Doğum günü şeysine binaen…
İnsan yaş 50 yi geçince saymayı bırakıyor. Artık nicelik değil, nitelik istiyor. Yani ki insan artık olgunluk döneminde olduğu için, daha kaliteli hayatın peşinde koşuyor. Şartların zorladığı hayatı değil, istediği hayatı yaşamak istiyor.
Birilerinin bana şunun yap, bunu yapma demesinden hiç hoşlanmıyorum. Söyleyenler en yakınımdakiler bile olsa . O yüzdendir ki çoktandır insanlara neyi yapıp yapmamaları konusunda ahkam kesmemeye özen gösteriyorum. Ya da gösterdiğimi sanıyorum. Sadece kendi gördüklerimi, deneyimlediklerimi ortaya yazıyorum. İsteyen payına düşeni alsın, isteyen ne diyon tuzu kuru desin.... İnsanoğlunun ortalama yaşam süresi belli. Öyle ya da böyle bu hayatı tüketeceğiz. Burada asıl olan bunun farkında olmak, günlük koşuşturmacalar içerisinde büyük resmi kaçırmamak. Geldik gidiyoruzu hep akılda tutmak. Demek değil ki bir gün öleceğiz diye her gün ölümü düşünmek. Tam tersine bir gün öleceğiz diye, bu hayatı olabildiğinde anlamlı, keyifle yaşamak. Geriye bakınca söylenen keşkeleri en aza indirebilmek..Ben bunların farkına varanlardan olduğumu sandığım için, kendimi şanslı hissediyorum.
Zenginliğin, paranın, lüksün, biriktirmenin sınırı yok. Önemli olan ne istediğini bilmek, mutlu, huzurlu olmayı başarmaya çalışmak. Geriye bakınca olabildiğince en az “keşke” diyebilmek..
Bazen espriler, bazen yol hikayeleri, bazen de espri ile karışık ciddi yazılar yazdığım köşemden tüm dostların sağlığına...
***********************
Facebook profil bilgilerimin başına Franz Kafka'nın bir sözünü yazmıştım.
“Ölümün olduğu bu dünyada, hiçbir şey çok da ciddi değildir aslında.” diye.. Aslında kendim için oraya yazmıştım. Bir şeylere üzülünce, sinirlenince görüp, kendime gelmek için.
Az önce bir paylaşım gördüm. Nasıl yani, olamaz dedim. Bir anda çok eskilere gittim. Sevgili dostum Muhsin Solmaz geldi gözümün önüne.. Onun o bitmeyen esprileri, yaşanmış hikayelerini anlatırken gözlerimizden yaşlar getirmesi.. Telefonda sesimi duymayınca, bir kulağının duymadığını ima edip, lan yine duymayan kulağına tutuyorsun telefonu diye fırça atmalarımı.. Anılar çok da.. Paylaşımda demişler ki Muhsin öldü!.. Nasıl yani.. Bir süre öylesine baktım, bakakaldım. İnanılır gibi değil. İnanamadım zaten. Ortak bir dostumuzu aradım. Evet yaa dedi.. evet artık Muhsin yok bu dünyada.. . Sözler anlamsız.. çok üzüldüm, çook..
Kendimizi gündelik olaylara o kadar kaptırıyoruz ki..
"Ölümün olduğu bu dünyada, hiçbir şey çok da ciddi değildir aslında.”
*********************
Bugün benzine yine zam gelmiş..
Amaan bana ne.. Benim karavan mazotlu..
İnsan psikolojisi işte. Akaryakıta zam haberi görünce içeriğine bakıyor. Benzine gelmiş ise, neyse ki benim araba dizel diyor.
gerçekten deniyor mu?. diyor musunuz? deniyorsa normal midir?.
Mesela alkole, sigaraya zam gelince..
Amaan bana ne içmesinler zaten mi diyorsunuz?.
yoksa daha da ileri gidip, ohhh bee, alkole daha da zam yapsınlar. Zaten günah, cezasını çeksinler mi diyorsunuz?..
