Cuma

İZMİR

DELİKTAŞ KÖYÜ / DİKİLİ

deliktaş köyü dikili
 Dikili'nin etrafını gezerken  bu  köyün diğerlerinden olan farkları dikkatimi çekti. O yüzden  burası için ayrı bir yazı yazarak, dostlarımın burasını bilmesini istedim.

Dikili İzmir yolu üzerinde, Dikili'ye 15 dk uzaklıkta ki bu köy, ilk bakışta diğer köyler gibi sıradan bir Ege köyü görüntüsünde. Bu bölgeyi beraber gezdiğimiz Ayten Öztürk, bu köye adını da veren büyük delikli bir taş olduğunu, onu görmemizin güzel olabileceğini belirtmişti zaten. Bizde yola koyularak, köye giriş yaptık.
deliktaş köyü dikili
Köye daha girişte ilk dikkatimi çeken şey, burasını bir alevi köyü olduğu ve bir cemevi bulunması oldu. Pek faal bir yere benzemiyor, sanki kapalı gibi görünüyor diye yorumlar yaparak, köyün üst kasımındaki delikli taşa doğru gidiyoruz.
deliktaş köyü dikilideliktaş köyü dikili
Arabayı  köyün çıkışına bırakıp, kısa bir yolculukla kayalara ulaşıyoruz. İlk dikkat çeken şey kocaman kayaların içerisinde iki tane büyük delik olması. Çok özel bir duruma benzemiyor, zaten her taraf keçi-koyun gübresi dolu. 

deliktaş köyü dikili



deliktaş köyü dikili
deliktaş köyü dikili
Kayaların kendisinden çok kayaların en üstüne çıkınca ki köy manzarası bence daha güzel. Çok geniş görüş alanına sahip olduğu için, köyün her tarafını görmek mümkün.
deliktaş köyü dikili
deliktaş köyü dikili
deliktaş köyü dikili



deliktaş köyü dikili
Değişik fotoğraflar çekmek olmazsa olmazımız. Sıcak hava olmasına rağmen yüksek bölgede olmanın rüzgarın serinliğinde oyalanarak geri dönüyoruz.
deliktaş köyü dikili
Bizim Karadeniz yaylalarından tanıdık bir bitki burada da dikkatimi çekiyor. Biz buna topuk dikeni derdik. Başka adları mutlaka vardır. Çocukluğumdan bildiğim buna ateşi verdin mi, çok güzel yanarlardı :)
deliktaş köyü dikili
Arabayı park ettiğimiz yerin yakınındaki incir ağacındaki incirlerden, bizde göz hakkımızı almaya çalışıyoruz. Bu arada yanımıza gelen 80 li yaşlarda ki dede ile sohbet başlıyor. Ben konuyu aleviliğe getiriyorum, sıkıntı yaşayıp yaşamadıklarını soruyorum. O arada benim için sürpriz bir bilgi de vermeye başlıyor. Kendilerinin Çepni alevisi olduklarını, dedelerinin Ordu'dan buraya gelerek  yerleştiklerini anlatıyor. Bende benimde Trabzon'lu olduğumu, Çepni olduğumu ama (artık) alevi olmadığımızı anlatmaya çalışıyorum. Dede, Çepni isek alevi olmamız gerektiğini, yoksa yanlışım olduğunu anlatıyor. Bildiğim kadar Orta Asyadan günümüze kadar olan gelişimi anlatmaya çalışıyorum. Çok ikna olduğunu sanmıyorum ama en azından belki olabilir diye düşündü sanırım..
















Dede bahçesinde ki muhteşem görünen çiçekten ( adını ben bilmiyorum ), bütün koparma ısrarlarımıza rağmen, kopararak Gülten ablaya vererek bizi uğurladı.
deliktaş köyü dikili
Artık kullanıyorlar mı bilmiyorum ama bahçedeki tandır olsa gerek, burası bir Anadolu köyü işte der gibi, dikkatimizi çekiyor.
deliktaş köyü dikili
Köyün içerisine inip, uzaktan kayaları çekmeye çalışıyorum. Bu arada bizimkiler köy kahvesinde kimse olmadığından, yeni demlenen çayı bekliyorlar. Kahvehaneyi işleten kadınla ( dikkatinizi çekerim, kadınla ) sohbet ederken, asıl gezilecek yerin delikli taşların karşı bölgesindeki kaya mezarlarının da olduğu bölge olduğunu öğreniyoruz. Taze çaylarımızı içtikten sonra o bölgeye doğru gidiyoruz.

deliktaş köyü dikili
deliktaş köyü dikili
deliktaş köyü dikili

deliktaş köyü dikili
Burası köylülerin "zindancık" dedikleri, Deliktaş kutsal alanı.1. derecede arkeolojik ve doğal Sit alanı..Kaya mezarları olduğu kadar, kayaların en üstünde su kanalları ve su taşların oyularak yapıldığı su depoları görülmeye değer.

