ŞALPAZARI
Bu yazım diğerlerinden biraz farklı olacak. Çünkü doğduğum, ilk gençliğimi yaşadığım, ilçemden ve köyümden biraz bahsetmek istedim.
Şalpazarı ilçesi sahil şeridinde olmadığı için çok fazla bilinmeyen, çok fazla insanın gitmediği, görmediği bir bölge. Bu durum bölge için dezavantaj gibi görünse de, aslında doğal yapısını koruması, kültürünü koruması açısından avantaja dönmüş durumdadır.
Şalpazarı ilçesi Trabzon merkeze 69 km. uzaklıkta ,sahilde Beşikdüzü'nden içeridedir. Bu bölgede yerleşim çok eski tarihlere dayanmaktadır. Yörede yaşayan insanlar Oğuzların Üçoklar boyundan olan Çepni’lerdir.. Çepni kelimesinin anlamı; Düşmana karşı gözü pek, Asi, mazlumlara karşı merhametli, mert, sınır bekçiliği yapan manasına gelmekte olup, yöre insanı bu özelliklerin tümünü taşımaktadır. Bunları kendimi yada hemşerilerimi övmek için yazmadım. İnanmayan ufak bir araştırma ile hepsinin doğruluğunu görebilir :)
Şalpazarı köyleri tipik Karadeniz köyleri gibidir. Dik yamaçlara kurulmuş olup, ortalarından bir dere geçmektedir. İşte bu derenin adı, Ağasar deresi olduğundan, bölgede bizlere Ağasarlı derler. Bizde aslında her şeye bir türkü söylendiğinden, Ağasar deresi için de söylenmiş türküler vardır ve en bilineni de (Ağasar dereleri /aksa yukarı aksa/Vermem seni ellere /Tonya üstüme kalksa ) olarak başlayandır.
Bu Ağasar deresi vadisi boyunca 29 tane köy daha doğrusu şimdilerde mahalle bulunmaktadır. Bunlardan bizimkisi Doğancı köyü olup, doğal olarak en fazla fotoğraf, yukarıdakilerin tamamı olarak, bizim köydendir. Derenin kenarında köy merkezi sayılabilecek kahvehane, bakkal, lokanta, kereste atölyesi bulunur. Sonrası dik yamaç başlar ve evler dağınık olarak bulunmaktadır.
Burada kendim için de iki fotoğraf paylaşmak istedim. İlk fotoğraf benim de ilkokulu okuduğum, şimdilerde bölge okulları nedeniyle kapatılan okulumuzun şimdiki hali. Yıllar sonra kızım okuduğum okulu merak ettiği için gittim ve tam bir hüzün yaşadım. Okul resmen ot deposuna çevrilmişti. Bende kızıma bunun bir anlamı var. Buraya inek bağlasan okur adam olurdu demek istemişler diyerek, hüznümü bastırmaya çalıştım.
İkinci fotoğraf ise çocukluğumun ve ilk gençliğinin geçtiği evimiz. Çocukluğumda köyde araba yolu olmadığını, taa ki ben liseye başlayacağım yıl araba yolu yapıldığını, bu dik yolları, üstelik yük taşıyarak çıktığımızı belirtmek isterim..
Karadeniz'de yöresel kıyafet geleneğini devam ettiren en önemli merkez yine bizim köylerdir. Bu kıyafet özel günlerde değil, günlük olarak giyilmeye devam edilmektedir. Tabii ki yukarıdaki kızım Eda ,biraz kendine göre değiştirmiş olsa da, hala her gittiğimizde resimlik bile olsa, babaannesi ona bir kıyafet ayarlamaya devam etmektedir.
Şalpazarı halkının hemen hepsini bir yaylası ve orada bir evi vardır.Eskilerden vatandaş geçimini daha çok hayvancılıktan sağladığı için, köydeki kışlık hayvan yiyeceği bitmesin diye, yaz aylarında yaylalarda yaşanırdı. Şimdilerde yaylacılık daha çok yazın yaylaların köylerden daha serin olması ve gezmek amacı ile devam etmektedir.
Eskilerde hayvanlar ile bir gün boyunca yürünerek, bazen de bir gece yollarda açık alanlarda konaklayarak yaylalara ulaşılırdı. Şimdilerde bu işi genelde kamyonlar çözmektedir.