En arada kalanlar alkol içmeyip sigara içenler.. Güya ikisi de yassak, günah ama sigara içenler daha bi masum sanki.
Bence mi?.. Geçenlerde bir yerde yazmıştım. Alkole zam gelince ohhh, daha da gelsin diyenlere cevap vermiştim.. Ben çok ekmek yemiyorum. Bir ekmeği 3-4 günde ancak bitiriyorum . Ben şimdi ekmeğe daha da zam gelsin bana ne desem.. ne düşünürsünüz demiştim.
Hep beraber batıyoruz işte. Lüküs kamarada kimler oturuyor biliyoruz da bu gemi biraz farklı, onlar batmayacak .. o bari bilinsin artık..
*******************
Bizim Trabzon’da balıkçıların merkezi eskiden Faroz’du. Orada balıkçılık yapan arkadaşımın babası, sezon başı teknesinin bakımını yapmaya karar verir. Tekne suyun içerisindedir. Babası eline boyayı, fırçayı alıp, suyun içerisine dalar. Amaç suyun içerisindeki bölümleri boyamaktır. Suya dalar ve az sonra etrafında boyalı su ile geri çıkar. Oğluna bakar ve “bunu birilerine anlatırsan, ananı bilmem ne yaparım” der.
**********************************
Vatandaş gezmek için bizim Trabzon’a gitmiş. Otelde sabah kahvaltısı yapacak. Temel garsona sipariş verirken
“sucuk ve yumurta istiyorum. sucuklu yumurta değil ha” diye de tembih etmiş.
Aradan zaman geçiyor ve gelen klasik sucuklu yumurta. Adam garsona kızarak “ben sucuklu yumurta değil, sucuk ve yumurta istemiştim” diyor.
Bizim Temel gayet sakin
-onu bana dedin, aşçıya demedin ki!
****************************
Bir bebek ağlıyor ise kesin Türk'lerindir!
Bir köpek havlıyor ise kesin Türk'lerindir!
Lütfen , ne olur bunu bir aşağılama olarak algılamayın.. Ama dikkat etmedi iseniz, bundan sonra dikkat edin hak vereceksiniz..
Uçakta, otobüste ağlayan bebek görürseniz dikkat edin. Ağlayan bebek varsa kesin Türk'lerindir. Yurt dışına gidince dikkat edin. Sokaklarda bir tane başıboş köpek göremezsiniz ama tasması ile gezdirilen bolca köpek görürsünüz. Amma velakin hiç köpek havlaması duymazsınız.. Nedenini bana sormayın. Fikrim var, eminim ama ispatlayamam
..
Nereden aklıma mı geldi?..
Erdemli'de kampa geldik. Alman bir karavancı aile ile biraz sohbet ettik. Yanlarındaki Mersin plakalı karavana bağlanmış 2 tane köpeği gösterip "Türkish karavan men problem, Türkiş dog problem" dediler. Yani Türk karavancı problemli, Türk köpekler problemli dediler. Elektrik kablomuz kısa gelince bize uzun kablo verip, problemli karavancı ile muhatap olmayın bile dediler.
2. gün buradayız. Türk karavancıların iki köpeği sürekli havlıyor. Alman karavancıların da köpeği var ve daha sesini duymadık.. Gelin de baştaki iddiama itiraz edin!
*******************
Ankara'da, 'doğum koçu' tarafından evde doğum yaptırılan Ö.G.'nin (41) bebeği, ters gelerek doğum kanalında kaldı. Hastaneye kaldırılan Ö.G. ameliyata alınırken, bebeğin uzun süre oksijensiz kalması nedeniyle yaşamını yitirdiği belirlendi.
Ve bana hatırlattığı.
