" Her yer en az bir defa görülmeyi hak ediyor "

KARAVAN İLE AVRUPA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KARAVAN İLE AVRUPA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

HIRVATİSTAN - YUNANİSTAN - TÜRKİYE

 

16 Eylül günü yakıcı bir güneşin altında Split 'e geldik. Bu Split'e ikinci gelişimiz olduğu için çok fazla gezme modunda değiliz.. İlk gelişimizin notlarını yine bu blog sayfaları arasında bulabilirsiniz.. Zaten Split bildiniz gibi işte )). Aslında çok büyük bir şehir ama gezip görülesi yeri Old Town denilen eski şehir. Gerisi yüksek katlı binaların çok olduğu bir şehir.












Güneşin altında, gölgelerin izini sürerek şehri gezmeye çalıştık. Bu defa çok kalabalık turist gruplarının çokluğu dikkatimizi çekti. Dünyanın her tarafından insanlar buraları görmeye geliyorlar.
Kale içerisindeki kilisenin önündeki insan kalabalığını çekmeye çalıştım. Dedik bizim bir an önce Yunanistan'da Egenin serin sularına ulaşmamız lazım. O yüzden karavana erken dönüp, Dubrownik yönüne doğru yola çıkalım.
Daha önceki bu bölgeye gelişimizde Split Dubrovnik arasında mutlaka Bosna Hersek'in Neum denilen yerinden geçmek gerekiyordu. Arada kalan 20 km yol için iki defa gümrük kapısından geçmiştik. Hırvatistan bu işin çözümünü üretmiş. Tam Neum'un karşısında ki ada Hırvatistan'ın olduğu için, o adaya köprü yapmış. Sonrası köprüler, tüneller yaparak Bosna bağlantısından kurtulmuşlar. Yalnız iyi para harcamışlar ama güzel olmuş.

Gecelemeyi bu köprünün altına yakın, deniz kenarında yapacaktık. Gece olunca baktım ortalık çok ıssız, içimize sinmedi. Çıktık ana yola, tam köprünün girişinde yolun kenarına dinlenme yeri yapmışlar. Su, wc filan gibi yerler de var. Orada geceleyen başka karavan ve otomobiller de vardı. Yol kenarı biraz gürültülü olsa da daha güvenli duygusu ile kaldık.
Daha önceki gelişimizde paramız Müslüman kardeşlere kısmet olsun diye arabanın deposunu Neum'da doldurmuştum. 40 lt alan kiralık araca 65 lt yakıt koyduk diyerek parasını almışlardı. Yola çıkınca Bosna parasını dolara çevirince anlamıştık kazıklandığımızı ve geri dönüp paramızı geri almıştık. Hesaplayıp geri dönene kadar Hırvatistan'a giriş yapmıştık ama inat edip geri dönmüştük. Pasaportlarımıza yarım saat içinde 6 tane kaşe basılmıştı.
sabah mazot fiyatlarına baktım Bosna'da az biraz daha ucuz gibi. Oradaki petrol istasyonu yorumlarına baktım, ohooo adamlar herkesi kandırmaya çalışan sahtekarlarmış. Dedim Müslüman kardeş neyimize gerek, oh olmuş bize. Ucuz mazotları onların olsun deyip, mis gibi yoldan basıp geldik Dubrovnik'e..















Dubrovnik'te karavanı şehre yakın bir yere park etmek büyük şans. Merkeze yürüme mesafesinde bir marketin otoparkına sıkışarak park edebildik. Yakıcı güneşin altında merkeze kadar yürüdük ve ara sokaklarını yine yeniden gezdik. Herhalde 10 yılı geçmiştir daha önce gelişimiz ama değişen bir şey göremedik. Burası artık benim gözümde çok sevimli olmayan tam bir turist yolma yeri olmuş durumda. Yakıcı güneşin altında ve bol kalabalıkta en fazla 3 saat ancak dayanabilmişizdir. Dedik bu eller bize yaramaz, yola çıkalım ))..

