" Her yer en az bir defa görülmeyi hak ediyor "

GEÇMİŞTEN NOTLAR 2

 

Artık hasta notları yazmıyordum ama bunu yazmak istedim.

3 gün önce surat iki karış, moralsiz olduğu her halinden belli erkek öğretmen hastam geldi.

-hocam moralim çok bozuk, depresyondayım, bana bugün için rapor verebilir misiniz?"

-hayırdır ne oldu?

-20 yıllık eşimden ayrıldım, çok fena depresyona girdim!

-erkek adam boşandım diye depresyona mı girermiş, kendine gel!

Raporunu yazıp gönderdim. Hasta az önce elinde paket ile geldi. "Hocam söylediğiniz söz beni kendime getirdi, size nasıl teşekkür edeceğimi bilemedim. Memleketimizin meşhur ayvası ve cevizinden getirdim" dedi. Ağzı kulaklarında, gözlerinin içi gülüyor. Ben şaşkınlıkla bakıyorum.. vay arkadaş bir espri bu kadar mı etkili olur..

Ayva olması bana pek bi manidar geldi ama, yiyecez artık 😁


***************************


Geri sayım başladı..

Aralık ayı yılların çalışmasının son ayı olacak. Sonrası işim emeklilik için izinlere ayrılıp, dilekçe verip resmi işleri takip etmek olacak. Demem o ki artık aylar değil günler sayılmaya başladı..

Burada beni takip eden hastalarım ve aile efradı da var. Onlara şimdiden söylemek isterim ki, şu sayılı günlerde benimle olan tüm hekimlik, hastalık işlerinizi halledin. Emeklilik sonrası bahanemi peşinen söyleyeyim de şaşırmayın ya da alınganlık göstermeyin;

 “Efendim ben emekli hekimim, güncel tıbbı takip etmiyorum, o yüzden bilgilerim doğru olmayabilir. Siz en iyisi aktif çalışan bir doktor bulup ona danışın! “..


*******************


82 yaşındaki vatandaş karısı ile İstanbul’dan Giresun’a gitmiş. Orada karısı olmadan, karısının ilaçlarını yazdırmak için doktora gidince, doktor hasta olmadan ilaç yazmam demiş.. Kavga dövüş, polis gelmiş, vatandaş polise de direnince iş çığırından çıkmış, biber gazı, tekme tokat, kelepçe derken vatandaş kalp krizi geçirerek vefat etmiş. Üzücü bir durum..

Millet çoktan hazırda bekliyor zaten, bir olay olsa da doktorlara olan kinlerini boşaltsalar.. Diller zehir gibi, hakaretin bini bir para..

Gelelim işin özüne..

Hastayı görmeden ilaç yazmak hekimlik açısından etik olmadığı gibi yasal olarak da suçtur.  Bir hekimi suç işlemeye zorlamak da bir başka suçtur. Evde bakım raporu varmış deniliyor. O rapor ile oradaki hastanenin evde bakım birimi ilgilenir, o raporun aile hekimi açısından hiçbir önemi yoktur. Hekim arkadaş tanımadığı, bilmediği, kendisine kayıtlı olmayan ve hastanın zaten ortada olmadığı birisine ilaç yazarsa suçlu olurdu, gerisi boş laf!..

İşin bir başka dikkatimi çeken ve aslında hep yaşadığımız samimiyetsiz bir boyutu da; hasta İstanbul’dan Giresun’a götürülebiliyor ama orada iki adımlık yerdeki aile sağlığı merkezine götürülemiyor.

Çözüm önerime gelince..