Bu yayla yollarının en güzel dinlenme yeri de Sazalanı denilen yukarıda ki yer. Bizde her yer mesire yeri olduğundan, mesire tabelası komik gelse de, bilmeyenler için işe yarıyordur sanırım. Benim için burasının önemi, ilk mola verilip, muhtemelen tencerede et kavurma yapılıp, ilk duble içeceklerin içildiği yer olmasıdır.
Bu da Sazalanı molasında eti olmayanlar için, bir çoğu için de etten daha lezzetli sayılan Tirmit denen yöresel mantar. Sahiden bilenlerin tanıyıp, zehirsiz olduğuna sizi ikna etmelerinden sonra, etten lezzetli deme ihtimaliniz yüksek.
Bizim köyün yaylaların olan, Karakısrak Yaylasında horon oynayan insanlar. Ve şenlikte ki insan kalabalığı içerisinden bana gülerek bakan da, sevgili babam Hasan Erata...
Bu manzara İsviçre Alplerinde değil, bizim Karakısrak yaylasında çektiğim fotoğraflardandır. Tanrı yeşilin her tonunu hiç esirgemeden vermiş bizim bölgeye.
Bölgenin en ünlü yaylalarından olan sis dağı yaylası. 2182 m yükseklikte olduğundan Temmuz-Ağustos aylarında bile serin yada soğuk olmaktadır. Sis Dağı'nın suları, Bulanık akıyorsun. Gözlerimin içine, Sevdalı bakıyorsun gibi olmak üzere, Sis dağı ile ilişkilendirilmiş çok fazla türkü bulunmaktadır. Tencerede et kavurmasının en lezzetli olduğu yer burasının olduğu da iddia edilmektedir.
Yayla yolları zaten başlı başına ayrı güzellikler içeriyor. Bu arada Karadeniz insanının yaratıcı zekası her yerde göze çarpıyor. Yol üstünde, çöpe atmaktansa, hayvanlara su içmeleri için yerleştirilmiş banyo küvetine gülümseme ile bakabilirsiniz.
Kadırga Yaylası bölgenin en bilinen yaylalarından olup, özellikle genellikle temmuz ayındaki şenlikler zamanı inanılmaz kalabalık olmaktadır. Son yıllarda gurbetteki bölge insanı kadar, gezip görmeye gelen insan sayısı da giderek artmaktadır. Ünlü kadırga camisinin özelliği açık olmasıdır. sadece hayvanlar girip pisletmesin diye alçak bir duvarla çevrilidir. Zamanında İran seferine giden Yavuz Sultan Selim'in burada cuma namazı kıldığı bilinmektedir. Kadırga dedikleri, Bir yamanın belinde. Ne yalvarırsın bana. Ne var benim elimde.. gibi başlayan türkülerde pek çoktur.
Kadırga yaylası aslında evleri olmadığı, çevredeki Oba denilen asıl yaylaların .ortak alıveriş, buluşma yeri. Bu Obalardan birisi de bizim evimiz de olan Eskala Obası.Yüksek rakım nedeniyle hiç ağaç buluNmaz. Eskala obasının ünlü Cordana suyu ve bizim artık tarihi sayılabilecek yayladaki evimiz.
Benim sanırım en çok sevdiğim yer olan Ali Meydanı denilen alan. Yaylalardaki az sayıdaki düz alanlardan birisi. Gündüzleri genellikle piknikçiler nedeniyle kalabalık olur. Akşam üzeri güneş batmaya başlayınca hava birden buz gibi soğuk olur ve herkes toparlanıp gider. Yakın dostlar olarak kalınır ve güneşin batışının muhteşem manzara, bulutların üzerinde olmanın dayanılmaz keyfi bizimdir artık..
Eee artık güneş batmıştır ve ısınmak gerekir. Şerefinize dostlar.....
ESKALA YAYLASI
Daha çok bizim ilçe olan Şalpazarı'lıların yaylasıdır. Bizimde evimiz bulunmaktadır. Yüksek rakım nedeniyle ağaç yetişmemektedir. Yaz akşamları bile soba yakılarak ve yorganla yatılabilmektedir. Özellikle Haziran ayında bolca çiçekli, güzel, ılık, nemsiz bir havası vardır..
