" Her yer en az bir defa görülmeyi hak ediyor "

ASYA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ASYA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

BEYRUT


Her şey kızımın başının altından çıktı. Noel tatili için Amerika'dan gelecek olunca farklı bir yerlere gidelim, değişiklik olsun dedi. Farklı yer olarak da Beyrut dediğinde ilk tepkim  ne işimiz var güvensizdir, pistir oralar oldu. Beni ikna edince ( kıramadığımı iyi biliyor tabi ) uçak biletlerini aldım. Kalacak yer ve gezi planlaması sonra yaparız dedim.


Gidiş vakti gelip, nereleri gezeriz diye araştırmaya başlayınca asıl heyecan başladı. Meğerse Beyrut'ta ciddi çatışmalar varmış, her gün olaylar oluyormuş, Dışişleri bakanlığı gitmeyin uyarısı yapmış.. Eee bir sürü para verip uçak biletlerini almışız ( Pegasus'dan 3 kişi 3200 lira ), Airbnb den kalacak yer ayarlamışız ( 4 gece 285 dolar ) ve bunlar son gün iptal edilemeyenlerden. Artık son gece karar vermemiz gerekiyor, ben yabancı haber sitelerinden,twitterden filan ne olup bittiğini anlamaya çalışıyorum. Aklıma geldi bizim Dışişleri bakanlığını aradım, Beyrut'ta ki ilgili görevlimiz sizi arayıp bilgi verecek dediler. Hakikaten bir süre sonra Beyrut Türk Elçiliğinden birisi aradı " Önemli bir işiniz yoksa gelinmemesini tavsiye ediyoruz ama uçak ve otel ayarladıysanız gelebilirseniz de " gibi evlere şenlik bir tavsiyede bulundu. Diplomatik dil böyle oluyor herhalde dedik. Bir taraftan haberlere bakıyorum, her akşam Beyrut merkezde gösteriler, askerle çatışmalar olduğunu anlatıyorlar.

Uçağın kalkış saatine 3-4 saat kaldı ve biz hala ne yapsak diye karar vermeye çalışıyoruz. O kadar yere gittik hiç bu kadar kararsız kaldığımızı anımsamıyorum. Tekrar Beyrut elçiliğini aradım, aynı görevli akşamki muhteşem önerisini tekrarladı.Aslında o da haklı bir şey olmaz deriz, olursa bizi sorumlu tutarsınız diye böyle diyoruz dedi. O arada kızımın aklına Amerika'lı bir arkadaşı geldi, Beyrut'a gideceğini söylediği zaman orada İspanya elçiliğinde çalışan yakın bir arkadaşı olduğundan bahsetmiş. Ona mesaj atıp, arkadaşına sormasını rica etti. Gelen sesli mesaj bizim karar vermemizi sağladı. Beyrut'ta ki eleman sadece merkezde olaylar olduğunu, basının olayları abarttığını, örneğin bir önceki olayları kendisinin de akşam duymadığını  sabah haberlerde gördüğünü, rahatlıkla gelinebileceğini filan anlatıyordu. O vakit tamamdır, bekle bizi Beyrut dedik..








Sabiha Gökçen hava alanının en alt katında sanırım sadece Ortadoğu ülkelerine giden uçakların kapıları var. Daha önce hiç oradan bir yere gitmemiştim. Aman Allah'ım o ne kalabalık öyle, o ne havasız bir yer öyle. Yolcuların hepsi Araplardan olduğu için ortamı tahmin edersiniz sanırım. İstanbul'a oralardan ne çok gelip giden varmış, şaşırmamak ne mümkün.

İstanbul Beyrut yolculuğu 1.5 saat kadar sürüyor. Rahat bir yolculuktan sonra Beyrut Refik Hariri havaalanına indik. Eskiden bizde olurdu, artık pek görmüyorum, uçak inince alkışlama işi o bölge insanında hala varmış. Bizdekilere göre küçük bir havaalanı. Pasaportta daha önce gidilen yerlere dikkatlice bakıyorlar. Çünkü daha önce İsrail'e gidenlerin Lübnan'a girişine izin vermiyorlar.