Çıktık yola ve dağ yolundan kısa sürede Karadağ sınırına dayandık. Hırvatistan çıkış polisi yüzümüze bile bakmadan pasaportlara kaşeyi basıp verdi. Karadağ polisine pasaport, araç ruhsatı ve yeşil sigortayı verdim. Yeşil sigortayı bakmadan geri verdi. Pasaportlara bakarken, karşı kulübedeki polise bir şey sordu ve yeşil sigorta yaptırmanız lazım dedi. Meğerse bizim yeşil sigorta burada geçmiyormuş. Aslında biliyordum ama ben de unutmuşum. Çıkıştaki binada 15 Euro verip yaptırdım ve geri geldim. Hiç yaptırdım mı diye bile bakmadan pasaportlarımızı kaşeleyip verdi.
Geçtik Karadağ tarafına, aaa tüm Avrupa'da geçerli internetim yok. Ayarlarla uğraş uğraş yok. Meğerse Karadağ Avrupa'dan sayılmadığı için yokmuş. İnternetsiz yolculuk olacak iş değil. Geldik Kotor'a.











Kotor'un girişinde insanın önüne birden çıkan devasa yolcu gemisi bir an için ürkütücü oluyor.
Daracık sokaklarda gezdik gezdik bitti. Sıcak çok fena. Dedik bizi ancak deniz paklar. Budva yolunda sahilde bol karavancı olan bir yerde kaldık. Denize girdik ve orada geceledik. Güzel yerdi, daha fazla kalınabilirdi ama yolumuz uzun, daha Yunanda kalamar, uzo bizi bekler.

Şu Karadağ hakkında biraz yazmam lazım. Hadi telefon şirketi onları Avrupa'dan saymamış olabilir de, gerçekten Avrupa'lı değiller. Birileri itiraz edebilir ama etsinler. Avrupa birliği öyle Hıristiyan klübü filan değil. Medeniyet ve zenginlik klübü. Gerisi boş laf!.. Hırvatistan'da Karadağ gibi Yugoslavya'dan aynı zamanda ayrılma ve ikisi de genel olarak Hristiyan. Hırvatistan Avrupa birliğine girdi, yollar, binalar pırıl pırıl, insanların giyimi kuşamı tertemiz. Geldik Karadağ'a yolları o kadar düzgün değil, sıvasız boyasız bir sürü ev. İnsanlar pejmürde, Sanırsın İzmir'den Urfa'ya geçmişsin. Bir ülkenin medeniyet ölçüsü trafikte belli olurmuş. Onu hız kesici bariyerlerin yüksekliği ve sıklığı olarak söyleyenler de vardır. Karadağ'da yolda geçiş önceliği seninmiş, kimin umurunda. Sinyal kullanma diye bir şey yok. Valla kaza yapmadan bir an önce bu ülkeden çıkalım dedik ve çıktık..
Çıkışta Karadağ polisi sadece araç plakamızı bir deftere kayıt edip geçin dedi. Pasaporta çıkış kaşesi vurmadı. İşin bir başka ilginç tarafı, Karadağ gümrük kapısından öyle çıktık ve bekliyoruz ki Arnavutluk giriş kapısına gireceğiz. Şuan bulunduğumuz Lehze şehrine kadar geldik, henüz bir gümrük kapısından girmedik.



Lehze şehrinde güvenlikli, kameralı filan büyük bir otopark b ulduk. Günlük 3 Euro ya kalıyoruz. Wifi de var. daha ne olsun. Avrupa'nın araba hırsızlığının kalbinde bundan iyisi Şam'da kayısı.. gerçi Şam'da kayısı da kalmamıştır artık herhalde.. Yarın Yunanistan yoluna devam ederiz..