Yıl 1991 .. Afyon'un köyünde mecburi hizmetteyim. Kasabanın tek doktoru olduğum için her şey için gözümün içine bakılıyor. Çok eski, eski ebelik okulu ( ortaokul mezunu ayarında) ebemiz var. İyi bari, doğum konusunda tecrübelidir, bana fazla iş çıkmaz diye sevinmişim.
Günün birinde gece vakti sağlık ocağında doğum var ve ben lojmandayım. Kapım çalındı ve doğumun zor olduğu, gelip bir bakmam istendi. Doğum odasına girdim, bizim tecrübeli bildiğimiz ebe elinde Arapça bir kitapçık, ondan bir şeyler okuyor. Ben şaşkın şaşkın "ne yapıyorsun sen?" diye sordum. Doğum duası okuyormuş. Benim kan beynime sıçradı. Artık nasıl bağırdım ise kitabı bıraktı, başladı gebenin karnına bastırmaya. Sanırsın yukarıdan bastırınca aşağıdan çocuk fırlayıp çıkacak. Ayrıntıya gerek yok da o hareket de doğumda en yapılmaması gerekenlerden. Neyse!
Yaa , yaş alınca mı böyle oluyor. İnsan bir haber okuyor, eski bir anısını hatırlıyor. Fena bir şey ise söyleyin de en azından yazmayayım ..
Haa.. doğum koçu ile doğumu da ilk defa duydum. Memlekette malum her şeyin b.ku çıktı. Geçenlerde bir yerde görmüştüm. 22 yaşında yaşam koçu.. Adamın teki de sormuş. "sen 22 yaşına kadar ne yaşadın da insanlara koçluk yapıyorsun?" diye.. Oluyor demek ki..
Aslanım, koçum benim!
*******************************
Önce şunu söylemek istiyorum. Bugünün "iyi ki iyi insanlar var " ödülünü kendime verdim .. Yürüyüş yaparken baktık yolun ortasında bir cep telefonu. 2-3 bin liralık Samsunglardan. Aldım, ekran kilidi var, arayamıyorum ama dedim sahibi arar herhalde. Birazdan telefon çalmaya başladı. Konuştuk, yerimizi tarif ettik. 15 yaşlarında bir çocuk, motosiklet ile giderken düşürmüş. Geldi aldı. O mutlu biz iyi insan modeli..
Sonrası Hatay Erzin merkeze yürüdük. Meğerse bugün Erzin'in 100. kurtuluş yıldönümünü imiş. Tören düzenlenmiş. Sıkıcı uzun konuşmalar her yerde. Oranın başkanı, buranın milletvekili, bitmiyorlar arkadaş.. Halkoyunu ekibini izlerken bizim Temel'in söylediği aklıma geldi. Bence Temel haklı
Bölgelerarası halk oyunları yarışması düzenlenmiş. Finale, Karadeniz horon ekibiyle Ege zeybek ekipleri kalmış. Yarışmayı zeybekler kazanmış. Karadenizliler, duruma çok bozulmuş. Temel, yenilginin nedenini şöyle açıklamış:
- Biz, oynarken çok acele ettik. Keşke biz de zeybekler gibi düşüne düşüne oynasaydık!
******************************
Muhtemelen siz de ilk defa duyup, görüyorsunuz..
Hatay Erzin'de bir köy fırını. Vatandaş mandalina kabuklarını fırına getirmiş. Fırında kuruttuktan sonra evine götürüp, ısınmak için yakacakmış. Kâr zarar, kalori işlerini bilemem. Çok mantıklı gelmedi. Aklıma doğu illerimiz de söylenen söz geldi.. “Tezek boktur. Miktarı çoktur. Kalorisi yoktur.”
**************************
Önümüzdeki sahile arabaları ile gelen 60-65 yaşlarındaki iki adam, dinledikleri arabesk müziğin sesini sonuna kadar açıp müzik eşliğinde bira içtiler. Hemen 10 metre gerilerinde bizim olmamızın ne önemi var. Biz kimiz ki?.. Sonunda bira şişelerini sahile bırakıp gittiler..
