Günlerden 13 Temmuz ve biz artık Petersburg'dayız. Moskova 'da karavan deposuna koyduğumuz suyun resmen çamurlu su olduğu anlayınca dün depoyu komple boşaltıp, yolda bir benzinlikte yeniden doldurdum. Görüntüsü berrak gibiydi ama şeffaf bidona da koyunca gördük ki bu da iğrenç çamur gibi su. Mecburen onu da boşalttık ve başladık yol boyunca su bakmaya. Neredeyse Petersburg'a geldik ve ancak 3 ayrı benzincide azar azar doldurabildik. Suları sanırım kuyu suyu, baştan hızlı akıyor gibi ama sonra hemen kesiliyor. Bugünkü yolculuk resmen su aramakla geçti ve Petersburg 'a geldik. Karavancılar için büyük şehirler dünyanın her yerinde sıkıntı demiştim. Eee burası da büyük şehir. Artık şaşırmak yok.
Bu arada buralarda millet Petersburg demiyor, kısaca Pitır diyorlar. Büyük şehirlerin en büyük problemi park problemi burada da var. Her yer araba dolu ve zaten ücretli parklar. 3-4 gün kalacak olunca ister istemez ücretsiz park istiyor insanın gönlü )).
İki arkadaş dolaş dolaş bulamadık. Şehir dışında bir Avm parkını uygun olarak gördüm. Son bir kez başka bir bölgeyi dolaşırken binaların arasında bir park buldum. Oh ne güzel sessiz sakin dedik. Amma birazdan etrafımızda tekerlekli arabalar ile dolaşan yaşlıların artması dikkatimi çekti. Baktım hastanenin arka bahçesindeyiz, hemen yakınımızda Nevski Katedrali ve yanında mezarlık var. Park etmişken Nevski Katedralini ve çevresini gezdik. Sessiz sakin iyi de, burası ölüm kokuyor, kaçalım dedim.
Biraz yürüyüş yapar bir Avm parkına gideriz dedik ve yürürken şimdiki yerimizi bulduk. Petersburg'da Nevski caddesi paralelinde, neredeyse her yere yürüme mesafesi bir park. daha ne olsun.
Şimdi gezme zamanı. Gerçi biz buraya yıllar önce de gelmiştik ama olsun. Bakalım neler değişmiş..
Yıllar önce geldiğimiz bu şehirde değişen hiçbir şey yok. Aynı canlılıkta ve çok güzel bir şehir olma özelliğini devam ettiriyor. Değişen tek şey benim beyazlayan saçlarım. Gezi bloğumdaki eski fotoğraflardan kızıma gönderdim, babişkoo çok yaşlanmışsın, saçların ne kadar siyahmış dedi. O yüzden Petersburg hakkında bugün yazmıyorum . Sadece burada yaşanmış, gerçekliği tartışmalı bir hikaye ile yetiniyorum..
İkinci Dünya Savaşı'ydı. Savaş bölgesinden memleketi olan Leningrad'a ( St. Petersburg) izne gelmiş olan bir asker, evinin bulunduğu caddeye doğru giderken, Alman bombardımanı sonucu ölenleri taşıyan bir kamyonla karşılaştı.
Ölüler toplu gömülmek üzere mezarlığa götürülüyordu. Cesetlerin arasında askerin dikkatini çeken bir şey vardı; bir ayakkabı. Gördüğü ayakkabı eşine aldığı ayakkabıya benziyordu. Eve gidip gitmeme konusunda tereddüt ettikten sonra görevliye, ayakkabıyı giyen ölüyü görmek istediğini söyledi.
Görevli izin verdi. Asker kamyona çıktı, cesede baktı, gördüğü kişi karısıydı.
Görevliye cesedin karısı olduğunu ve onu alıp kendisinin gömmek istediğini söyledi. Görevlinin yardımıyla ceset indirildi. Asker karısını zor da olsa nefes aldığını ve onu alıp hemen hastaneye götürdü. Yapılan müdahaleler sonucu kadın kurtarıldı, iyileşti ve normal hayata döndü.
İşte o gün ölümden dönen kadın hamile kaldı ve 7 Ekim 1952'de Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Vladimiroviç Putin'i doğurdu.
Petersburg gezimiz devam ediyor. Bir taraftan İskandinav ülkeleri araştırması yapıyorum. Baktım herkes Nordkamp'a gidiyor, yakında orası Kuşadası Sevgi plajına dönecek demiştim , biz gitmekten vazgeçtik. Yakında Nordkamp'a Türkler giremez tabelası asacaklar..