19 Eylül günü Ohrid gölünün Arnavutluk kıyılarından yol alarak Yunanistan'a doğru devam ettik.

Sabah Arnavutluk'taki kaldığımız yerden yola çıktık. Niyetimiz Tiran'da biraz dolaşmaktı ama Tiran bildiğiniz Tiran olmaktan çıkmış. Öyle bir inşaat ve araba karmaşası vardı ki en iyisi pas geçip, Elbasan'da dolaşırız dedik. Geldik Elbasan'a ki gördüğümüz manzara karşısında dedik ki Elbasan tava buradan daha güzel, daha meşhur. Tek yada en fazla iki katlı sıra sıra eski, ama öyle böyle değil çok eski binalardan oluşan küçük bir yer. Park yeri arayıp bulmaya değmez, devam dedik. Geldik Ohrid gölünün Arnavutluk tarafındaki Pogradeç şehrine. Aslında niyetimiz gölde yüzmekti ama baktık kuğular çok keyifli yüzüyorlar, rahatsız etmeyelim dedik. değil tabi ki su çok kötü görünüyordu. Bari çarşısında yemek yiyelim dedik. Bütün çarşıyı, ki bir km yürüyerek dolaştık ve bir tane lokanta bulamadık. Bir kaç tane börekçiden başka yer yok. Mecburen çeşitli börekler alıp karavanda yedik. Pazarından domates aldık, pazarcı bize ıspanak da hediye etti. Ama aslında çok küçük olmayan o şehirde nasıl olur da lokanta olmaz, hâlâ şaşırıyorum.

Dağlar tepeler, dereler ıssız köyler aşıp geldik Arnavutluk çıkış kapısına. Polise pasaportlar ve karavan ruhsatını verdim. Sadece ruhsatı açıp plakayı bilgisayara girip baktı. Sonra hepsini verip, geçin dedi. Kaşe dedim, yok kaşe geçin dedi. hepsi bu!.. Sanırım sadece araca ceza yazılmışmı diye ona baktı.
Geldik Yunan kapısına. Pasaportlar ve ruhsatı verdim. Ruhsata bakmadan hemen geri verdi. Ne kadar zamandır Avrupa'dasınız diye sordu, 2 ay dedim. Bütün iletişim bu. Kaşeleri basıp verdi. Yola devam ettik.
Neden bunları böyle yazdım. Biz ki 7 ay olacak o kadar Asya gezdik, kapı geçiş hikayelerimizi, çektiğimiz sıkıntıları takipçiler iyi biliyor. Medeniyet, özgüven, özgürlük, gelişmemişlik ne derseniz deyin. yada hepsini birden deyin.. doğuya gittikçe maalesef düşüyor!..





Şimdi Yunanistan'ın Arnavutluk tarafına yakın Kastoria gölü yanında mola verdik. Burası da internet yorumlarında yüzülebilir göl olarak geçiyor ama göl resmen çamur, pislik içinde. Ama çok şirin bir göl kenarında kasaba havası var. Az önce yürüyüş yaparken göl kenarında restoranda karides bira muhabbeti yapan bizden yaşlı bir Türk çiftle selamlaştık. Karadağ'dan ev almışlar, arada gidip gelirken burada mola verip, ertesi gün devam ediyorlarmış. Karavan muhabbetini öğrenince ayyy ne güzel, biz de istiyoruz aslında diye başlayan cümleler kurdular. Eşim başladı karavancılığı övmeye. Ben kendimi zor tuttum. Siz burada mis gibi karides bira muhabbeti yapıp, gidip otelde bol sulu duşunuzu alıp, temiz temiz yatacaksınız. Biz gündüz pazarcının hediye ettiği ıspanağı yedik, yanında rakı bile içmek istemedi canım. Yarın nereden depomuzu su doldururuz diye düşünüyorum. Bırakın bu sefil karavancı muhabbetini, keyfinize bakın diyecektim, demedim.. dese miydim yoksa?.. ))




















20 eylül günü artık Selanik'teyiz. Selanik bizim için özel bir yer.. Tabi ki binaları, insanları ve hele ki çok fena trafiği ile değil. Burası bizim en kıymetlimiz, büyük önderimiz, sönmez ışığımız, sevgili Atatürk'ümüzün doğduğu yer. Buradan ona uğramadan, önünde bir defa daha saygı ve minnetle eğilmeden geçmek olmaz.
Karavanı park etmek için yarım saatten fazla sokaklarda dolaştım. Bu kadar sıkışık, sıkıntılı şehir zor bulunur. Sonunda kötü de olsa geçiçi olarak park edip, Atamıza koştuk..

10 yıl kadar önceki fotoğrafım ile kıyaslama şansım da oldu. Keşke olmasaydı, hayat sen ne çabuk yıprattın ben dedim !
Yine de Zübeyde hanımın elini öpmenin gururu güzeldi..



