" Her yer en az bir defa görülmeyi hak ediyor "

MİAMİ



Miami yolculuğum İstanbul'dan Amsderdam aktarmalı Orlando hava alanına oldu. 3.5 saatlik Amsderdam,sonrasında 11.30 saatlik Orlando yolculuğu olunca insanda saatlerce deniz gördükten sonra ana karayı görünce hafiften rahatlama oluyor.


Planımıza göre ilk akşam hemen Orlando'dan  Coco Beach denilen okyanus kenarındaki tatil beldesine gittik. sabah kalkınca öğleye kadar deniz, daha doğrusu plaj-okyanus keyfi yaparız dedik ama ne mümkün. Sabaha kadar yağmur yağdı, sabah okyanus kenarına gittik ki plaj dalgaların getirdiği çöplerle dolu. Zaten güneşte yok. En iyisi Miami'ye doğru yol alalım dedik.



Yol üzerinde organik tarım yapan bir çiftlikte mola verdik. Burada çok güzel taze sıkılmış portakal suyundan içtik.



 
Sonraki kısa durağımız West Palm Beach.. Hava rutubetli,ortalıkta kimsenin dolaşmadığı sakin bir kasaba görüntüsünde bir yer. Biraz sokaklarında dolaştık. Tarih müzesinin önüne gelince,hiç müze gezme niyetimiz olmamasına rağmen baktık ücretsiz yazıyor,en azından tuvalet molası vermiş oluruz diye girdik. İçeride bizden başka kimse yok. Danışmadaki kadın bizi yakalamışken başladı müzeyi anlatmaya. Ben ingilizce bilmiyorum deyip kurtardım ama Eda'yı yakaladı,bırakmıyor. Anlattı da anlattı,garibim Eda'da nezaketinden teyzem biz aslında tuvalet için girdik de diyemedi,mecburen dinledi.. :).. Müzedeki mahkeme salonunda Yargıcın yerini bir süreliğine ben devraldım.
Sonrasında artık Miami'deyiz. Miami'ye gideceğimi söylediğimde pek çok arkadaşım wooww Miami,süper filan dediler.Benim hayata dair temel felsefem  olan "beklentilerini ne kadar düşük tutarsan, hayal kırıklığında o kadar az olur" yaklaşımımdan dolayı,hayal kırıklığım az oldu.Deniz tatili dedin mi bizim aklımıza uzun temiz kumsal,yüzülebilir deniz, sıcakta soğuk biranı yudumlayarak uzanmak filan gelir.Miami'de deniz ve kum var ama sadece güneşlenmek için.Okyanus çok dalgalı ama asıl korku köpek balıkları. Ne zaman nerede olacakları belli olmadığı için insanlar haklı olarak suya girmiyorlar. Arada birkaç tane sörf yapan insanlar var o kadar.Kumsalda yatıp yatıp gidiyorlar. Kumsal kilometrelerce uzun ama hiç tuvalet,duş yada soğuk bir şeyler alıp içecek büfe tarzı bir yerde yok. 


Miami Beach denen o çok ünlü yer burası. Benim göbekli fotoğrafım için kusura bakmayın artık, eritiyorum az kaldı :)..

Deniz muhabbeti böyle de şehir nasıl derseniz anlatmaya çalışayım.Çok katlı ama öyle böyle değil çok çok katlı binaların olduğu beton yığını bir şehir.O kadar yol ,kavşak var ki, navigasyon ile bile  bir yerden bir yere gitmek maharet istiyor. trafik sıkışıklığı İstanbul'u aratmayacak cinsten.Şehrin sahil olan kısmında ana merkezden uzaklaştıkça muhteşem bakımlı bahçeleri olan lüks villalar var. sahilden içerilere doğru gittikçe bir o kadar kalitesiz evler,sokaklar var. Anlaşılan o ki dünyanın her tarafında denizden uzaklaştıkça kalite düşüp,fakirlik artıyor.








 Miami, Amerika'nın Küba'ye en yakın bölgesi. Böyle olunca da burada Küba'nın etkileri çok fazla görülüyor. Küba ürünleri satan,Küba müzikleri çalan yerler çok fazla. Küba'dan öyle ya da böyle kaçak olarak gelenlerin en fazla yerleştiği yer burası olmuş. Küba mahallesi var ve burada Küba kültürü yaşatılıyor denilse de aslında Küba  üzerinden ticaret dönüyor geldi bana.Bu mahallede dünyanın en ünlü Küba restoranı olarak bilinen Versailles adlı restoran var. Biz de doğal olarak yemek için oraya gittik. O kadar çok zengin bir menüsü var ki,yüzlerce çeşit. İnsan ne seçeceğini bilemiyor. Oradan garsonunda yardımı ile kendimizce bir şeyler seçtik. Küba birası eşliğinde güzel bir yemek oldu. Gerci ne yediğimizi ben de bilmiyorum, o beyaz pilavlı yemek,muz püresi kızartması gibi bir şeydi ama muz değildi,biraz bayacak kadar tatlı olan bir meyvenin kızartması şeklinde.

Küba mahallesi olunca doğal olarak Küba purosu satan yerler de çok fazla. Hiç anlamam ama içerisinde 10-15 tane puro olan kutular vardı ve üzerinde 200 dolar yazıyordu.



















 İkinci gün biraz da yağmurun zorlaması ile kapalı mekan olsun diyerek, Miami'de ki en görkemli yapıt,malikane olan Vizcaya müze ve bahçesine gittik. Burası zengin vatandaşın aslında kendisine ev diye düzenlediği bir yer.Adam nasıl bir zenginlik içerisinde ise artık,deniz kenarında çok geniş bir bahçe içerisinde malikane yaptırmış. Her odada ki eşya kendi başına bir antika değerinde. 







 Wynwood mahallesinde sokakların her tarafı graffiti ile dolu. O kadar güzeller ki,sokak sanatçılarının yaptığından şüpheliyim. Öyle  3-5 duvar değil,koca bir mahallenin her tarafı,tüm duvarları,fabrika binaları hatta beton kamyonlarına bile graffiti yapmışlar. Görülesi bir yer olmuş.


 İkinci akşam bir Peru restoranına gittik. Peru dünyaya patatesi tanıtan ve en çok patates çeşidi olan ülkedir. Böyle olunca da menüde patates ağırlıklı olur diye düşündüm ama tersine deniz ürünleri daha çoktu. Ayıp olacak ama yediğimiz kalamar böylesi bir şeydi :)..

Bölgede dikkatimi çeken bir şeyden bahsetmek isterim.Mekan,restoran,cafe her ne ise lükslüğü artınca fiyatlar direkt katlamıyor. Adam lüks kaliteli yer yapmış,hizmet veriyor ki daha çok müşteri gelsin diye. Yoksa lüks yaptım,kazıklamak hakkım diye görmüyor. Hatta havaalanında da dikkatimi çekmişti. Fiyatlar dışarıdakilerle aynı.Bizim alışık olmadığımız işler.

Neyse efendim.. 2 gün dediğin nedir ki zaten,göz açıp kapanıncaya kadar geçti.. Orlando yazısında buluşma ümidi ile..