işkencesini hatırlıyorum.
O zamanlar herkesin evinde 3-5 inek vardı. Yaylalara da zaten inekler için gidiliyordu. Onlar daha ucuza, daha iyi beslensin diye. Çin işkencesi ise her sabah erkenden inekler evden çıkartılıp, o karşı dağın arkasına kadar götürülmesi gerekiyordu. Her gün sabahın köründe uykudan zorla uyandırılıp o görevi yapmak gerçekten gıcık bir işti. Bizdeki inekler çok akıllıydı. Akşama kadar dağlarda otlar, akşam olurken de kendi başlarına eve dönerlerdi. İşte bazen eve dönmeyi karıştıran yeni düveler olurdu ve camiden " obamızda bir adet düve kaybolmuştur, bulanların kahveye haber vermeleri rica olunur " anonsu yapılırdı..
Adamın biri yaylaya giderken bakmış birileri bir ineği kamyon bindirmeye çalışıyorlar. İnek binmemek için direniyor. Adam yardım etmek için yaklaşmış, ineğin başını okşayınca inek kendiliğinden kamyona binmiş. Kamyoncular çok teşekkür etmiş, adam kendisi ile gurur duymuş..
Eve gelince bakmış annesi salya sümük ağlıyor. Ne oldu diye sorunca annesi ineğimizi çaldılar demiş. Meğer inek sahibi olan adamı tanımış, o yüzden başını okşayınca kamyona binmiş ama adam kendi ineklerini tanımamış!
Yaa, eskiden inekler bile çok akıllıydı
********************************
Neşet Ertaş'a dair...
- İlimsizlik bilgisizlik yüzünden. Cehalet hortlayıp çıkar mı? çıkar!. Sevgisizlik saygısızlık yüzünden İnsan insandan bıkar mı? bıkar!..
- Kendi kendisinden utanmayan, yeryüzünde hiç kimseden utanmaz.
- Kendini bilen bilmeyenin kusuruna bakmaz!
- Kusur görenindir!
- Gurbette olanların hiçbiri mutlu değil, ben mutluyum diyene rastlayamazsın. Neden? Gurbet herkesin içinde taş gibidir.
- Ağaçtan düşen yaprak nasıl kurumaya mahkumsa, Gönülden düşen insan da unutulmaya mahkumdur!
- Bir ulusun türkülerini yapanlar, yasalarını yapanlardan daha güçlüdür!
- Gölgeye Girenin Gölgesi Olmaz!
Sözlerdeki derinliğe bakar mısınız.. Her biri ve daha niceleri için değme filozoflar eline su dökemez!..
Cahildim dünyanın rengine gandım
Hayale aldandım boşuna yandım
Seni ilelebet benimsin sandım
Ölürüm sevdiğim zehirim sensin
Evvelim sen oldun ahirim sensin
Işıklar içinde uyu büyük usta.. Bize verdiklerin için, yaşattıkların için sonsuz teşekkürler.
******************************
Cengiz Aytmatov'un bir sözü var;
"Bütün duyguları anlatmaya yetecek kadar kelime yoktur. Gerek de yoktur..."
Allah'ım sen konuyu biliyorsun..
Ceza almadan anlatmaya yetecek kadar kelime yoktur.. Gerek de yoktur!....
Korona salgını var, dışarı çıkmayın deniliyor ama bizim Fadime dinler mi.. Sokaklarda dolaşıyor. Komşusu Emine dayanamaz, balkona çıkıp bağırır..
“uyy Fadimee, duymadın mı hastalık var, niye dışarı çıkarsun.. Üstelik eldivenin de masken de yoktur”..
Fadime aşağıdan seslenir “ Ben 55 yaşındayım bana yasak yoktur. Akşam Cumhurbaşkanı ne dedi,evde kalana bu hastalık bulaşmazmış, ben hiç evlenmedim ki! “