Nihayet hastası olduğumuz mekanlardayız. Ouzo güzel, barbayani blue en güzeli, kalamar güzel, Grek salata güzel.. güzel oğlu güzel. Neyse, bilmeyenler için azcık bilgiler vereyim.
Bizdeki rakının kırk çeşidini çıkarttıkları gibi uzonun da kırk çeşidi var. Burada anasonsuz uzo bile var. Ona rakı denmez derseniz, doğrudur, burada zaten rakı değil uzo diyorlar. Bizdeki rakıların alkolü genellikle %45 dir, burada genelde %40 dır. O yüzden uzonun içimi çok daha yumuşaktır. Ouzo12 yaş üzüm olandan almıştım Almanya'da iken, bildiğin şerbet, içmek mümkün değil. Ona da rakı dememek lazım zaten. 😊
Alkol zararlı şey, fazla ayrıntıya girmeyelim, yoksa çok şey bilir söylerim de, burada gerek yok. Efendim bu ecnebi memleketlerinde masaya oturunca gelen menüden ne kadar hesap ödeyeceğinizi kuruşuna kadar kendiniz hesaplayabiliyorsunuz. Bizdeki gibi üç de olabilir otuz da durumu yok. Yunanistan'da balık, ama özellikle deniz ürünleri gerçekten lezzetli. Üstelik porsiyon olarak bizdekini en az 3 ile çarpın, o kadar büyük porsiyonlar. Fiyat olarak Euro hesabına göre bile bizden çok pahalı değil. Hele ki bizim Bodrum, Marmaris gibi müşteri ütme merkezlerine göre ucuz bile.. Sadece yemek içmek için Yunanistan'a gelinebilir. Baksanıza yemek sonrası ikram ettikleri dondurmalı kadayıfa..
Garsonlar bahşiş beklemiyor hissine kapıldım. Çünkü kredi kartı ile hesap ödemek isteyince sizi kasaya davet ediyorlar. Çünkü hiç seyyar pos makinesi yok. Kasada patrona karttan hesabı çektirip gidiyorsunuz. Öyle olunca da garsona bahşiş ortamı kalmıyor.
Bu Yunanistan'ın paralı otoyolları da ilginç. Para verip yola giriyorsun, gittin gittin bir yerden çıktın, çıkışta tekrar para alıyorlar. Bütün gişelerde çalışan insanlar var, nakit ödeniyor. Ortalama 1.5 ile 2.5 Euro arasında ödeniyor, aslında çok değil gibi ama zırt pırt para ödemek sinir bozucu.
Bu akşam Fenarini diye bir yerdeyiz. Artık Türkiye 130 km uzaklıkta. Her an gelebiliriz. Az önce Bulgar plakalı, Türk asıllı karavancı ile sohbet ettik. Dün akşam burada iki tane Türk karavancı varmış, sabah Avrupa turu için yola devam etmişler. Kavala'ya uğramayacağız, orada fanatik milliyetçi Yunanlılar var, Türk plakalı karavanların camlarını kırıyorlarmış filan demişler. Biz Kavala'ya uğradık, 2-3 saat takıldık ama daha öncede geldiğimiz için yeterli deyip ayrıldık. Kavala giriş ve çıkışında meşhur Kıbrıs haritasının Türk tarafında kan akan tabelalar var ama Türklere yönelik bir hareket hiç duymadık. Hatta bütün kurabiyeciler Türkçe reklam peşinde. Demek ki çok fazla Türk geliyor. Sadece bilgi olarak bulunsun burada.
Akşam üzeri karavanımızın yanındaki otomobile gelen iki genç kız ve birisinin çocuğu olduğunu tahmin ettiğim 2-3 yaşında çocuk vardı. Dikkatimi çekti, kızlar kendi aralarında Türkçe konuşuyorlar, küçük çocukla Yunanca konuşuyorlar. Merak ettim, nedenini sordum. Biz İskeçe'liyiz her iki dili de konuşuyoruz ama çocuk yunanca öğrensin diye onunla yunanca konuşmayı tercih ediyoruz dediler. Valla ben sadece İskeçe müftüsünü duyuyorum, tanımıyorum ama selam söyleyin dedim, karşılıklı gülüştük.. Buralarda muhabbet böyle!.
Muhabbet o kadar bizden ki, kemençe  horon muhabbeti bile aynı. Keyifli bir akşam oldu. Yaşasın halkların kardeşliği, kahrolsun siyasetin kahpe yüzü diye diye horon oynadık. 