Adamlar gider gitmez yanımızdaki Alman karavancı gitti onların bıraktığı bira şişelerini topladı..
Yakındaki bir berbere gidip saç traşı oldum. Malum berberler pek bi geveze. Adam lafı evirdi çevirdi dine getirdi. Kız çocuğunun duasını alan anne babanın tüm günahları siliniyor dedi. Hadi canım dedim. Adam şaşırdı, nasıl bilmezsiniz kitapta yazıyor dedi. Hangi kitapta diye sormadım tabiki de, kız çocuğu olmayanlara haksızlık değil mi? Onlar ne yapsınlar diye sordum.. Adam kaldı. Sanırım çalışmadığı yerden sordum..
İşin özeti..
insan malzememiz böyle. şansımıza, kaderimize üç nokta!..
*************
Klasik sorudur
Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?.. Hem okuyorum, hem geziyorum ama hala bilmiyorum.
Mesela; Manavgat sahilde yürüyoruz. Bir grup delikanlı, sesi sonuna kadar açmışlar , oynuyorlar.. Şarkıyı ilk defa duydum. Bazı işlere okumak da, gezmek de faydasız!.
Bekarken hişt pişt diyordun
Evlendin hoşt hoşt diyorsun
Bekarken hişt pişt diyordun
Evlendin hoşt hoşt diyorsun
Hadi hade haydeee, rahat olun
ilk defa duyanlar parmak kaldırsın
********************
Karavanla dolaşmanın faydaları. Her türlü insan ile karşılaşıp, tanışmak, sohbet etmek, bazen de dost olmak şansı yakalanıyor..Neyse Karavan güzellemesini geçelim.
Bizde bilinen nedir?.. Katolik nikahı asla bozulmaz.. Bugün Demre'de tanışıp, sohbet ettiğimiz Polonya'lı kadın ve Türk erkek çiftinden işin aslını öğrendik.
Evet Katoliklerde boşanma olmaz. Evlilik tamamlandığı an onu kimse bozamaz. Hep nasıl yani deriz ya, işin aslını öğrendim. Mahkemeye gidip boşanırlar ama kilisede yaptıkları nikah asla bozulmaz. Bu ne demek? Tanrı’nın huzurunda boşanma yoktur. Bu yüzden bir daha kilise nikahı yapamazlar. Çünkü evli olarak görünürler. Mahkemede boşanıp başka evlenebilirler ama kilise bunu tanımaz, o hala ilk evliliği tanır. Dolayısı ile ilk evlilikten sonrakiler için kilise de tören yapılamazmış.. Temel doğan çocuğuna "Nihamsi" adını koymak istemiş. Nüfus memuru öyle isim olmaz deyince "Nilüfer" oluyor da "Nihamsi" neden olmuyor demiş. Ha ha haaa..
İdris bizim Karadeniz Üniversitesi rektörlüğüne başvurp "İdris Temel Bilgiler Fakültesi " açılmasını istemiş. Rektörlük olmaz deyince "Temel Bilgiler Fakültesi oluyor da İdris Bilgiler Fakültesi neden olmuyor " demiş.. hımmm. ha ha haaa..
Başka argo fıkralarda dolaşımda ama yazmak bana yakışmaz. Niye bilmiyorum ama son günlerde bizim Temel yine revaçta. Hiç sorun değil, isteyen istediği kadar dalga geçebilir. Bilinsin ki zaten Karadenizliler en çok kendi kendileri ile dalga geçerler. Ama olay küçümsemeye, hakaretlere varırsa iş değişir..