Yolunuz Dikili tarafına düşerse bu Çepni Alevi köyünü bir ziyaret edin derim. Doğal, samimi insanları ile bir çay içimlik bile sohbet edip, doğal güzelliklerini de görürseniz, pişman olmazsınız..

BERGAMA 
bergama
Sağlık tanrısı Asklepios'un kenti..
Bergama antik kenti, bir sağlık merkezi olarak tanınır. Eczacılığın babası olarak bilinen Galenos MÖ 2. bin yılda Bergama'da doğdu. Günümüzde hâlâ geçerli olan yılanlı tıp sembolü ilk defa Bergama' da kullanıldı.
Ayrıca su sesi ve telkin yoluyla ilk psikoterapik tedavinin uygulandığı yer olarak bilinen antik kentte Hellenistik dönem dükkanları, Antik kral Athalos'a ait kalıntılar, kent meydanı, kutsal Athena alanı, kütüphane, tiyatro, Dionysos tapınağı görülecek yerler arasında.

1865'te, antik kentin akropolünde Alman arkeologların yaptığı kazıda ortaya çıkarılan Zeus Sunağı'nın kalıntıları taşınarak Almanya'ya götürülmüştü. Bu parçalar günümüzde Berlin'deki Pergamon Museum'da sergileniyor.Bu Pergamon müzesindeki eserlerin %80'i Bergama'dan götürülenlerden oluşmaktadır. Bu müze dünyanın en iyi müzelerinden sayılmaktadır ve yıllık ortalama 1 milyon kişi ziyaret etmektedir. Ben Pergamon müzesine de gitmiştim. İçeri girmek için 2 saat kuyrukta bekleyecek kadar kalabalıktı ve 25 euro giriş ücreti vardı. Almanların fabrika ile uğraşmasına gerek yok ki, darphane gibi burası demiştim. İnsanın içi cız ediyor. Bizim tarihi çalmışlar resmen ve para basıyorlar...

bergama

bergama

bergama


bergama

bergama
bergama müzesi

bergama müzesi

bergama müzesi

bergama müzesi

bergama müzesi



NEBİLER AŞIKLAR ŞELALESİ / DİKİLİ

dikili nebiler aşıklar şelalesi

Dikili turumuzda bu defa bir şelale gezmelere gidiyoruz. Ben de ilk defa duyduğum ve gittiğime çok memnun olduğum bu şelale, dikili-ayvalık yolu üzerinde sayılacak mesafede. Dikili'den Ayvalık yönüne yaklaşık 10 dk.lık bir yoldan sonra, sağa şelale yön tabelası var. Oradan içeri girince yaklaşık 7 km sonra tekrar, "şelale,1 km görmeden geçmeyin" tabelasını görünce yolunuz devam ediyorsunuz. Yol buradan sonra stabilize ama, düzgün bir yol.

Şelalenin olduğu yere varınca ilk duygu hayal kırıklığı oluyor. Arabayı park edilen yerde "servis almayacak müşteriler için giriş 5 tl" gibi bir tabela ve yeşillikler içerisinde bir köy lokantası ile karşılaşıyoruz. İlk izlenim de herhalde reklamı yapılmış, uyduruktan bir şelale her halde izlenimi veriyor.
dikili nebiler aşıklar şelalesi
İçeriye girince aslında burasının bir hikayesini de olduğunu görüyoruz. Nasılsa fotoğraftan okursunuz, tekrar yazmama gerek yok. Ortalıkta su sesi yada şelale gibi bir şey yok. Oradakiler soruyoruz, şelale nerede diye. Restoranın çıkışında merdivenlerden ineceksiniz diyorlar. 86 basamaklı, oldukça dik merdivenlerden inmek çok kolay olmasa da aşağıya inince, gizli bir cennet bizi karşılıyor.
dikili nebiler aşıklar şelalesi
dikili nebiler aşıklar şelalesi



Merdivenlerden inmek zor olsa da aslında ayrı bir keyif verici bir tarafı da var. Yeşillikler içerisinde iniyorsunuz. Ama benim asıl beğendiğim aralarda yemek yemek için masalarda kurmuşlar. Bazıları o kadar ağaçlar, yeşillikler içerisinde kalmış ki, ne yoldan geçenler nede gökyüzü görünüyor. etrafta kuşların, aşağıda suyun sesi... daha ne olsun.
dikili nebiler aşıklar şelalesidikili nebiler aşıklar şelalesi