Zaten isteyen istediği ilacı yazdırıp alıyor. Yıllardır tek tek ilaçları sorgulayan ben bile pes ettim. Artık tartışacak enerjim kalmadı. Masanın üzerine konulan kupürleri, listeleri her ne var ise aynen yazıp gönderiyorum. Sağ olsun yurdum insanı her şeyi bizden daha iyi biliyor, azcık itiraz etmeye kalksan bütün günün zehir. Zaten 28 yıldır yıpranmamışım, bundan sonra da yıpranamam!.. Önerim;  bu ilaç yazdırma, yazma işi bitsin. Vatandaş gitsin eczaneye istediği ilacı alsın gitsin, parasını da devlet ödesin. Zaten sonuçta öyle oluyor, bari insanlar doktorlar ile gereksiz yere muhatap olmasın!..Aslında hiç doktor bile olmasına gerek yok diyeceğim de,  şimdilik o kadar da olmasın!


************************


KIYMETİNİ BİLİN

Hikaye ne kadar doğru bilmiyorum ama yıllar önce burada, Tuzla’da duymuştum.

Vatandaşın teki yemek için burada bilindik bir lokantaya gitmiş. Tavuk siparişi vermiş, gelince de kollarını sıyırıp, elleri ile tavuğu yemeye başlamış. Tavuk bitince garson bir tane daha tavuk getirmiş. Şaşıran vatandaş itiraz etmiş, ben başka tavuk siparişi vermedim diye. Garson karşı masadaki yaşlıca adamı göstermiş, bu tavuğu beyefendi göndertti demiş. Vatandaş bakıyor karşısında rahmetli Vehbi Koç. Utana sıkıla kalkıp teşekkür etmek için yanına gidiyor. Vehbi Koç adama diyor ki.. “Bak ben Türkiye’nin en zengin adamıyım ama eskiden hayvanlara yal diye verilen yağsız, tuzsuz, unsuz çorbadan ancak içebiliyorum. Senin ellerin ile o tavuğu yemene o kadar çok imrendim ki, izlerken bile keyif aldım. Ne olur ikinci tavuğu da öyle ye!”..

Hikâyeyi anlatmamın bir nedeni var tabii kii. Zaten Hipertansiyon hastası olan ve uzun zamandır kilosu üç haneli rakamlara çakılan bendenizin, trigliserid ve ürik asidi de can sıkıcı seviyelere çıkınca, yettiniz artık bi durun bakim dedim. 10 gündür geçen hafta sonu gezisinde ki rakı kaçamağı hariç boğazımdan rakı ve un-tuz-şeker içeren hiçbir şey geçmedi. Evdeki akşam menüsü Ispanak olunca Vehbi Koç hikâyesi aklıma geldi. Ben tez zamanlarda sahalara geri dönüş yaparım gerçi ama, insan sürekli böyle yaşamak zorunda olursa ne fena bir şey..

Siz siz olun sağlığınızın ve ağzınızın tadının kıymetini bilin. İleride yal yememek için şimdiden ölçülü olmaya çalışın.. Daha açık nasıl sosyal mesaj vereyim bu sosyal mecradan. Benden bu kadar.


*****************


RESMEN KISKANDIM

Telefonla doktor arkadaşımı aradım. Kulağıma kaşe sesi gibi bir ses gelince, hastan varsa sonra konuşalım dedim. Hastam olsa ne olacak, benim hastalarım seninkiler gibi değil ki dedi. Nasıl yani diye sorunca, ki sormaz olaydım, başladı saymaya..

Benim hastalarım geç kaldın diye kızmazlar, iki saattir seni bekliyorum demezler, muayene ederken telefon ile konuşmama ters ters bakmazlar dedi. Muayene edecekken şikayet anlatacağım diye lafı dolandırıp durmazlar, öyle ilaçların iyi gelmedi diye kontrole filan gelmezler, sen bi muayene et, olmazsa daha iyi doktora gideyim demezler. Gelmişken yanındakileri de muayene etmemi, hiç olmazsa tansiyonlarını ölçmemi istemezler dedi. Muayenemi bitirince sadece götürün derim o kadar. Öyle üfürükten nedenlerle sağlık bakanlığına filan şikayet edip, iş çıkartmaz diye anlatmaya devam etti..