******************************
Dünyanın en hızlı fakirleşen milleti olduk. Bütün Cumhuriyet birikimini sattılar.. Yetmedi Köprüler yollar şehir hastaneleri diyerek geleceğimizi de çaldılar.. Artık korkma zamanı değil.. Sesinizin çıktığı her mecrada ses çıkartın.. Neme lazım ben susayım, birileri uğraşsın, yanarsa onların başı yansın zamanı değil. Ne demişti büyük usta Nazım;
"Ben yanmasam
Sen yanmasan
Biz yanmasak
Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa" Ayrıca Almanlar'ın matematik formülü der ki: "Eğer 1 Nazi ile aynı masada oturup ona karşı tek laf etmeyen 10 Alman varsa, masada 11 Nazi var demektir..!"
**************************
Her Allah'ın gününe bir şey uydurup kendilerini kutlatan kadınlar..
bizim kadınlarımız
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız...
bugün nerelerdesiniz.. hiç kutlama mesajı göremedim ))
******************************
Dersin bu fotoğraflar ile ilgisi yok. Bunlar artık sıradan olan gün batımı fotoğrafları. Güzelçamlı'ya has..
Günün molası için Güzelçamlı'dayız. Karavanı park ettim, dışarıya sandalye çıkartıp oturdum. Yandaki minübüs sahibi (karavan değil) başladı soru yağmuruna. Klasik nereden geliyorsunuz, kaç gündür yoldasınız, burada kaç gün kalacaksınız, buradan sonra nereye gideceksiniz?.. Ben biraz sallamasyon kısa cevaplar veriyorum ama bitmiyor ki.. Kaç yaşındayım, emeklimiyim, ne işle meşguldüm, doktorun emeklisi mi olurmuş, en iyisini yapmışız, aslında zaten 2 tane 25 lik yaşı devirince işi bırakmak lazımmış.. bitmiyor! Neden bilmem hiç tanımadığı insanların hayatına, yaşam tarzına karışmayı, yorum yapmayı, akıl vermeyi kendinde hak görenlere oldum olası kıl oluyorum.
Neyse kısa keselim angara havası olsun. Adam Denizli'li ve seyyar havlu nevresim pazarlamacısıymış. Sakın pazarcılar ile karıştırmayın, ben pazarcı değil pazarlamacıyım dedi. Farkı ne dedim. Pazarcı tezgahını açar müşteri gelsin diye bekler. Ben köy köy gezip malımı satmaya çalışıyorum. Müşterinin ayağına gidip mal satmaya çalışana pazarlamacı denir dedi.. Valla doğru.. Hadi iyisiniz, siz de öğrendiniz ))
**************************
Az önce karavanın egzoz muayenesini yaptırdım.
Adam gaza iki defa basıp bırakın dedi, basıp bıraktım, tamam dedi. Eee kıçına çubuk sokup makinaya bağlamayacak mısın dedim. Gerek yok, bağladık sayın dedi. Sen de parayı verdim say dedim..
Ne güzel memleket yahu, her şeyimiz "mış" gibi!
********************
Suya süt katıldığını gördünüz mü ?
Tekrar okuyun, yanlış anlamayın.. Süte su değil, suya süt..
Bizimkiler süt satan, tanımadıkları yaşlı bir teyzeden süt diye almışlar. Aslında biraz da teyzeye acıyıp, yardım olsun diye almışlar. Evde tencereye boşaltırken farkettik ki süt filan değil, bildiğin suya biraz süt katıp beyazlatmış.. Bu kadar süte su katan, pardon suya süt katan kim bilir başka neler katmıştır deyip, 4 litre sütlü suyu sokağa döktük. Bir kısmından kediler faydalandı.. Du bakalı daha neler göreceğiz
*********************
Delikanlım!.
İyi bak yıldızlara,
onları belki bir daha göremezsin. Belki bir daha
yıldızların ışığında
kollarını ufuklar gibi açıp geremezsin
***************************
Lokantaya girdik, yiyecek bir şeyler var mı? diye sordum.
Cevap " hemi de ne kadar!"..
Hesap ödemek için kasaya gittim. Kredi kartımı uzattım. "bunun okuyup üflemesi var mı?" diye sordu.. Anlamadım dedim.