dikili nebiler aşıklar şelalesi
Şelale aslında çok büyük sayılmaz ama hoş bir görüntüsü var. Burada biraz soluklanıp, fotoğraflar çektikten sonra yukarıya çıkıyoruz. Çünkü aslında asıl güzel şelalenin zor bir yolu olsa da daha yukarıda olduğunu öğreniyoruz. Gelmişken görmemek olmaz ki..
dikili nebiler aşıklar şelalesi
Bu arada bu tesisin elektriğinin buradaki küçük su santrali ve az ilerisinde ki güneş panelleri ile üretilmesi ayrı bir hoşluk olmuş.
dikili nebiler aşıklar şelalesidikili nebiler aşıklar şelalesi
Doğal sulu ortam olunca etrafta bolca kurbağa görmek kaçınılmaz oluyor. Allah'tan buradakiler çok gürültücü değillerdi. Şelalenin üst bölümüne, tehlike olmayacak kadar gittim ama tam akışını göremedim. Biraz tehlikeli olacak gibi idi.
dikili nebiler aşıklar şelalesidikili nebiler aşıklar şelalesi




Etrafın temiz kalması için ağaçlara böyle yazılar da yazılmış ama pek işe yaradığı söylenemez. Bizim millette gelenek oldu herhalde, hikayesi olan her yerde, illaki bir yerlere bir şeyler bağlanacak.
dikili nebiler aşıklar şelalesidikili nebiler aşıklar şelalesi
Yürümeye devam edince ilk önce karşımıza ağlayan mağara çıkıyor. Neden ağlıyor pek anlaşılmasa da, herhalde yukarıdan batan suyun buradan çıktığı için söylenmiştir.
dikili nebiler aşıklar şelalesi
Mağaranın içerisi aslında epey uzun gibi görünüyor. Karanlık ve alçak olduğu için ileriye doğru gitmek tehlikeli gibi. Orada birileri içeride yarasalar olduğunu da söylediler ama ne kadar doğru bilemiyorum. karanlıkta olsa fotoğraf çekmeye çalışıp ayrılıyoruz.
dikili nebiler aşıklar şelalesi
Zindan yazan bir tabelayı takip ediyoruz. Hayatımın herhalde en komik zindanı ile karşılaşıyorum. Toprak derinlere doğru biraz çökmüş, haliyle içeride etraf biraz karanlık herhalde. Al sana turistik, doğal zindan. Arada gülecek bir şeyler olması da iyi gelmedi değil.

dikili nebiler aşıklar şelalesidikili nebiler aşıklar şelalesi

Ağlayan mağaranın suyunun battığı yer, burasının en ürkütücü yeri Derin kayalıklar arasında karanlığa doğru akan suyun görüntüsü ürkütücü ama görmeden de olacak gibi değil.
dikili nebiler aşıklar şelalesidikili nebiler aşıklar şelalesi

dikili nebiler aşıklar şelalesi
Kayaların içerisinden çıkıp büyüyen ağaçların nasıl beslendiklerini konuşa konuşa asıl güzel şelaleye ulaşıyoruz. Burası aslında tam yüzmelikmiş ama bilmediğimizden malzememiz yok, yüzemedik. Ne kadar derin olduğu anlaşılmayacak kadar derin görünüyor. İçerisi küçük balık dolu, eminim derinlerinde daha büyük balıklarda vardır. Ayaklarımızı sıyırıp, soğuk suya sokarak dinlenmekle yetiniyoruz. Sonrasında gezi arkadaşım Ayten Öztürk'ün artistik fotoğraflarını çekerek, oradan ayrılıyoruz :)
dikili nebiler aşıklar şelalesi
Şelale gezisinin son durağı. Biz nasıl bir yere gittiğimizi bilmediğimizden, şelale ya su kenarı nasıl olsa, mangal yapar, rakımızı içeriz diye nevaleyi almışız. Şelale yakınlarında mangal yapmak mümkün değil. Bizde dönüşte uygun ama çok keyifli bir yerde mola verdik. Karanlık oldu, el fenerleri ışığında bile oturmaya devam ettik. Ta ki yağmur yağıp, bizi kovalayana kadar..



KARAGÖL / DİKİLİ
karagöl dikili
 Dikili'de denize gidip bütün gün yan yatmak yerine gezip görülebilecek yerleri keşfetmek istedik. Kısa bir google araştırması ve bizim Gürsel'in ablası Ayten'in de duydukları ile, burada Karagöl diye bir krater gölü olduğunu öğreniyoruz. Bu yazıyı okuyan hiç kimsenin gittiğini sanmadığım o gölü görme isteği ortak arzumuz olarak içimizde kıpraşıyor.

Bu Karagöl ismi ayrıca dikkate değer bir konu. Milletimiz her dibini göremediği göle Kara (siyah) göl adını vermiş anlaşılan. Ülkemizin nerede ise her bölgesinde bir Karagöl'ümüz var herhalde.