Özellikle İstanbul'da biraz dikkatli olanlar fark etmiştir. Bir çok Karadeniz yöresel yemek yapan yerin adı Kadırga yada onunla bağlantılı bir isimdir. İşte o Kadırga burası. Özellikle şenlik olan günlerde çok kalabalık olmaktadır.
Kadırga'nın açık Cami'si de oldukça ünlüdür. Yavuz Sultan Selim, İran seferinden dönerken eşi Gülbahar Hatun’un mahiyetindeki askerlerle birlikte Kadırga Yaylası’nın Çadırdüzü mevkisinde konaklar. Cuma namazı kılmak isteyen askerlerine bu mekanı göstererek etrafının taşla çevrilip açık cami haline getirilmesini söyler. Askerler de topladıkları taşlarla birlikte bu mekanda açık cami oluştururlar. Daha sonraları Kadırga Yaylası cemaatinin katkılarıyla cami etrafı beton yapılır. Açık cami içerisine hocanın vaaz edeceği mekan ve minber ile birlikte iki adet de minare yapılır.
Zigana geçidinden daha da yüksek rakımda bulunan kadırga yaylası ve oraya giderken ki fotoğraflardan örnekler paylaştım. Ayrıca bulutların üzerinde, akşam olurken ki manzaralarda apayrı güzellikler sunmaktadır..
Karadeniz Paylaşımlarında kendi köyümden görüntüler koymazsam eksik olurdu..
Sahilden yaklaşık 25 km. içeride, Trabzon Şalpazarı ilçesine bağlı olan köyümüz, tipik Karadeniz köyleri gibidir.
SUMELA MANASTIRI
Maçka'da sarp bir dağın eteklerine oldukça zor bir yere yapılmıştır. Sümela’yı Hristiyanlar tarafından değerli kılan en önemli nokta ise Hz. Meryem resmidir. İnanışa göre bu manastırda Hz. İsa’nın havarilerinden olan Aziz Lukas’ın çizdiği Hz. Meryem portresi manastırı kuran rahiplerle birlikte buraya gelmiştir. Ancak bugüne kadar herhangi bir resim bulunamamıştır. Manastır çeşitli yağmalamalara maruz kalmıştır. Özellikle define avcıları tarafından sıklıkla kazılmış ve harabeye dönüşmüştür. İçinde çeşitli yangınlar çıkmış ve birçok tarihi değeri kaybolmuştur.
Son yıllarda güya aslına uygun restorasyon yapıldığı söylense de tam bir restorasyon faciası yaşatılmıştır. Eskiden aşağıdaki derenin oradan Manastıra kadar çok dik, keçi yolu gir yoldan ulaşılırdı. O yoldan çıkılınca, aslında buraya bu yapıyı nasıl yapmışlar hayretleri yaşanırdı. Şimdilerde yakınına kadar araba yolu yapıldı ve oldukça düz bir yoldan yürüyerek Manastır'a ulaşılmakta.
Trabzon şehri için büyük turistik önem taşıyan Sümela her yıl binlerce kişi tarafından ziyaret edilmektedir. 2010 yılında özel bir izinle Meryem Ana’nın göğe yükselişi sebebiyle burada bir ayin yapılmıştır. Bu ayin 88 yıl aradan sonra yapılan ilk ayindir ve bizimkilerin bir kısmı tarafından tepki ile karşılanmıştır.
Yolu Trabzon'a düşenlerin görmezlerse gezileri eksik kalacak bir yerdir...
AYASOFYA MÜZESİ
Trabzon merkezde, Ayasofya mahallesinde bulunmaktadır.1250-1260 yılları arasında yapılmış ve halen orijinalliğini korumaktadır. Gençliğimin geçtiği bu bölgeye yolunuz düşerse mutlaka, orijinalliği bozulmadan görmeye gidiniz. Keza bizimkiler burasını da camiye çevirmek için yıllardır uğraşmaktadırlar
SERA GÖLÜ
Trabzon- Akçaabat arasında sahilden 10 km kadar içeride, heyelan sonucu oluşmuş bir göldür. Yeşillikler arasında doğal bir çekiciliğe sahip olan göl, 4 kilometre uzunluğundadır. Her mevsim farklı renklere bürünen Sera Gölü, doyumsuz manzarasını gözler önüne seriyor. Bitki örtüsü, cıvıl cıvıl kuş sesleri eşliğinde bir başka olur aynı zamanda. Sera Gölü, kesinlikle görmeniz gereken yerler arasındadır. Özellikle Uzungöl ve Sümela'dan sonra en önemli turizm bölgesi olarak gösterilir. Etrafta yürüyüş yapabilir, göl etrafındaki restoranlarda yemek yiyebilirsiniz, çay içebilirsiniz. Manzara fotoğraf çekmek içinde güzeldir..