Gülerek " yani temassız ödemesi var mı?" dedi...
*******************************
Küçükkuyu’da yan yoldan anayola çıkacağız. Tam çıkış yerinde yabancı plakalı lüks bir araba bırakılmış, yol kapalı. Biz durup beklemeye başlayınca bir vatandaş yanımıza yaklaştı, başladı arabayı oraya bırakana saydırmaya.. Arabayı buraya bırakma dedim ona, bunlar güya Avrupa’da yaşıyorlar, domuz eti yediklerinden domuz gibi olmuşlar filan diyor. Hızını alamadı gitti arabayı tekmelemeye başladı. Biz sesleniyoruz, amca sakin ol, gelir birazdan filan.. araç sahibi birazdan geldi. Bizden özür filan hak getire de az önce cinnet geçiren adam da aynı arabaya atlayıp gittiler.. Meğerse onun arkadaşıymış!
Pejo arabamı ustaya bırakmıştım, almaya gittim. Araba rotcudaymış, ustayla çay içerek gelmesini bekliyoruz. kapıya jeeple bir adam gelip park etti ve içeriye girdi. Ustanın yanında çalışan çırağı sordu. Usta da burada değil, ben onun ustasıyım, buyrun ben yardımcı olayım dedi. Adam yok işim onunla dedi. Usta “ o zaman bekleyeceksin” dedi. Adam birden dellendi, benimle nasıl konuşuyorsun, saygılı ol terbiyesiz adam filan.. diyerek saydırıyor. Usta da ayağa kalktı, ne dedim ben diyor ama adamın bir anda gözü döndü. geldi ustaya vurdu vuracak, tam o anda ben de ayağa kalkıp adamı tuttum, kamera şakası mı yahu, hayırdır, saçmalamayın dedim. Allahtan adam beni dinleyip geri adım attı. Yoksa ya usta ya aracı ( o ben oluyorum ) dayağı yiyecekti.. Anladığım kadarı ile adam “ o zaman bekleyeceksin” yerine “o zaman bekleyeceksiniz” denmesini istemiş..
Kıssadan hisse..
Millet bir garip, patlamaya hazır kuru barut gibi.. İki harf yüzünden postu deldirmemek için dikkatli olma zamanlarındayız..
********************
Fotoğrafı görünce aklıma geldi
Yıllar önce Pendik'de, ilaç firması mümessili arkadaşlar sürekli aynı lokantada buluşup yemek yiyorlar. Bazıları da sadece arkadaşlarını görmek için oraya geliyor. Öyle olunca da gelsin çaylar, gitsin çaylar.
Bir gün lokanta sahibi dayanamamış.
- yemekler benden olsun, çayların parasını verin yeter!
**********************
Tuzla’da varsa taze balık alayım diye balıkçıya gittim.
Kasalar dolusu hamsi var. Ama oldukça iri, Marmara hamsisi.. Bilenler bilir, Marmara hamsisi ağır ve kokulu olur, insanın midesini bile rahatsız eder. Karadeniz hamsisi hala daha niye gelmedi, artık denize kar suyu indi dedim. Bilmiyorum ki abi, nakliye ücretleri pahalı diyorlar,belki ondandır dedi.
Ben tekir aldım, biraz kenarda temizlenmesini bekliyorum. Yaşlıca bir teyze geldi. Hamsi Karadeniz mi diye sordu.. Karadeniz olmaz mı abla, hem de yeni geldi çok taze,kaçırma dedi. O kadar inandırıcı söyledi ki, şaşkınlıkla izledim. Teyze hamsisini alıp gidince, balıkçıya yaklaştım. Neden öyle söyledin ki, doğrusunu söylesen ne olurdu sanki dedim. Yaav abiciğim, bakınca Karadeniz olup olmadığını anlamayan, yerken nereden anlayacak, boşver dedi.
Yalan dolan o kadar ruhumuza işlemiş ki ,sonumuz hayırlı olsun.