Biz Karagöl'e gitmeye karar verdik. Ama soru şu ki nereden nasıl gideceğiz. İnternetten araştırıyoruz, doğru dürüst yol tarifi yapan bir yazı bulamıyoruz. Haritalardan bakıyoruz, evet dağın başında bir göl görünüyor ama yol görünmüyor. Yazının birisinde Denizköy'den gidileceği bilgisini buluyoruz ve hazırlanıp yola koyuluyoruz.
karagöl dikili
karagöl dikili
Dikiliden Çandarlı yoluna doğru ilerliyoruz. Yolda bir ara durup güzel deniz manzarasını izliyoruz ve bende biraz fotoğraf çekmeye çalışıyorum.
karagöl dikilikaragöl dikili

Denizköy'e geliyoruz, hatta köyü geçip gidiyoruz ama hala Karagöl tabelası ya da yol sapağı olan bir yer yok. Yol kenarında birisine soruyoruz, çok daha gerideki Bademli köyünden gidebileceğimizi söylüyor. Kafamız karışarak geri dönüyoruz. Ufak bir bakkal var ona soralım dedik. Bakkal bize biraz da acıyarak baktı ve ileride Bimeyko sitesinin oradan patika gibi bir yol var oradan gideceksiniz ,ama bu araba ile gidemezsiniz, boşuna zorlamayın dedi. Biz Bimeyko sitesinin hemen üst tarafından dağlara doğru ayrılan yoldan dalıyoruz. 50 metre gitmeden yol ikiye ayrıldı. Biz daha düzgün görünen sağdaki yola girdik ve 100 metre gitmeden yol bitti. Zor bela geriye dönüp, soldaki yoldan devam ediyoruz. Ama yo o kadar bozuk ki, arabam Peugeut 3008, yani normalden biraz yüksek olmasına rağmen gitmek mümkün değil. 
Ana yoldan 500-600 m araba ile geldik ama gitmek mümkün değil. Yolda kocaman taşlar var, ancak traktör ki onlarda zor gidebilir. Arabayı uygun bir yere park ettik. Karşımızda bir dağ ve google haritada yürüyerek 1900 m. yolumuz var görünüyor. Madem yola çıktık, o göl görülecek diyerek, yaya olarak yola devam ediyoruz. Yol epey bir dik ama her şeyden zoru hava sıcak mı sıcak. Ensede boza pişiren cinsinden.
karagöl dikili


Yolda sık sık bir birimize acaba ne kadar kalmıştır diye sora sora zirveye çıkıyoruz. Hava çok sıcak olmasa aslında manzara süper güzellikte. Solumuzda Midilli adasına kadar gözüken bir deniz manzarası var. Bu kadar sıcak bir yerde ve ortalıkta hiç su yokmuş gibi olan bir bölgede, göl varsa da kurumuştur diyoruz ama, tepeyi aşınca, karşımızda Volkanik bir göl olan Karagöl.
karagöl dikilikaragöl dikili
karagöl dikili
Gölü uzaktan ilk görüşte bu kurak bölgede, dağların arasında ve hiç bir dere yatağı olmayan bir yerde olmasına şaşırıyoruz. İlk görünüşü sazaklık tabir edilen cinsden bir göl gibi görünüyor. Ama göle yaklaştıkça, gayet güzel suyu olan, içerisinde bolca balık olduğu anlaşılan bir göl olduğunu görüyoruz.
karagöl dikili
Göle yaklaşınca ilk dikkatimizi çeken şey, bol incir olan incir ağacı. Güneşin altında o kadar yürümüşüz, dilimiz dışarı çıkmış. İnciri görünce resmen saldırıyoruz.

karagöl dikilikaragöl dikili

karagöl dikili
İlk incir yüklemesinden sonra çevremizi tanımaya başlıyoruz. Göl sahiden kara görünüyor. Ne kadar derin olabileceği konusunda hiç bir fikir yürütemiyoruz. Gölün etrafında tur atmanın çok zorlu olacağı çok belli olsa da, bu kadar gelmişiz, göl dediğin etrafında dolaşılır diyerek turumuza başlıyoruz.
karagöl dikili
karagöl dikili
Ekipte 4 kişiyiz zaten. Yol arkadaşım Gürsel ve onun Ayten ve Gülten ablaları. Ben zaten Trabzon'luyum ,onlarda Sinop'lular. Yani ekip Karadeniz'in hırçın dağlarını, derelerini aşmış, deneyimli bir ekip :). Biz göl kenarı vız gelir diyoruz, ama pekte vız gelmiyor. Biraz düzgün olan yerler çitlerle çevrilmiş, diğer yerler de zaten keçilerin dolaştığı, yol bile sayılmayacak keçi yolları. Ama bizde de sanırım Karadenizli keçi inadı var, bütün zorlukları aşmaya kararlıyız.
karagöl dikilikaragöl dikili

