Balkanlar gezimizin ikinci ana durağı olan Üsküp'teyiz.Aslında buraya sanırım sadece biz Türkler Üsküp diyoruz. Orada hiç Üsküp diyen duymadım,yada bir yerde okumadım. Makedonca olsa gerek,buralardaki adı Skopje..
Plovdiv'den Üsküp'e ulaşmak için 378 km yol gittik. Bu yolda araya Sofya gezisi de eklenince Üsküpe ulaşmamız akşam üstüne doğru ancak olabildi. Allahtan yollar düzgün, hatta Üsküp'e yaklaşınca 50 km kadar bölümde otoban bile var. Issız yollar biraz sıkıcı olsa da,çok fazla yorucu değil.
Kalacağımız otel merkeze yürüme 5 dk.lık uzaklıkta olunca, otele yerleşip hemen kendimizi dışarı attık. İlk izlenim, bu ne kadar heykel böyle oldu. Merkeze doğru yürüdükçe yüzlerce heykelin nehir boyunca ve köprülerin üzerinde olması, anlamsız yada abartılı heykel şehri izlenimi veriyor. Şehri ikiye bölen Vardar nehriü üzerinde böyle bir ahşap,gemi görünümlü Restoran yapılmış.İkinci aynı tip restoranın inşaası da devam ediyordu.
Şehrin ana meydanında Büyük İskenderin heykeli var. Üsküp'ün en büyük meydanasıda burası. Etrafa şöyle bir bakınca Halkbankası, Yahya Kemal koleji gibi ya da bilmem ne danışmanlık şirketi gibi bir çok Türkçe tabela görmek mümkün.
Şehri ikiye ayıran Vardar Nehrinin üzerindeki en ünlü taş köprü,yani Fatih Sultan Mehmet köprüsü. Bu köprüden karşı tarafa kızım ile sarmaş dolaş geçince,bizi Makedonya Kralı II. Filip'in (Büyük İskender'in Babası) heykeli karşılıyor. Bu taraf eski çarşının olduğu Türk tarafı. O kadar Türk tarafı ki,kendimizi bir anda Türkiye'de zannedecek kadar. Bu Türkiye'de zannedecek kadar hissetmemize sadece tabelaların Türkçe olması değil, sokakların genel pisliği de etkili oldu tabii ki.
Ben yinede Türk tarafının temiz olan bölümlerinden fotoğraf koyayım ki, kötü reklam olmasın.Buranın girişinde ayrıca süs havuzu da içeren güzel bir heykeller grubu da görmeye değer sayılır.Türklerin yazdığı bütün gezi yazılarında Üsküp'te yemek yeri tavsiyesi olarak,bu eski çarşıda ki Destan Restaurant yazılıyor. Karnımız tok olmasına rağmen, yazıların hatırına burada bari bir triliçe yiyelim dedik. Triliçe zaten sıradandı ama asıl önemlisi burası sıradan, bizdeki esnaf lokantaları ayarında bir yer. Sanırım milletin yurt dışına gidince Türklerin yerinde yemenin güven duygusu var ve o yüzden burası çok yazılıyor. Oysa ki Nehrin Makedon tarafında ve tam nehir kenarında çok güzel restoranlar var. Buralarda hesap zaten az geliyor,üstelik onlarda menü çok daha zengin.
Bol heykelli şehirden değişik görüntüler. O kadar çok heykel var ki,nehirde yüzen kadın heykeli bile yapmışlar,o derece..
Zafer Takı, Makedonya’nın bağımsızlığının simgesi olarak 2012 yılında dikilmiş. Büyük İskender meydanının yakınında Pella caddesi üzerinde bulunuyor. Takın yüksekliği 21 metre ve yapımı 4.4 milyon euroya mal olmuş.Aşağı bölümlerinde bolca boya var. Şehirde bir çok heykelde de benzeri boyalar var. Üsküpte ülkenin fakir olduğunu iddia edip, paraların bunlara harcanmasını protesto edenlerce böyle boyalar saçılarak, protesto ediliyormuş.
Üsküp aslında gecesi daha güzel bir şehir. Yapıları çok güzel aydınlatmışlar. Üstelik güzdüzün kavurucu sıcağı yerine,gece çok daha keyifle gezilebiliyor.
Üsküp'te belediye otobüsleri böyle, biraz ilginçler. Çöp konteynerleri bizim de alışık olduğumuz şekilde, ter tarafı çöp içerisinde :)
Çamur gibi su akan Vardar nehrinde insanlar balık tutmaya çalışıyorlar. Bir süre izledim ama balık yakalayabilen göremedim. Bu çamurun balığı yenir mi,o da ayrı bir soru ayrıca.