Aaaan yeter artık daraldım yahu , bizimkisi de doktorluk mu senin yanında dedim. Resmen kıskandım arkadaşımı, kıskanmakta haksız mıyım?

Merak ederseniz arkadaşın nerede doktor diye, İstanbul’un büyük ilçelerinden birisinde Belediye defin doktoru.. Kendileri sadece ölenleri muayene ediyorlar!..


**********************


İstanbul’da 2010 sonu Aile hekimliği başladığından beri aynı yerdeyim. Öncesinde de aynı yerde çalışıyordum ama onların kayıtları yok. Bu sürede sistemde kayıtlı  en çok gelen hastalara baktım..

En çok gelen hasta 140 defa gelmiş. Sistem ortalama geliş süresi olarak da 20 günde bir demiş.  İnsanın ne hastalığı olur da son 9 yılda ortalama 20 günde bir doktora gider. Bu kadar sık gelen hastanın nesi olduğunu bilmiyor musun da bize mi soruyorsun demeyin..  Biliyorum tabiî ki, sadece diyabeti var, gerisi üfürükten işler, ilaçlar için hep gelirdi ama rekorun onda olduğuna ben de şaşırdım..

İkinci sırada olan hastanın da ondan pek farkı yok.  139 defa gelmiş ve her gelişinde program  ona parol parafon doloreksi artık otomatik yazıyordu. Sistem yazmazsa hasta hemen uyarıp parol parafon doloreks eklemeyi unutmadınız değil mi diye soruyordu..

Listenin devamı da pek farklı değil.. Doktora bu kadar sık gitmek olacak iş değil desem de buralarda her şey normal. Ben kendilerine hoşcakalın diyorum.. Darısı arkadaşlarımın başına!


*********************


Dımdızlak

Hekim arkadaşlardan vatandaşın önüne korunmasız olarak,  tabiri yerinde ise “dımdızlak” bırakılan, özellikle  Aile hekimlerinden Korona kapanların haberleri gelmeye başladı. Korkarım ki çok yakında mızrak çuğala sığmamaya başlayacak ve bu haberleri  üzülerek çok daha fazla duyacağız.

Hekim arkadaşlar bas bas bağırıyorlar, adeta yalvarıyorlar koruyucu malzememiz yok, bulamıyoruz,  bize koruyucu malzeme gönderin diye.  Her şeye para gözü ile bakmaya alışık olanlar ücretlerinizde kesinti yapmayacağız diyorlar. Burada  özetle açıklayayım, sağlık çalışanlarının ücretlerine zam yapılmadı, bu dönemde hepsinin tam performans çalıştıkları kabul edilip, ona göre ödeme yapılacakmış.

Bu salgın başladığından beri  maaşımıza zam istiyoruz, prim istiyoruz gibi  para muhabbetini gündeme getiren tek bir  sağlık çalışanı duymadım. Bu kadar ölümüne özveri ile çalışanlara bu dönemde rüşvet verir gibi para gündeme getirmek hakaret sayılır. Kimse bin lira, iki bin lira fazla para alacağım diye kendisini, ailesini, çocuğunu riske atmak istemez. İdarenin artık ve hala kamuoyu algısına yönelik çalışmaktan vazgeçip, sağlık çalışanlarının sağlığını önceleyen işleri acilen devreye sokması  lazım. Onlar hasta olmaya başlarsa asıl o zaman hapı yutarız.. Biliyoruz ki, para ya da alkışlar virüsten korumuyor.


***********************


Sabahın ilk hastası..

Teyze ilaç yazdıracağım diyerek içeriye girdi. Masamın üzerine 5-6 tane ilaç küpürü koydu. “bunları yazmayacasun, sadece coraspin yazacasun!” dedi. Üstelik  coraspin yok onların arasında..

Nedense bazen, vatandaşın benimle dalga geçtiği hissine kapılıyorum.


***************


Az önce Migros markette..