Sol taraftan ilerleyince terk edilmiş gibi görünen bir çok eski taş ev var. Ev değil de çoban kulübesi demek lazım herhalde. Onun bahçesine incir, ayva ve nar ağaçları var. Narlar daha tam kızarmamışlar ama çok güzel görünüyorlardı. Ayvadan birer tane alıp, yemeye çalıştık. Çalıştık diyorum çünkü, bilirsiniz tam sulanmamış ayvalar, insanı boğacak gibi boğazını düğümler. Barsakları bozma pahasına bolca incir yemeye devam ettik.
karagöl dikili







karagöl dikili
karagöl dikili
karagöl dikili
  Araba gelemediği için olsa gerek ortalıkta çitlerden başka insana ait bir şey görünmüyor. Zamanında meyve ağaçları dikilmiş ama kaderlerine terk edilmiş görünüyor. Zeytin ağaçları zaten her tarafta var ama bunun yanında fıstık, yabani armut, karabiber ağaçları gibi değişik ağaçlar da var.
karagöl dikili
karagöl dikili



karagöl dikili

karagöl dikili
Bütün zorlukları aşarak, yaklaşık bir saatte gölün etrafını dolaşmayı başarıyoruz. Değişik açılardan göl manzarası ve tabii ki oraya gittiğimizin delili olan kendi fotoğraflarımızı da çekmeyi ihmal etmiyoruz. 
karagöl dikili





karagöl dikili
 Yürüyüşümüzün son kısmında  bir duvar ve çit dikkatimizi çekti. Gidip baktık ki içerisi keçi dolu. Bir süre biz keçilere baktık, keçiler bize baktılar. Karşılıklı merak ve şaşkınlıkla..

Ülkemizin gizli cennet köşelerinden birisi de burası olduğu kesin. Bu kadar güzel ve turistik bir bölgemizde, yolu olmayan doğa harikası bir yeri gördüğüm için kendimi şanslı hissettim. Ama buraya düzgün bir yol yapılsa, ki aslında yaklaşık 2 km, yani hiç bir şey değil, insanlar bu doğayı görseler, çadırları ile kamp kursalar... çok mu zor ?.. bazı şeyleri anlamakta zorlanıyorum bu ülkede..


AYVALIK-KOZAK-BERGAMA YOLU

ayvalık kozak bergama
Uzun yıllar Paris'te yaşadıktan Burhaniye'nin bir köyüne yerleşerek inzivaya çekilen sevgili Savaş dayım tavsiye etmişti. Ayvalık'tan Bergama'ya dağ-köy yollarından giden bir yol var. Manzaralar çok güzel, sen seversin,bir defa da oradan gitmelisin demişti. Ayvalık Dikili bölgesinde gezmelere gidince, fırsat bu fırsat deyip,o yoldan gitmeye karar verdik.

Ayvalık'ta bu yolculuğu planlarken, burada Küçükköy diye bir yer olduğunu, orayı mutlaka görmemiz gerektiğini tavsiye edenler oluyor. madem buralardayız ve vaktimizde bol, neden olmasın.
ayvalık kozak bergamaayvalık kozak bergama


ayvalık kozak bergama

ayvalık kozak bergama
Küçükköy yakın zamana kadar Belediyesi olan, hatta ünlü Sarımsaklı bölgesinin bağlı olduğu Belediye imiş. Belde belediyeleri kapatılınca burası da eski köy haline dönmüş. Egede bir çok köy gibi burası da eski Rum köyü. Günümüzde daha çok Boşnak kökenli vatandaşlarımız kalıyorlar.

Köyün içerisinde ufak bir tur atıyoruz. Evlerin hemen hepsi eski taş duvar Rum evleri. Dikkati çeken bir şey var ki burada çok yerde evler restore edilmeye başlanmış. Burada öğreniyoruz ki aslında burası önümüzdeki bir kaç yıl içerisinde Çeşme Alaçatı'ya rakip bir yer olacakmış. Alaçatı'da ilk mimari restorasyonu yapan mimar buraya taşınmış ve burasının genel mimari planlamasını yapmış. Evlerin hızla satıldığını ve restore edildiğini öğreniyoruz. hatta yatırım düşünüyorsak biraz geç kalsak da, hala şansımız olduğu söyleniyor.
ayvalık kozak bergamaayvalık kozak bergama

 Köy meydanında ağaçlar altında tipik bir köy kahvesi var. Bizde çay molası vererek, biraz soluklanıyoruz. Bu arada ilk defa gördüğüm, yabani karpuz denilen, çiçek mi demek lazım, meyve mi demek lazım bilemedim, onu inceliyorum.
ayvalık kozak bergama
Küçükköy molasından sonra asıl rotamıza devam ediyoruz. Ayvalık'tan Balıkesir'e doğru giderken sağ tarafta Bergama tabelasından sağa devam ediyoruz. Burada Bergama 55 km yazıyor. Aslında ana yolla aynı uzakta ama, yollar düzgün asfalt ama dar ve virajlı olduğu için daha yavaş gitmek gerekiyor.