Dedeağaç'ta 2 gün sadece denizde yüzme muhabbeti yaptığımız için ortadan yazacak bir şey yok.

Böylece 13 Şubat günü Balıkesir Güre'deki evimizden ayrılıp, tee Moğolistan'a gidip, Avrupa üzerinden geri döneli tam 7 ay 10 gün olmuş. 24 Eylül günü Türkiye'ye giriş yaptık. Memlekette seçimler oldu, her şeye zam geldi fiyatlar inanılmaz yükseldi filan... bambaşka bir Türkiye'ye geri dönmüş olduk. Bu yolculuk boyunca bize gerek sosyal mecralardan, gerek telefonun öbür ucundan eşlik edenlere çok teşekkür ediyorum.


Son olarak merak edenler için teknik bir konu paylaşayım. Gezi notlarında pek çok yerde karavanın bir arızasından bahsetmiştim.
Önce özet. Benim Ducato karavanın Norveç'te bir sıkıntısı başlamıştı. Araç sabahları tık çalışıyor ama hiç gaz yemiyordu. Rölantide bir dakika kadar çalışınca ancak gaz yemeye başlıyordu. Ama ilk çalıştırırken gaz pedalına basılı tutarsam gaz yiyor, pedalı hiç bırakmadan 15-20 sn yüksek devirde tutarsam normal çalışmaya başlıyordu.
Bunun için Almanya'da ustalara gittim. Mazot filtresini değiştirdik, geri dönüş valfi taktık . Boğaz kelebeğini söküp temizledim. Yok olmadı. Telefonla konuştuğum herkes, her usta başka bir şey söyledi.
Memlekete gelince aracın normal bakımları yanında bu problemi de çözmeye çalıştık. Aracın ön tarafta ellenmedik yer kalmadı. Bizim doktorlar teşhis koyamadıkları zaman bu sinirsel olabilir, psikiyatriye gidin derler. O hesap ustalar da çözemeyince beyinciye gidin diyorlar. Kaç tane beyinciye ( oto beyinci ) gittik, çözüm yok.
En son birisinin tavsiyesi üzerine İstanbul Kartal'da Özlem otomotiv diye bir yere gittim. Sorunu anlattım, usta kaputu açtı elini içeriye sokup çıkarttı, radyatör fan motoru bozulmuş, sorun ondan dedi .. Hepsi bu kadar kısa.. Ondan olsa araç hararet yapması gerekir, hiç yapmadı filan dedim ama usta çok emin. Biz sadece bu araçlara baktığımız için biliyoruz dedi. Yapacak bir şey yok, değiştirelim dedim. Söktüler ve evet fan motoru içten dağılmış gibi. Bunlarda iki tane radyatör fanı varmış. Birincisi bozulmuş, sigortasını da attırmış. Aslında sigorta atınca motor arıza lambası yanabilirmiş ama nedense bende yanmamış.
Fanı ve sigortayı değiştirdiler. İşçilik ve malzeme 2000 lira. Yolun açık olsun dedi. Ben yine tereddütlüydüm, ondan olmayabilir diyordum ama sabah çalıştırdım ve her şey olması gerektiği gibi.
İki aydır beni sinir eden, sormadık usta bırakmayan arıza bu kadar basit yerdeymiş. Tecrübe paylaşımı iyi bir şeydir.. Bu notları neden yazıyorum, neden bu kadar meşakkatli işe vakit ayırıyorum sanıyorsunuz. Bir arkadaşa bile faydamız olur ise ne mutlu bana.. Çünkü mutlu olmak zor zanaat ))

7 aylık inanılmaz bir karavan yolculuğunu bitirmişiz, yolculuk notlarını buraya yazmışım, azcık şımarmamı normal görün artık.. Bir başka yolculukta görüşmek, haberleşmek, paylaşmak dileği ile... kalın sağlıcakla..