Yaşlıca bir amca yanıma yaklaştı.

“Siz doktorsunuz değil mi? “ diye sordu.

Ben şaşkın şaşkın “evet eskiden doktordum” dedim.

Siz kimsiniz demeye kalmadan başladı soyunmaya. Marketin içindekiler bize bakıyor. “Bir ay önce zona geçirdim ve yaralarım hala iyileşmedi.. Ne yapmam lazım?” diye sordu.. O arada belinden yukarısını soydu bile.. Baktım enfekte olmaya başlamış, antibiyotikli krem de sürün dedim.

-Siz kimsiniz

-aynı mahallede oturuyoruz, sizi oradan biliyorum.

- hımm..

içimden gelen ses 

“ iyi ki yaralar başka yerlerinde değildi!”..


*********************



Çözümde yer almayan sorunun bir parçası olur !

Kadıköy’de doktorlar bir hafta boyunca akşamları bir saat şiddete hayır nöbeti tuttular. Katılımı artırmak için medyatik misafirler filan davet ettiler. Son nöbete ben de katıldım.

Yaklaşık 32.000 doktor olan koca İstanbul’da, Kadıköy gibi merkezi bir yerdeki, siyasetten uzak, tamamen mesleki duyarlılık ile yapılan nöbete saysan 100 doktor ancak gelmiş. Zaten onlarında yarısı bütün toplantılara katılan Tabip odasının aktivistleri....

Tam akşamın iş çıkışı saati ve meydanın sağından solundan binlerce  insan geçip gidiyor. Ve eminim ki aralarında ki  onlarca doktor da  bakıp, geçip gidiyorlar..

Neresinden başlanıp nasıl anlatılır bilemedim ama, ciddi bir duyarsızlık sorunu olduğu da ortada. Derinlemesine analizlere gerek yok. Yan odadaki doktor arkadaşı vurulduktan 10 dk sonra hasta muayene etmeye devam edenlerin olduğu bir dönemde yaşıyoruz.

Oğuz Atay’ın dediği gibi;

"Çok şey vardı anlatılacak.

O yüzden sustum.

Birini söylesem diğeri yarım kalacaktı.

Sen duydun mu sustuklarımı?"

Sevgili meslektaşlarım “Meseleleri mesele etmezseniz ortada mesele kalmaz” ama, araştırmaların her 10 sağlık çalışanından 8’inin psikolojik ya da fiziksel şiddete maruz kaldığını ortaya koyduğu günümüzde, ciddi bir meselemiz var demektir.

Uzatmadan sözü Nazım ustaya bırakmak istiyorum;


Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer

ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak

              kabahat senin,

                  demeğe de dilim varmıyor ama           

kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!


**********************


T  vitaminine baktırmak istiyorum dedi.. 3 defa sordum evet T vitaminine dedi..

Nedir bu T vitamini..

Bilenler bilmeyenlere anlatsa!


*********************


Az önce gelen Suriye’li kadın, yanındaki Türkçe bilen aracılığı ile  “Tiroid ilacım az kaldı, 2 ay Suriye’ye gidip tekrar geleceğim, yetecek kadar tiroid ilacımı yazarmısın”  dedi.. “Eee gidince memleketinden alırsın”  dedim ama dediğimi ben bile  samimi bulmadım.

Hastalar bitince haberlere bakıyorum. Meğerse bugünlerde Suriye’lilerle ilgili bir hareketlenme başlamış. Anladığım kadarı ile yaşamasına izin verilen şehir dışında yakalananlar sınır dışı edilmeye başlanmış.

Bu düzensiz göçmenlik işi çok karışık bir iş. İki iki daha dört etmiyor. Bazı arkadaşlarımda da görüyorum ama öyle sivri hamasi laflarla anlamak, anlatmak mümkün değil. Buralara gelip ortalıkta perişan olan insanları suçlamak işin en kolay tarafı. O insanların neden buralara gelmek zorunda kaldıklarına, bu işlere asıl kimlerin, hangi politikaların sebep olduğuna kafa yorsanız diyorum..