İlk dikkati çeken şey, buradaki zeytin ağaçlarının çok eski olduğu. Gövdeleri zeytin gibi değil de, bildiğin kalın ağaç büyüklüğünde. 10-15 dakika ilerleyince yolumuz çok hoş görünen fıstık çamı ağaçları ile doluyor. Görüntüleri sahiden çok hoş ve bu manzarada yola devam ediyoruz. 

Rota planlamamızda bu bölgede Kozak yaylası olduğunu öğrenmiştik ve ben bu yaylaya ulaşacağımızı düşünüyorum. Oysa ki gittiğimiz köyde öğreniyoruz ki öyle tek bir yayla yok. Bergama'nın köylerine genel olarak halkın Kozak yaylası adını verdiğini, şaşırarak öğreniyorum.
   ayvalık kozak bergama
ayvalık kozak bergama
ayvalık kozak bergama

ayvalık kozak bergama
Güzel manzaralar ve ağaçlar arasında kıvrıla kıvrıla giderken, bana  da sürpriz olan bir eser ile karşılaşıyoruz. Meğerse burada tam yol kenarında ki bir taşın üzerine oturtulmuş, hoş bir Atatürk heykeli varmış. heykeltıraş Tankut  Öktem'in yaptığı eser, doğa içerinde uyumu ve konumu ile insanın içini ısıtıyor. Yan tarafına bir çeşme de yapılmış ve çeşmenin duvarına, Atatürk'ün veciz sözlerinden bazıları yazılmış.
ayvalık kozak bergamaayvalık kozak bergama

ayvalık kozak bergama
Yol üzerinde ki Yukarıbey köyünde mola verdik. Küçük bir köy ama Atatürk anıtı bile var. Buralarda ana geçim kaynaklarından birisi çam fıstığı toplayıp satmak. çam ağaçlarından düştüklerinden dolayı köylülerin çoğu topal demişlerdi ama benim öyle bir gözlemim olmadı. Bakkalda çam fıtığı kilosu 160 tl dedi . Amca biraz pahalı değil mi dedim, sen onun nasıl toplandığını biliyormusun dedi bana. başka bir şey diyemedim. Çam fıstığı tatlısı da var, ondan alıp tattık. çok farklı bir tatlı olmuş ama çok tatlı, insanın içini bayan cinsten.

Ayvalık yol üzerinden İzmir tarafına gideceğiniz zaman, özellikle bahar aylarında ise mutlaka bir defa olsun bu yolu kullanın derim. Çok oyalanmaz sanız zaman olarak pek farkı olmayacaktır ama yol manzarası olarak iyi ki böyle gelmişiz diyeceksiniz.
ayvalık kozak bergama
Son olarak Bergama'ya 10 km kala, yol kenarında bulunan çeşmenin yanında verdiğimiz moladan, tüm Eratagezi takipçilerinin sağlığına :)





ÇANAKKALE

GÖKÇEADA
imroz
  
Gürültü, patırtı olmasın, lüks olmasa da olur diyorsanız, gidilecek yer Gökçeada. Araba ile gitmişseniz, ki arabasız zaten gitmeyin derim, her gün denize girme şansınız mevcut. adanın her tarafında denize girecek yer var, rüzgarın durumuna göre plaj seçiyorsunuz.

Eski adı İmroz olan ada, Lozan anlaşması ile Türkiye'nin olmuş, aslında bir Rum adası. 1974 yılında ilk olarak Trabzon'dan yerleştirilmeye başlanmış Türk vatandaşları ile Türkleştirilmeye başlanmış demek doğru olacaktır.

Çanakkale'nin bir ilçesi ve Türkiye'nin en büyük adasıdır. Ege Denizi'nin kuzeyinde, Saros Körfezi girişinde yer almaktadır. 91 km. kıyı şeridine sahiptir. Adanın batısında yer alan İncirburnu, Türkiye'nin de en batı noktasını oluşturmaktadır.
imroz
imroz
   

imroz
Gökçeada'ya ulaşım İstanbul'dan yaklaşık 3 saatlik mesafedeki Çanakkale Kabatepe'den arabalı feribotlarla yapılmakta. Buradan 1.5 saatlik, hava güzel ise keyifli bir yolculukla ulaşılmakta.
imroz


imroz

imroz
 Feribot Kuzulimanı'na yaklaşınca boş bir adaya geldiğiniz hissi yaşıyorsunuz. Ama zaten adada öyle sıkış sıkış bir durum yok. Türkiye'nin  en büyük ve en sulak adası olmasına rağmen, son yıllarda bilinirliği ve popülerliği artmaya başlamış. Bu iyi bir şey mi derseniz, bilemedim. Klasik hesapsız, plansız, estetikten yoksun yapılanma anlayışımız burada da kendini göstermeye başlamış durumda.
imroz
imroz   
imroz
Gökçeada'da pansiyonculuk çok yaygın bir durum. Biz aslında 2 gün kalır döner başka yerlere gideriz diye planladığımızdan, Kaleköy'de tam denize nazır bir otel ayarlamıştık. Sonrası adayı çok beğenip, burada kalmaya karar verince, 2 günde pansiyonda kaldık. Kaldığımız pansiyon Trabzon'lu bir hemşerimindi. Meyve ağaçları içerisinde çok güzel bahçesi olan, şirin bir yerdi. Ada'ya ilk gelen Trabzon'lulardanmış ve anlattığı ilk yerleşim hikayeleri pekte iç açıcı değildi.
imroz