Kontrolden çıkınca daha önceden kalacağımız evin sahibinin ayarladığı kişi bizi karşıladı ve onunla kalacağımız yere gidiyoruz. ayarladı derken bedava değil tabii ki,20 dolara.. Yol boyu biraz meraklı, biraz ürkek etrafa bakıyoruz. Bir yerde 25-30 kişilik grup toplanmış bekliyorlar, 200-250 m sonra kalabalık asker grubu bekliyor.. Kendi kendimize Ortadoğu'ya hoşgeldik dedik! Sorunsuzca eve gittik ve yerleştik.
Gezi planlamamızın temel prensibini  sabah erken çıkıp gündüzden gezeceğimiz yerleri gezip,akşama kalmadan eve dönmek olarak kararlaştırdık. O yüzden sabah erkenden Übere atladık ilk gezi durağımız Beyrut Amerikan Üniversitesi... Bahçesi ve manzarası güzel demişlerdi. Evet güzelmiş ama çok büyük bir Üniversite kampüsü değilmiş. Kısa süre de dolaşıp çıktık.


Üniversite zaten hemen sahile sıfır gibi bir yamaca kurulmuş. Oradan çıkınca sahile inip buranın Akdeniz'ini görmeye indik.































Deniz gibisi yok derim ve demeye devam edeceğim. Sahil bizim İzmir'in Kordonboyu gibi üstelik temiz ve  düzenli.. Yürüyüş yapanlar, koşanlar, banklarda oturanlar.. Kıyafetlere bakınca da kendimizi bir anda modern bir Avrupa kentinde hissettik. Hani burası Ortadoğu idi, pisti, güvensizdi diye konuşa konuşa biz de sahil yürüyüşümüzü yaptık.


Yürüyüş sonrası ilk dinlenme molası tarihi bir kahvecide ..Cafe Younes...Yerel kahveleri ve benim denediğim Brezilya kahvesi çok baharatlıydı. Kahveden çok baharatlar baskın olduğundan, pek kahve içtik sayılmaz. Ama ilk hesabı burada ödediğimiz için Lübnan'daki para hesabını ilk burada yaptık. 2 kahve 1 latte bizim paramız ile 75 lira.  Gitmeden Lübnan'ın bize göre biraz pahalı olduğunu okumuştuk ama bu biraz tarifi biraz fazla birazmış. Daha sonrada yazarım ama fiyatlar ortalama olarak bizdekilerin 3 katı olarak düşünün.. Ama para hesaplaması kolay. Lübnan'da hesap öderken dolar mı Lübnan lirası mı diye soruyorlar. Sabit kur uygulanıyor, 1 dolar 1500 Lübnan lirası.  Türk lirasını ona göre hesaplamak lazım ama ben şöyle bir pratik yol bulmuştum. 10 000 Lübnan lirası yazıyor ise 10x4 = 40 lira gibi .. Doları 6 Lira derseniz hesap tam uyuyor. Ki zaten dolar bugünlerde 6 lira sayılır.









Kahve molası sonrası Beyrut'un en eski mahallelerinden olan Hamra'yı gezdik.Hamra'daki evler, dükkanlar 80'lerde kalmış gibi. Aralarda günümüzün ünlü markalarının mağazaları olsa da genel olarak eski.. çok eski.. Binalar dökülüyor, sokaklar pis.. Hani yolunuz düşerse burada otel çok ama buralarda kalmayın.. Gündüzleri böyle ise akşamları pek güvenli görünmüyor.










Artık Beyrut’un en meşhur simgelerinden birisi olan Güvercin Kayalıklarını (Pigeon Rocks) görme zamanı. Şansımıza hava çok güzel, hatta Aralık ayı olmasına rağmen terletecek kadar sıcak bile. Manzara güzel, deniz çok temiz görünüyor. Bolca fotoğraf çekerek yakınındaki Al Falamanki Restorana geçiyoruz..