Sebep olanların başka hiçbir günahı olmasa bile, bu insanların çektikleri zulmün günahı onlara yeter de artar bile!


************************


Kendime mektuplar..

Sevgili Bülent, dışarısı buz gibi soğuk ama serinlemek için camı açıyorsun? hayırdır..

Evet az önce içerisi çok sıcak olunca serinlemek için camı açınca aklıma geldi. İnsanoğlu böyledir.. Bir şey olur, başka pek çok şeyi hatırlatır.

Yıl 1991 kışı.. Mekan Afyon Çay ilçesi  Akkonak Kasabası.

Mecburi hizmete gittiğim Afyon'da ilk kışı geçiriyorum. Hava öyle böyle değil, buz gibi soğuk. Yerel vatandaşların dediğine göre ilk defa bu kadar soğuk bir kış geçiyor. Zaten Kış demiş ki 'ben aslında Afyon'luyum ama Erzurum'da eyleniyorum'.. o derece.. Erzurumlular  ben Erzurum'luyum demezmiş, Erzürüm'lüyüm dermiş. Nedeni de soğuktan ağızları büzüştüğü içinmiş, ama konumuz o değil.

Kışın o soğuk günlerinde, dedim yakındaki Seka fabrikasının lojmanlarına  gideyim bari, yoksa Sağlık ocağının lojmanında soğuktan donacağım . Zaten, ayıptır söylemesi, sosyal bir doktor olduğumuz için  pek çok eş dost edinmişiz. Hemen bana Fabrika misafirhanesinde yer ayarladılar. İşe oradan gidip geliyorum. Misafirhane lokantası da var ve  ömrümde o kadar lüks ve ucuzluğu bir arada gördüğümü sanmıyorum. Kebap ve rakı sudan ucuz hesabı. Oralarda su zaten bedava, ona göre düşünün.

Konu dağılmadan sonuca geleyim. Orada Seka lojmanında kalırken, dışarısı eksi bilmem kaç buz gibi iken, sıcaktan nefes alamayıp, camı açık bırakarak uyurdum.

Az önce, şimdi bulunduğumuz kaplıca tesislerinde sıcaktan bunalıp  camı açınca eskilere gittim. Bazıları hayatta şanslı. Hep böyle yerlerde kalıyorlar. Bizse kırk yılda bir denk gelirse..  Bence  her yazdığımı okumayın, bunun gibi, bazen kendime yazıyorum )).

O Seka fabrikası çoktan kapatıldı. Orası Türkiye'nin sayılı Selülozik kağıt fabrikalarından birisiydi. Hep yaptıkları gibi önce özelleştirildi ve sonra kapatıldı.

İnsanımız kağıda gelen zamları, kitap fiyatlarından değil de tuvalet kağıdı zamlarından takip ettiği için bunların farkında bile değil..


****************************


İstanbul’da 27 yıl hekimlik yaptım. İstanbul'a geldiğim zaman ilk yaptığım işlerden birisi İstanbul Tabip Odasına üye olmaktı.  Bu süre boyunca Tabip Odasının hemen hemen tüm eylemlerine, g(ö)revlerine katıldım. En fazla 1-2 tanesine destek vermeyi uygun bulmamışımdır. Kurullarında çalıştım, pek çok kongresine, toplantılarına katıldım. Kendimi her zaman bir Tabip Odası aktivisti olarak hissettim. 

Aile Hekimleri Derneği kuruluşundan sonra uzun süre aktif olarak görev almış, Tuzla örgütlenmesini yaptığım derneğin de hemen tüm eylemlerine aktif destek vermiştim.

Hiçbir Sendikaya üye olmadığım için sendikalar hakkında yorum yapamayacağım. Ama zaten kendi adıma Türkiye’de sendikacılığa inanmadığım, güvenmediğim için hep mesafeli durmuşumdur.