imroz
imroz
imroz
Zeytinliköy, Dereköy, Tepeköy ve Bademli köyü koruma altında olan köyler. Yüzlerce Rum evi var, inanılmaz bir tarihi miras olarak dünyaya sunulabilir. Son yıllarda bu evlerin asıl sahipleri olan Rumların geri gelerek, evlerini restore edip, yazlık olarak kullanmaya başladıkları söyleniyor. Ama zaten bir eve baktığınızda burası Rum'un mu, Türk'ün mü kolayca anlaşılıyor. O kadar eski taş evleri bizimkiler sağ olsunlar, plastik kapı, pencere ile restore etmekteler!
imroz
imroz
Tepeköy'deki üzüm bahçeleri asıl Barba Yorgo'nun taverna ve şarap evi görülmesi gereken yerlerden. Açıkçası şaraplarını çok beğendim diyemem ama, atmosfer çok farklı. Burada şaraptan çok, mübadelenin oluşturduğu hüznü hala iliklerinizde hissetmeniz mümkün.
imroz
 laz olmasam da bir Karadenizli olarak burada bir laz koyu olduğunu duyunca, görmeden olmaz deyip gidiyoruz. Adanın güneyinde ki bu koya giderken ilk sürpriz bu oluyor. yakınlarında hiç bir yerleşim olmayan geniş bir arazinin ortasında, bizim tekir'de dediğimiz, serander duruyor. Kim neden yapmış, neden orada hiç bir fikir üretemedik. laz koyuna gidiş yolu nede olsa, normaldir dedik :)

Gökçeada belediyesinde zabıta amiri iken emekli olup, o koyda ufak bir cafe açmış, Trabzon Çaykaralı bir hemşerim sayesinde burası laz koyu olmuş. çay, tost, meşrubat gibi şeyler satıyor. başka da bir şey yok. Öyle şezlong, şemsiye gibi şeyler düşünmeyin bile.
 imroz
imroz
Türkiye'nin en batısı olan İnceburun'da sakinlik pik yapmış durumda. Bizden başka kimse yok. Deniz kenarı biraz taşlık olsa da, denizin dinginliği ve temizliği insanı hayrete düşürüyor. Ülkemizin aslında nasılda cennet bir ülke olduğunu bir kez daha düşündürüyor.
imroz




imroz

imroz
 Gökçeada'nın şaşırtıcı bir tarafı daha. itiraf edeyim gidinceye kadar orada bir Tuz gölü olduğunu bende bilmiyordum. Gezi arkadaşım Gürsel sizi selamlıyor :)..Aydıncı / Kefaloz koyu bölgesinde olan bu gölün önündeki plaj Türkiye'nin sayılı Yelken sörfü yerlerinden birisidir

Ayrıca Türkiye'nin ilk ve tek su altı milli parkı Gökçeada Yıldızkoy mevkiindedir. Burada küçük bir anı paylaşayım. Su altı milli parkı olan yer, gözümüze kayaların üzerinden olta ile balık avlamak için çok uygun geldi. Oltaları çıkarıp sallamaya başladık. Oradan birisi geldi, siz ne yapıyorsunuz? burada olta bile olsa avlanmak yasak ve çok cezası var. Sahil güvenlik görürse, oltaları falan atıp, resmen kaçın dedi. Biz biraz şaşkınlık, birazda milli  park ama balık yok ki diyerek vazgeçiyoruz.
imroz
Ve dönüş vakti...Eğer gece eğlencesi, gündüz koşturması peşinde olmayıp, gündüz kafa dinleyip, akşamda ufaktan rakı-balık yapsam bana yeter diyorsanız.. Hiç düşünmeden yolunuz Gökçeada olsun. benden söylemesi..