Artık meşhur Lübnan rakısı Arak ile buluşma zamanı.. Bir rakı sever olarak Arak hakkında azcık bilgi vermem lazım. Yapımında hurma da kullanılan bu Lübnan içkisi tam 53 derece alkole sahip.Bizdeki yeni rakının 45 derece olduğunu bilirseniz aradaki sertliği anlamak zor değil. Belki o yüzdendir bardak Arak isteyince kocaman bardağa koyup getiriyorlar. Nedendir bilmem suyunu ve buzunu da onlar koyuyorlar. Öyle az sulu, bol buzlu gibi seçenek bırakmıyorlar. Tek bardak Arak 10 000 Lübnan Lirası yani 40 lira.. Yemekler humus ve tahin ağırlıklı. Damak tadımıza uygun hatta bazen daha lezzetli ..

Sahilde lüks mekanların olduğu bölgede tanıdık bir tabela.. Bu arada bakkallarda bol miktarda Türk markalı ürünler var.Özellikle Eti markalı bisküvi çeşitleri dikkatimi çekti.




















Yemek sonrası akşam karanlığına kalmadan yürüyerek kaldığımız yere döndük. Burada yol kenarında yürümek çok zor. Zaten yürümek için düzgün kaldırım yok. Daracık kaldırımlar, çoğu yerde hiç kaldırım yok, arabaların yanında yürünüyor. Yürürken korna sesinden illallah ediliyor. sanırım her üç arabadan birisi taksicilik yapıyor. Taksicilik yapanlar sürekli korna çalıp, araca binmeye davet ediyorlar. taksici dediysem de çoğunda taksi tabelası yok, korna çalıp taksi taksi diye bağırıyorlar. Biz hiç taksiye binmedik, yurt dışında her zaman en güvenli olan überleri kullandık.


Akşam yemeği kaldığımız eve yakın Cafe Em Nazih de.. Burada her şey self servis. Hellim peyniri ve sarma bizim bildiğimizin aynısı. 25 lik Arak 30000 LL sı, yani 120 Lira.. Görüntüdeki sarma porsiyonu 12 000 LL sı ( 46 lira ).. Bizde 10 tane sarmaya 46 lira diyeni döverler herhalde :)..

Burada nargile işinden azcık bahsedeyim. Beyrut'da nargile içmeyeni dövüyorlar olabilir. Nereye otursanız garson önce nargile isteyip istemediğimizi soruyor. Çünkü herkes her yerde nargile içiyor. Lüks restoran, uyduruk kafe, sokak hiç fark etmiyor.. Herkes nargile fokurdatıyor. Allah'tan nargile dumanı çok yoğun gibi görünse de sigara dumanı kadar rahatsız etmiyor.

















İkinci gün tüm cesaretimizi toplayıp şehrin merkezine, aynı zamanda olayların merkezine Downtown'a gittik. Burası her akşam olayların olduğu, iki gün önce yüzlerce insanın yaralandığı ve o zaten o yüzden gelmeye tereddüt ettiğimiz yer. Meydana yaklaştıkça artan asker sayısı dikkatimiz çekiyor. Her köşebaşında öbeklenmiş askerler merkeze yaklaştıkça artıyor. Tam merkez alanın kenarında onlarca askeri jeep, içi asker dolu bekliyorlar. Meydana araç girişi yasaklanmış, her taraf demir bariyerler ile kapatılmış. Biz sanki hiçbir şey yokmuşcasına elimizi kolumuzu sallayarak yürüyoruz. Arada fotoğraflar çekiyorum ama askerleri çekmemeye, onlarla göz göze gelmemeye dikkat ediyorum.  Meydandaki Mohammed al-Amin Camisinin içini görmeye gittik ama kapısı kapalı. Burada ki kocaman Cami ve hemen arkasındaki kilise görüntüsü aslında tüm dinlerin yakınlığının sembolü gibi. Ama işin içine insan faktörü girince bu yakınlık tam tersine uzaklığa dönüşüyor.:

Meydanda canlı yayın araçları filan var ama sivil insan yok gibi bir şey. Biz varız ama biz de bir an önce artık buradan gitmemiz lazım diye konuşuyoruz. O arada bir sivilin çaktırmadan bizi takip ettiğini fark ediyorum. Bizimkiler doğal şekilde yola devam edelim, hatta gülerek filan konuşalım ki bizden kıllanmasın, normal turist olduğumuzu anlasın diyorum.. "Normal turist" ne demekse, normal turistin orada ne işi olursa.. Kendimi savaş muhabiri gibi hissediyorum. O işin ne kadar adrenalin içerdiğini orada anladım..

Meydandan çıkıp resmi binaların olduğu caddeden geçerken gördük ki her taraf tel örgülerle çevrilmiş, askerler belli sokaklara insanları yaklaştırmıyorlar.. Bize bu kadar fazla artık diyerek hızlıca oradan uzaklaştık.



Bütün o olayların, askerlerin, güvenliksiz ortamın en fazla 200 m sonrası bambaşka bir dünya.. Çok modern, dünya markalarının olduğu bir alış veriş merkezi. İnsanlar dükkan önlerinde nargile içip tavla oynuyorlar.. Bunların bu işlere alışık olduğunun ispatı gibi..


İkinci günün öğle yemeği için Şehri ünlü Ermeni lokantası Onno'ya gittik. İçli köfteleri bizdeki gibi tek çeşit değil. İçinde salça ve yoğurt olanda var.Mercimek köftesi de bizdekinin aynısı gibiydi ama isimleri tabiki Arapça ve Ermeniceydi. Burada büyük su da sipariş etmiştik ama yemek boyunca su gelmedi. Hesap isteyince  baktık hesapta su da var. Su gelmedi lütfen bunu düşün dedik. Garson gitti büyük su getirdi alın dedi. Kalkıyoruz artık ne yapacağız bunu dedik ama hiç memnun olmadı.Bir su işte ödeseydiniz diyenleriniz var ise ben de diyeceğimi diyeyim :).. 1.5 lt su Su 5000 LL yani 20 lira idi. Orada değil bütün restoranlarda bu fiyata.






























 Gezilerimizin olmazsa olmazlarından kültür bölümü için  Beyrut Ulusal Müzesi'ni de ziyaret ettik.Çok aman aman bir müze değil ama yine de görmeye değer. Aynı coğrafyanın insanları olduğumuz için pek çok eser bizlere çok tanıdık geldi.  Sadece alt katta fotoğraf çekmenin yasak olduğu gerçek mumyaların olduğu bölüm en ilgi çekici bölümdü.






Kültür gezimizin diğer durağı Sursock Museum oldu. Zengin Sursock ailesinin kalıcı bir koleksiyon yanında geçici sergiler de var. Bizim şansımıza küçük bir Picasso koleksiyonu da vardı.


Son gün Beyrut'un en muhteşem tepelerinden birisinde yer alan dünyaca ünlü Meryem Ana kilisesini görmeye gittik. Burası Beyrut merkeze über ile 25 dk lık bir uzaklıkta. Her ne kadar merkezin dışına çıkmayın, hele ki Hizbullah bölgelerine gitmeyin dense de, madem Meryem Ana, Hizbullahın orada işi olmaz herhalde dedik. 1904 yılında yapılmış bu heykel denizden 650m yükseklikte ve oraya 10 dk lık keyifli bir teleferik yolculuğu ile çıktık. Manzara gerçekten güzel.