Toplumda yaygın olan, birileri uğraşsın yanarsa onların başı yansın, eğer bir şeyler kazanırlarsa zaten ben de faydalanırım oportünistliği maalesef bizim meslekte de çok yaygın.  Yine de “Sen yoksan bir eksiğiz”  demeye devam!

Bunları neden mi yazdım.. Ben artık emekli, sefil bir karavancı olarak diyorum ki, birlikten güç doğar. Tabip odalarını, dernekleri desteklemeyi ihmal etmeyin!


***********************



EMEKLİLİK ÜZERİNE

Bugün son 15 yıl çalıştığım Aile sağlığı Merkezine uğradım. Öğle arası olduğu için kimse yoktu. Sağdaki odada 15 yıl, dile kolay kocaman 15 yıl çalıştım. Orada ne hikayeler yaşandı, az birazı buralarda da paylaşıldı. Yerime hala daha gelen olmadığı için kapıda benim adım yazıyor. Seven vardı sevmeyen vardı, görüp de laf edenler olabilir diye adımın olduğu yazıyı söküp  aldım.

Arkadaşlarla sohbette hiç  emekli olduğuna pişman olduğun, keşke çalışıyor olsaydım dediğin oldu mu diye sordular. Hiç tereddütsüz hayır dedim. Şimdiye kadar bir an bile keşke ayrılmasaydım, çalışsaydım demedim. O arada doktor arkadaşım anlattı. Sabah benim eski hastalardan birisi gelmiş. Korona nedeniyle kapalı odada dip dibe olmadan, uzaktan gelme nedenlerini soruyoruz dedi. Hasta kıyameti koparmış, böyle uzaktan olur mu, Fox tv yi çağırıp çekim yaptıracağım filan demiş. Arkadaşımın canı burnunda, tüm gün bunlarla uğraşmaktan bıktım, yoruldum, sıfır moral ve  enerji ile çalışıyorum diye anlattı.. Eee, dedim bir de bana emekli olduğuna pişmanmısın diye soruyorsun..

Sözün özü.. ekonomik nedenleri bilemem ama emekliliği geldiği halde canım sıkılır, çalışmadan ne yaparım diyen arkadaşlara  söylemek isterim. Her gün ayağınız geri geri giderek işe gitmekten vaz geçin. Dışarıda başka bir hayat daha var ve  "hayat kısa, kuşlar uçuyor!"


*************************



Savaşan, kaybedebilir.
Savaşmayan, çoktan kaybetmiştir.
- Che Quevara

******************************


Tıp Fakültesinde intern doktor iken nöbette yenidoğan ünitesinde küvözde yatan bir bebeğe acil kan verilmesi gerekti. Baktık kan grubu benim uyuyor, hemen acil testlerini yaptırdık ve sonra kendi damarımdan kendim kanımı çekip bebeğe vermiştim. Nöbetteki arkadaşlarımdan başka kimsenin haberi bile olmamıştı. Öyle ailesine söylemek, hava atmak, hele bir şey istemek aklımızın ucundan bile geçmezdi..
Eminim şimdilerde de binlerce sağlık çalışanı aynı düşüncelerle, geceleri gündüzleri bir birine girmiş çalışıyorlar. Ortaya çıkan üç beş zıvanadan çıkmış yüz karası insan müsvettesi yüzünden herkesin içi burkuluyor. Gerçekten yazık ve çok acı verici..
Normal bir ülkede olsak bugünlerde sağlık bakanından, il müdürüne, başhekiminden bilmem ne müdürüne onlarca kişinin istifa haberini okurduk..
Metrobüste doğum yapmanın çok afilli, tam teşekküllü özel hastanede doğum yapmaktan daha güvenli olduğu zamanlardayız. Sonumuz hayırlı olsun!!