BOZCAADA

bozcaada
Öncelikle Bozcaada'ya nasıl ulaşılacağını anlatayım. Çanakkale yönünden gelirseniz Çanakkale'den sonra yaklaşık 40 km sonra Bozcaada yol ayrımından devam edip Geyikliye ulaşıyorsunuz. İzmir yönünden gelenler ise Ezine'den dönüp Bozcaada gemisinin kalktığı geyikli iskelesine ulaşabilirler. Geyiklide çay bahçeleri,ve güzel birde plaj var gemi sırası beklerken hoşça vakit geçirebilirsiniz.
bozcaada

bozcaada
 Geyikliyi arkamıza alarak yolculuğa başlıyoruz. Geyikli Bozcaada yaklaşık 25 dk. sürüyor. Eğer bizim gibi dalgasız bir güne denk gelirseniz, keyifli bir yolculuk yapıyorsunuz.
bozcaada

bozcaada

bozcaada

 Adaya yaklaşmaya başlıyoruz. Karşımızda bizi karşılayan Bozcaada Kalesi ve sonrası Geminin yaklaştığı ve adanın merkezi de olan limanda gemiden iniyoruz.
bozcaada

bozcaada
bozcaada
  Merkez o kadar küçük ki yarım saatte her tarafını geziyoruz. Eski Rum kültürünün hakim olduğu sokakları, beyaz renkli eski evleri ile hoş bir atmosferi var. Balkonlarından çiçekleri sarkmış, taş evinin önünü ve cumbalarını saksılarla gökkuşağına çevirmiş sokaklarıyla Rum Mahallesini sevmemek ne mümkün.
                        
bozcaada

bozcaada
 Bozcaada demek aslında şarap demek desek yalan olmaz. Üzüm bağları, şarap festivali ile haklı ününe kavuştuğunu kabul etmek lazım. Merkezden biraz uzaklaşmaya başlayınca zaten her taraf üzüm bağları ve bağ evleri ile dolu. O kadar keyifli görünüyorlar ki insana emekli ol da gel bu işle ömrünü tamamla hevesi veriyor.
bozcaada
  
bozcaada
Türkiye'de denize girilebilen hemen her yerde denize girmişimdir. En çok nerede üşüdün derseniz, işte burada, Bozcaada Ayazma plajında. Temmuz başı olmasına rağmen, insan tırnağının etten ayrılacağını düşünecek kadar üşür mü derseniz, evet üşür. havanın güneşli ve sıcak olmasına rağmen, bir deniz bu kadar mı soğuk olur arkadaş. Ben ki serin suda yüzmeyi aslında daha çok seven birisiyimdir. Demem o dur ki, Yüzme tatili için Bozcaada'ya gidecekseniz, bir daha düşünmenizde fayda var.
bozcaada
                                                     Bozcaada şaraplarının en ünlüleri
bozcaada

bozcaada

bozcaada

bozcaada
  Bozcaada'nın aslında en keyif aldığım bölümü, Polente Feneri’nde yani Rüzgar Gülleri’nde Şarap içerek güneşin batışını izlediğimiz bölüm. Burası adanın elektriğini üreten rüzgar güllerinin olduğu, aslında güvenlik için normalde girişin yasak olduğu bir bölge. Ama bir rivayete göre Türkiye'de güneşin en son ve en güzel battığı yer olarak kabul edildiğinden, akşam güneş batmaya yakın girişler serbest bırakılıyor. Yukarıda ki fotoğrafta da görüldüğü gibi, pek çok kişi bu manzarayı izlemek için buraya geliyor.
bozcaada
Güneşin batışını izlemek için oralara gitmeye değer mi derseniz, evet değer. Hele ki yanınıza güzel birde şarap alırsanız, hafif rüzgarlı havada, değmeyin keyfinize..

bozcaada

Manzara ve güneşin batışı o kadar güzel olduğunu buradan anlayın. Manzarayı kaybetmeyeyim diyenler, kendileri bile kaybedebiliyorlar :)

 bozcaada
bozcaada
 Akşam olunca Bozcaada'da ne yesek derdi çok yok. Adı üstünde ada olduğu için tabii ki menüde balık var. Bizde yalandan menüye baksak da balıklarımızı ve şarabımızı sipariş edip, güzel günümüzü sonlandırıyoruz. Ama şunu da belirteyim de sonra şaşkınlık yaşamayın. Ada olduğu için balık fiyatları ucuz olu diye düşünme yanlışına düşmeyin. Aslında Bozcaada 'da her şey olduğu gibi, balık ve şarap fiyatlarında abartılı bir fazlalık var. Nasılsa gelmişler, ne koparırsak kardır diyen bir esnaflık hakimiyeti var gibi geldi bana...

 Bozcaada'da konaklamak için pansiyonlar ve daha çok butik oteller var. Bozcaada yazısı yazıp da, meslektaşım olan sevgili arkadaşım Ayşen Erduran'ın ortağı olduğu ve işlettikleri, konaklayan tüm arkadaşların da öve öve bitiremedikleri mavikargabozcaada butik otelinden bahsetmeden geçemeyeceğim. Gitmeden önce mutlaka rezervasyon yaptırmalısınız. Özellikle hafta sonları yer bulmakta zorlanabilirsiniz. Pişman olmayacağınızı garanti ederim. Bu blog ilk defa reklam da yaptım ya :)

Gün batımından bir bölüm...