İşte bu ekmek arası künefe bize Beyrut gezimizin en heyecanlı,stresli zamanlarını yaşattı..Teleferik ve Meryem Ana gezisi sonrası tutturdum Beyrut'un künefesi de meşhurmuş, ondan yemek istiyorum diye. İnternetten en iyi künefeci diye bir yer bulduk ve übere binip oraya gittik. Yolda über taksi şoförü "bu akşam ve sonrasında büyük olaylar bekleniyor, mümkün olan en kısa zamanda ülkenize dönün. Eğer havaalanına ulaşamazsanız beni arayı, para bile almadan bir şekilde sizi havaalanına ulaştırırım" deyince ne oluyor yahu dedik.Bizi künefecide bıraktı ama aklımızı da çeldi. Künefe istedim adam ekmek arasına ılık künefeyi koyup verdi. İki ya da üç defa ısırdım, yok yaa ben bunu yiyemeyeceğim deyip bıraktım. O künefe ise bizdeki başka bir şey.. ya da tam tersi..

Künefeciden çıktık, akşam olmak üzere ve kaldığımız yere 2 km lik yürüme mesafesi var. İnternetimiz yok, über çağırmadık. Yürüyelim bari dedik. O yürüyüş yolunda dünyamızın, insanlığın, dinlerin farkını bir daha çok net ve acı olarak bir defa daha gördük. Bizim kaldığımız mahalle Hristiyan mahallesi olduğundanmış, sokaklar temiz, dükkanlar nezih, insanlar temiz giysili modern bir mahalleydi. Meğer künefeciden merkeze kadar olan mahalle Müslüman mahallesiymiş ve olmaz olaymış. Her taraf zaten pislik içinde, dükkanlar leş gibi ama asıl önemlisi ve rahatsız edici olanı insanların hali.. Hepsi çok rahatsız edici şekilde bizi süzüyorlar ve hepsi kirli pis sakallı, Amerikan filmlerindeki intihar bombacıları tiplemeleri gibi donuk bakışlı, iğrenç tipler. Oradaki 10-15 dk lık yolu nasıl yürüdük, anlatmakta zorlanıyorum. İçimden bunlar Müslüman ise bizdekiler ne, bu nasıl bir iştir diye bildiğim işlere saydıra saydıra yürüdük. Merkeze yakın yerlerden geçerken askeri hareketlilik dikkatimizi çekmeye başladı ama olayların içine düşmeden devam ettik. Hristiyan mahallesine yani kaldığımız yere yaklaşınca derin bir nefes aldık. 



Akşam bir süre tüm internet kesildi. Sonra gelince haberlere baktım ki şehir karışmış. Merkezde gerçek silahların kullanıldığı, göz yaşartıcı bombaların atıldığı haberleri, yolların kapandığı haberleri yazıyordu. Eve yakın bir yerde akşam yemeğimizi yedik. Uçağımız gece 03.30 da olmasına rağmen evde kalmaktansa bir şekilde havaalanına ulaşalım, hem orası daha güvenlidir hem ilerleyen saatlerde yollardaki sıkıntı daha da artabilir diye 6 saat önceden evden çıktık ve sorun olmadan 15 dk sonra havaalandıydık.. Uzun bir sıkıcı bir bekleyiş oldu ama en azından güvenlik kaygısı yoktu.

Kızım burada sıkıldıkça erken geldik diye bana söylendi durdu . Aklıma ikinci dünya savaşı sırasında, bir ekmek kuyruğunda kendisine "paşam bizi ekmeksiz bıraktın" diyen bir çocuğa İsmet İnönü nün verdiği "evet sizi ekmeksiz bıraktım ama babasız bırakmadım" sözü geldi ama moral bozmamak için söylemedim..

Beyrut gezimiz böylesi heyecan dolu, değişik bir deneyim oldu. Tekrar Ortadoğu gezisi mi? sanmam.. Ama kızım der ki geçen yıl Aralık ayında herkesin gitmeyin dediği Meksika'ya gittik.. Seneye Uzakdoğu'nun tehlikeli ülkelerinden birisini ayarlayacam dedi.. du bakalı!