Yaz sıcağı döneminde olduğumuz için, şehirde beton yığınları arasında dolaşmak epeyce zor. Biz de 2. gün yakınlarda olduğunu öğrendiğimiz Matka kanyonuna gitmeye karar verdik. İyiki de gitmişiz, biraz nefes aldık. Üsküp'e 15 km uzaklıktaki Kanyon aslında bir baraj gölüymüş. arabayı park edip yürümeye başlayınca önce baraj duvarı ile karşılaşınca, yaa o kadar buralara gelip de baraj mı gezeceğiz diye konuşuyoruz. Ama yürüdükçe güzellikler ortaya çıkmaya başlıyor. park yerinden 100 m. ileride restoranların olduğu şirin bir yer var. Buradan dünya şehirlerine olan uzaklıkların tabelaları hoş duruyor.
Buradaki kafede biraz soluklanıp, manzaraya karşı buzlu içeceklerimizi içtik. Ortam çok güzel, manzara zaten nefis, daha ne olsun. Bu kafe yada restoranlardaki fiyatlar Üsküp merkeze göre biraz daha yüksek ama bizim ülkemizdeki fiyatlarla kıyaslanamaz. O yüzden rahatlıkla bir şeyler yenilip,içilebilir. Burada küçük bir kilisede var ama o güzellikte oraya gidip bakmak bize hiç cazip gelmedi.
Kafelerin olduğu yerden başlayarak gölün sağından devam eden patika bir yolda uzun yürüyüş yaşmak mümkün.O sıcağa rağmen manzaranın güzelliği ve aralardaki gölgelerin serinliği ile fark etmeden 1 saat kadar yürüyüp,geri geldik.Yürüyüş yolunda arada bir taşları oyarak,insanlara yürüme fırsatı vermeleri ayrıca takdir edilesi bir durum.
Yürüyüş yaptıktan sonra sıra da tekne ile gölde gezinti zamanı. kafelerin orada insanları gölde gezdiren tekneler var. 3 kişi 20 euro ödedik ve bizi 1 saat kadar gölün yukarılarına kadar götürdüler.Aslında yürüyüş yaparken gördüğümüz manzarayı, suya yakın olmanın serinliği ile yorulmadan tekrar görmüş olduk.
Gölün karşı tarafında,ortalıkta yol gözükmeyen yerlerde aralarda ahşap yapılar dikkati çekiyor. Ortalıkta hiç insan yok ve zaten buralar biraz harabe olmuşlar gibi. Manzaraları o kadar güzel ve kuş sesleri arasında o kadar dinlendirici görünüyorlar ki, insana tatil dediğin böyle yerlerde olmalı duygusu yaşatıyorlar.
Göl üzerinde kano ile dolaşanlar ayrıca farklı bir keyfi yaşıyorlar. Bizde yapsak mı diye düşündük ama bilmediğimiz yer, akıntı,dalga falan var mıdır, emin olamayınca iş çıkartmayalım dedik.
Kanyonun yukarı bölümlerinde tekne bir yerde durdu. 50 m. kadar dik bir yol yürüdük ve orada ki mağarayı gezdik. karanlık bir mağara ve tavanlarda yarasalar uçuşuyor. ağır bir koku da hakim, fazla takılmadık. mağara içindeki yolu aydınlatmak için dışarıya bir akü bırakmışlar. gelen kabloyu bağlayıp,ışıkları yakıyor, giderken de çıkarıp,söndürüyor.
Dönüşte teknemize eşlik eden ördekleri çekmeye çalıştım ama, pek başarılı oldum sayılmaz.
Matka gölünden Üsküp merkeze dönerken yanından geçtiğimiz caminin, bizim ülkemizdeki camiler ile aynı görüntüde olması dikkati çekiyor.
Üsküp aslında bir günde gezilip,görülecek bir yer. İyi ki Matka kanyonu varmış dedirtiyor. Yoksa bu şehirde iki gün kalmak sıkıcı olmaya başlardı. Biz tam kıvamında buradan ayrılıyoruz. Sırada Kosova Üzerinden Karadağ'a doğru gitmek var. Kosova bölgenin en fakir ülkesi görünümünde. Öyle ki üstteki Ferizaj tren istasyonu,gördüğümüz en iyi yapılardan birisi. Ona göre fikir sahibi olabilirsiniz. Buralarda durmayı gerektirecek bir şey göze çarpmıyor,en iyisi Karadağ'da görüşürüz :)