Ben Trabzon'da öğrenci iken, en sevdiğimiz yerlerden birisiydi. Son gittiğimde çoğu yerde olduğu gibi burada da alkol servisi yoktu.. bilginize...
UZUNGÖL
Trabzon merkeze yaklaşık 100 km uzaklıkta, Çaykara ilçesindedir. Karadeniz gezilerinin görülmeden olmazlarındandır. Bizimkiler doğal gölü duvarla çevirerek havuz yapma becerisi göstermiş olsalar da hala güzel..
Gittiğinizde o kadar çok kara çarşaflı Arap turist göreceksiniz ki, kendinizi Arabistan'a gelmiş hissedebilirsiniz.
DÜNYANIN EN TEHLİKELİ YOLU
Dünyanın en tehlikeli yolu Trabzon'da deyince bazılarınızın ( bilmeyenlerinizin ) hadi canım sende dediğini duyar gibiyim.. Aşağıdaki ilk fotoğraf İnternet haber sitelerinden alınma ve altındaki haberde şöyle :
Derebaşı virajları olarak bilinen ve Karaçam’da bulunan Of-Çaykara-Bayburt D915 karayolu geçtiğimiz aylarda “Dünyanın en tehlikeli yolu” seçildi.. Bu yol 106 kilometre uzunluğunda ve 29 keskin virajdan oluşuyor.
Sırf bu yoldan geçebilmek için Artvin'den dönüşümüzü buna göre planladık. Akşam yaklaşınca riske girmemek için Bayburt'ta geceleyerek, sabah yola çıktık. Önce dağlar, tepeler aşarak gittikçe yükselen bir yolda ilerledik. Aralarda çok güzel yaylalar var. Soğanlı geçidi en yüksek yer, oradan sonra inişe geçtik. Aşağılarda iki yol sapağına geldik, birisinde yol kapalı yazıları ve engelleri var ama navigasyon gideceğimiz yol olarak orayı gösteriyor. Şansımıza tam orada motosikletli bir grup vardı, yolu onlara sorduk. Meğerse o tehlikeli ve virajlı yoldan sadece Çaykara'dan Bayburt yönüne gidişlere izin veriliyormuş. Nedeni ise karşıdan araba gelirse geçişmek pek mümkün olmadığındanmış.
Asıl virajların oraya yaklaştıkça hava o kadar sisle kapandı ki,yolu zor görmeye başladık. Fotoğraflarda orada iken çektiğim arabanın navigasyonunun görüntüsüne bakabilirsiniz. Kendi aramızda belki de bu kadar sisli olmasa aşağıların uçurumunu görüp belki daha da korkardık diye konuşuyoruz. Arabayı birader Oktay kullanıyor ve arada bir durup arabayı stop ediyor. Kısa bir sessizlikle, aşağılardan gelen araba sesi var mı diye dinlemeye çalışıyoruz. Yolun zemini ara ara çok kötü, bazı virajları tek seferde dönmek oldukça zor ama yavaş yavaş yolumuza devam ederek en aşağıya, dere kenarında ki normal yola ulaşıyoruz.. Sonrasında başka yerde olsa bilmem ne şelalesi diye reklamı yapılırdı ama oralarda o kadar çok ki,adı bile olmayan, Çaykara yakınındaki bir şelale önünde nefesleniyoruz..
Gelelim Dünyanın en tehlikeli yolu hikayesine. Bizim gibi gençliği o dağlarda geçen, çok daha bozuk yollarda araba kullananlar için, biraz abartı geldi. En tehlikelisi bu ise, artık dünyanın her yerinde araba kullanabilirim demektir..