Petersburg bildiğiniz gibi işte. Her yer insan dolu, sürekli bir yerlere gidiyor gibi görünen insan kalabalığı. Ama bu şehir sanıyorum Rusya'nın en güzel ve modern şehri. Bu defa gelişimde en dikkatimi çeken şey ise, adım başı tekne turu satmaya çalışan satıcılar. O kadar çoklar ki, insan artık sıkılmaya başlıyor. Kapitalizmin rekabeti buraya da çoktan gelmiş. 15 liraya gelen fiyat ile Borsh çorbası bile veren ucuz restoran zinciri gördüm. İnsanlar oralarda yemek kuyruğundalar.
Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar;
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Günahkâr da sayılmazdı.
Yazık oldu Bülent Efendi’ye.
Ömrü hayatımda ilk defa ayak parmak aramda nasır çıktı, canıma okuyor. Kaçıncı nasır bandı yapıştırdım ama geçmedi. Gezmelerdeyiz diye yürüyüşü de bırakamayınca, o da beni bırakmıyor. O yüzden bugün biraz çimlerde yatış yaptım. Zaten buralarda insanlar azcık park bahçe, çim ve güneş görseler hemen yatışa geçiyorlar.
Bu coğrafyada bir inanış var. Heykellerin eline dokunmanın şanş getirdiğine inanılıyormuş. O yüzden bütün heykellerin eli dokunulmaktan parlak duruyor. Bugün ben de dokundum, du bakalım.. Az önce Google a sordum, heykel eline dokunmak neymiş dedim. Sık arananlarda heykel eline dokunmak abdesti bozar mı? diye soru çıktı. Arkadaş neyin kafası ile bu soruyu çok sordunuz ki, en başta o çıktı. Memleketten uzaklaşsak bile komik saçmalıklarından kurtulamıyoruz!
Yarın Petersburg merkezinden ayrılırız ama Finlandiya girişimiz için yeşil sigortayı 20 Temmuz başlangıçlı yaptırmıştık, mecburen 20 Temmuz'a kadar Rusya'dayız. Artık oyalanıyoruz işte..
Petersburg gezimizin son gününü Çar 1. Petro’nun emriyle 18. yüzyılda inşa edilmiş Peterhof sarayının bahçesini gezmeye ayırdık. Kendisine bizim tarihimizde deli Petro deniliyor olsa da Avrupa onu büyük Petro olarak tanıyor. Modern Rusya'nın temellerini atan adamdır kendileri. Fransa’daki Versay Sarayı’nı görünce böyle bir saray istiyorum demesiyle başlamış Peterhof hikayesi . Bir dizi saraydan ve çeşitli boyutlardaki bahçelerden oluşan sarayın yapımına İsveç’e karşı kazanılan zaferin ardından başlanmış. Sarayın bahçesinde yer alan 64 fıskiye ile 250 heykelden oluşan Büyük Çağlayan, görsel açıdan büyüleyicidir.
Petergof, 23 Eylül 1941'de Almanlar tarafından ele geçirilmiş. 1944'e kadar Almanların elinde kalan saray büyük oranda yıkıma uğramış. Çeşmelerin pek çoğu yok edilmiş ve saray kısmen patlatılarak yanmaya bırakılmış. Savaşın bitiminden sonra başlayan restorasyon çalışmaları hâlâ devam ediyor. Bahçesini yürümek bile saatler sürüyor ama gerçekten güzel bir yer olmuş.
18 Temmuz günü artık Rusya'dan çıkıp Finlandiya'ya girmek için son konaklama yerindeyiz. Burası Vyborg.. Muhtemelen adını sizler de ilk defa duydunuz. . Burası Rusya'nın Finlandiya öncesi son şehri. Aslına bakarsanız burası 1940 yılındaki Rusya- Finlandiya savaşına kadar bir Finlandiya şehri imiş. O savaşta Rusya, burası artık benim demiş.
Eski bir Finlandiya şehri olduğu için binalar, sokaklar tam bir Finlandiya havasında. Yarından sonra Finlandiya tarafına geçince adaptasyon zorluğu yaşamayacağız.
Çarşıda gezerken kapalı bir sabit pazara denk geldik. Orada çeşit çeşit zeytin yağları görünce inceledik, baktık ve 5 lt soğuk sıkım düşük dansiteli Yunan zeytinyağı 1500 ruble ye. Biz de satın aldık. 5 lt bu kalite yağ 500 lira, litresi 100 liraya geldi. Yunanistan nere bura nere. Bizdeki fiyatları siz daha iyi biliyorsunuz.
Burada bir gece konakladık ve artık Rusya'dan çıkma zamanı. Yeni bir sınır kapısı ve yeni bir Coğrafya heyecanı bizi bekliyor.