*************************************
Eskileri hatırlamak adına sokaklarda gezerken önüme çıktı. Yemek yemiştim ama ayağım içeriye çekti ve girip oturdum. Tok karnına ancak kadayıf gider diyerek ondan istedim. Buraya kadar her şey sıradan, neden yazıyorsun ki dediniz sanıyorum..
Patron burası kaç yıllık pastane diye sordum. Yeni açıldı dedi. Hımm öyle mi deyince anladı sanırım, daha 45 yıllık dedi. Hesapladık, Vay arkadaş 44 sene önce gelmeye başlamışız buraya. O zamanlar sıcak süt servisi de vardı. Süt isteyince şekerli mi tuzlu mu olsun diye sorarlardı. Küçük hasır taburelerde oturulurdu. Onu sordum, yakın zamanda masa düzenine geçtik, 25 sene kadar oldu dedi. O zamanlar her pazar 10 tepsi su böreği yapıp, komşu esnaflara dağıtırdık şimdi kimse kimseye çay bile ısmarlamıyor diye anlattı.. Esnaflık demişken.. Tonya'da üç kişi kahvenin bahçesine oturup çay istedik. Garson gelene kadar yanımıza bir arkadaş daha geldi. Zahmet ediyoruz ama bir çay daha alsak dedim. Ne zahmeti işimiz bu dedi, tüm sevecenliği ile..
Tonya'da bakkallar birbirine bitişik. Öyle olunca da dışarıda sebze meyveler hangi bakkalın karışıyor. Yan bakkalın ürününü aldığınızı farkedip pardon derseniz bile hiç farketmez siz istediğiniz yerden seçip alın diyorlar. Komşu bakkalın parasını hesaplayıp, onlar ödüyorlar.
Demem o ki.. Trabzon genelinde esnaflık çok fena. Bir şey alırken dayak atacaklarmış gibi davranırlarsa şaşırmayın. Tek iyi örnek Tonya'da.. Yardımcı olma çabaları insanı şaşırtıyor.. Unutmuşuz güler yüzü, ondan herhalde.
*******************
"Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol" ..
ne güzel sözdür..
Güre'ye taşınalı 1.5 yıl olmuş. Bu arada daha çok karavan ile takıldığımızdan dolayı evde toplasan 3-4 ay ancak kalmışızdır. Evi bir nevi eşya deposu olarak kullanıyoruz. Dolayısı ile buradaki mahalleli ile pek tanışıklığımız, dostluğumuz gelişemiyor.
Karavanı genellikle geniş yol olan, bizim sitesin sokağına park ediyorum. Eğer sokağın başına yakın park etmiş isem, karşı köşebaşında evi olan amca her defasında gelip, karavanı sokağın başına yakın park etme, arabalar dönerken sürterler diye uyarıyor du. Ben de her defasında teşekkür edip, önde araba yoksa karavanı biraz ileri çekiyordum. İçimden de "ne güzel insan" diye geçiriyordum. Bugün yine seslendi ama bu defa ses tonu sert ve emrivaki.. Karavanı yine sokak başına yakın parketmişsin, oradan arabalar dönerken benim kestane ağacının dallarına sürterler, ileriye çek!
Haydaa... Adamın derdi karavan değil, kestane ağacının dalları imiş.. Bunca zaman beni iyi uyutmuş.. İnsanların hinliğini anlamak çok zor.
***************************
Delikanlı askere gidince, bir süre sonra annesine mektup yazmış. Mektubunda "bu askerliğin her şeyine alıştım, ama henüz bir helikopterden ötekine atlarken havada tüfeğin şarjörünü değiştirmeye alışamadım" demiş.
Oysaki delikanlı askerde mutfakçı imiş ve bütün işi patates, soğan soymakmış!..
Benimkisi de o hesap. Herkes Amerika'da fellik fellik geziyor zannediyor. Oysaki ben burada mantı açıyorum.
******************************