*******************************

Trabzon ile Rize'nin çekişmesini, kavgalarını, bir birleri ile anlaşamamasını buraları bilen herkes bilir. Son durumları ben de bilmiyorum ama umuyorum ki bu ilkel, gereksiz muhabbet eskilerde kalmış olsun.
Trabzon ile Rize'yi birbirinden İyidere ayırıyor. Bir rivayete göre derenin adı bile bu kavgalardan geliyor.
‘’Trabzon ile Rize’yi ayırıyor, bundan iyi dere mi olur?’’ denilerek adı İyidere olmuş.
Bizim Trabzon'lular çoktandır "Bize her yer Trabzon" der. Bu espriyi bazen ben de kullanıyorum.
Bugün gördüğüm tabela beni yine gülümsetti. Trabzon- Rize çekişmesi sanırım devam ediyor.
Rize'nin girişinde bir tabela;
"Bize her yer Rize değil,
Çünkü her yer Rize kadar güzel değil "


*********************************

'Acı duyabiliyorsan, canlısın.
Başkalarının acısını duyabiliyorsan, insansın.'
Tolstoy
"Filler tepişir karıncalar ezilir" sözünü her gün görmekten yorulduk..
Onlar rantı, biz acıları paylaşıyoruz!
Yorulduk, yorgunuz ama;
Yine de umudu tüketmek yok..
Biz insanız,
ve kazanan insanlık olacak!

*************************


Aziz Nesin'i tanımayanlar için...
“Aç bırak itaat etsin, cahil bırak biat etsin.” demişti.
“Bir gün bu ülkenin başucuna bir not yanağına da bir öpücük kondurup gideceğim. çok tatlı uyuyordun uyandırmaya kıyamadım diyeceğim”...! demişti.
“Alevi değilsin ki sana ne oluyor?” dedi,
”insan değilsin ki sana nasıl anlatayım” dedim demişti ki, düşün düşün anca çözersin.
“Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın, diyerek yaşattığınız yılanların bir sonraki hedefi siz olursunuz”. demişti
“İnsan yalnızca söylediklerinden değil, Sustuklarından da sorumludur.” sözünü tam da bu günler için söylemişti.
"Halkın yüzde altmışı aptaldır" da demişti.
Bence daha fazlası ama, yine de o yüzdeye girmiyor iseniz gösterme zamanlarındayız!

********************************


"Ses var devlet yok!"
en kısa özet...

*************************

“Abi,sabimden senin için şiddet uyarısı var, kendine dikkat et!” dedi bizim İlçe sorumlusu doktor arkadaş. “O ne demek? “ dedim spontane olarak. “Abi işte adamın birisi seni şikayet etmiş, şiddet uygulayacağım demiş “ dedi..( bu yazıları bizimkiler de okuyor, endişelenmesinler diye ufaktan sansürlüyorum).. Eee, ben ne yapacağım diye sordum, saçma bir soru oldu ama insan arada saçmalıyor işte!
Dün 16.30 da annesi çocuğu getirmiş, okulda spor yapacak diye rapor istemişti. Ben de, biz lisanslı sporculara rapor veriyoruz, eğer lisans çıkartacaklar ise lisans formunu getirmen lazım diyerek geri göndermiştim. Bugün öğleden sonra benim kurum dışı mesai günü, işyerinde yokum ama tekrar gelmişler, lisanslı değilmiş ama sadece bu kağıda bi kaşe basacakmış filan demişler.
Konu biraz teknik de, sonuçta bir kaşe işte.. Bir kaşe bile basmayan doktoru ne yapmalı?.. Davul zurna ile öbür diyara postalamalı…
Sonrada daha gençsin, niye emekli oluyorsun diyorsunuz.. Daha önce de demiştim, askerde bu kadar şafak saymamıştım. Son 1.5 ay ve sona 1.5 ay kala ilk defa böyle bir uyarı aldım..Yoksa 1.5 ayı da beklemeden mi ayrılmalıyım, şimdi onu düşünüyorum!