KAZAKİSTAN
Bu bölüm, Kazakistan'a yaptığımız yolculuğun izlenimlerini, anılarını ve keşiflerini içeren bir seyahat günlüğüdür. Yolculuğun her anı, yeni bir coğrafya, yeni bir kültür ve yeni dostluklarla zenginleşti. Modern şehirlerden uçsuz bucaksız bozkırlara, tarihî mirastan doğa harikalarına kadar Kazakistan'ı tüm yönleriyle keşfetme fırsatı bulduk.
Kazakistan'ın Kırgızistan’ın Karakol şehri tarafındaki ilk şehri Kegen’deyiz. Bugün burada konaklayacağız. Yüksek dağ yollarını aşıp, üzerine bir de sınır geçişi eklenince artık yeterince yorulduk. Burada telefon numaralarını, interneti yeniledik. Benim telefon sadece e-sim ile çalışıyor. Buradaki telefoncu çocuk ilk defa e-sim işlemi yapıyormuş ama biraz uğraşarak onu bile halletti. Şehire ait bilgi yazmıyorum çünkü yazacak bir şey yok. Tipik gelişmemiş, toz toprak içerisinde küçük bir kasaba.
Almaty'ya giderken yolumuza yakın olan charyn kanyonuna uğradık. Uzunluğu 80 kilometreyi bulan kanyon, dünyanın en büyük kanyonlarından birisi ve hatta en büyük ikinci kanyonu olarak geçiyor. Kazakistan'ı ziyaret edenlerin mutlaka görmesi gereken yerler arasında sayılıyor.
Dünyanın en büyük ikinci kanyonu deyince aklınız karıştı mı? .. Benim karıştı.. Daha önce gezdiğimiz Uşak Ulubey kanyonu için de Dünyanın en büyük ikinci kanyonu deniyordu. Anlaşılan bu sıralama işleri biraz karışık. Neye göre, kime göre??
Kanyonu gezmek keyifli olduğu kadar da yorucu oldu. Önce yukarıdaki geniş alanı gezdik, sonra patika yollardan aşağıya indik. Kanyonun içinden aşağıdaki nehire kadar yürüdük. İnsanlar nehir kenarında piknik yapıyordu. Yukarı geri çıkmak zor diye orada çalışan taksi dolmuşlardan birisine bindik. O daracık taşların arasından, neredeyse iki taraftan taşlara sürten geçen arabada yolculuk yapmak ayrı bir heyecandı.
ALMA-ATA
Artık Kazakistan'ın eski başkenti Almaty'dayız. Bizdeki bilinen adı ile Alma-Ata'da.. İlk gün ünlü Panfilov parkı, Zenkov Katedrali, Müzik enstrümanları müzesi ve yakın çevresini gezdik.
İlk izlenim. Bir Asya ülkesinde olduğumuzu unuttuk. Türkiye'deki her yerden daha modern, daha temiz bir şehir. Avrupa'nın herhangi bir yerinden aşağı kalır hiç bir tarafı yok. Sokaklar, mekanlar ancak bu kadar temiz, ancak bu kadar yeşil olur. İnsanlar ancak bu kadar temiz, ancak bu kadar seviyeli olur. Gerçekten güzel bir şehirmiş.
Zelionyj Çarşısı Panfilov parkının çok yakınında. Orayı da gezdik. Almatı'nın kalbinde bir çarşı. Sıra sıra satıcılar tarafından titizlikle düzenlenmiş sepetleri , mayalanmış kısrak veya koyun sütünden yapılan kuru, tuzlu peynirin pürüzsüz toplarını satıyorlar. Peynirciler ayrıca kovalardan kepçeyle küçük çorba kaselerine doldurdukları, fermente edilmiş kısrak sütünden yapılan hafif alkollü bir içecek olan kımızı da satıyorlar. Kımızın tadına ilk burada baktım. Bizdeki Kefirin biraz daha ekşi hali gibi geldi bana. Ayrıca belirtmeliyim ki buralarda Kımızı alkollü bir içecek olarak görmüyorlar. Normal ayran gibi yapılıp içilen bir içecek olarak görülüyor. Kuru kayısı, kuru üzüm, incir, diğer meyve ve kuruyemişler, elle döndürülen meyve sıkacaklarında sıkılan taze meyvelerin yanında küçük mücevherler gibi tepsilerde duruyor. Çarşıdaki et bölümü, at etine ayrılmış bir bölümün tamamı da dahil olmak üzere oldukça kapsamlı duruyor.
Tesadüfen bir kermese denk geldik. Burada da bizdeki gibi getirdikleri ürünleri satmaya çalışıyorlar. Bizden tek farkı burada nakit para geçmiyor. Her standın önünde bir telefon numarası yazıyor. Cep telefonundaki bir uygulamadan o numaraya ödemeyi yapıp alacağınızı alıyorsunuz. Aslında bütün Kazakistan'da bu yöntem varmış. Markette, pazarda, restoranda, hatta gördüğümüz bir sokak dilencisinin önünde de telefon numarası yazıyordu. Ödemeyi telefondaki uygulama üzerinden yapabiliyorsunuz.
Bir ayrıntı daha. Burada her yerde baklava görmek mümkün. Ayrıntı şu ki, baklavalar porsiyon yada kilo ile satılmıyor. Tane ile satılıyor. Dün gezdiğimiz pazarda tanesi 350 tenge demişlerdi. Bugün kermeste tanesi 500 tenge dedi. Bütün paketi istesem dedim, tek tek saydı ve 500 ile çarpıp fiyat söyledi.
Bugün ayrıca Devlet Müzesini gezdik. Zengin bir müze ve giriş ücreti 500 tenge, Özbekistan'daki müzelere göre çok uygun fiyatlı. Avrupa'yı zaten söylemeye gerek yok. Dün gezdiğimiz Müzik enstrümanları müzesi girişi de 500 tenge idi. Sanırım devlet burada müzeleri para kazanma yeri olarak değil de milletin kültürünü arttırma yeri olarak görüyor.
Müzenin satış yerinde bir kıyafetin canlılığı dikkatimi çekti. Sonra da etiketi dikkatimi çekti. Satış görevlisi kadına fiyatlar pahalı dedim. Pahalı ama Türklerde para küp dedi. Burada algı böyle demek ki. Küpü dolu olanlar parmak kaldırsın.
Alma Ata da şehrin ana caddelerinden birisi trafiğe kapalı, bizim İstiklal Caddesi gibi. Akşamları uzun cadde boyunca gençler eğlenmekle meşguller. Her türlü müzik, her türlü etnik grup kendi kümeleşmiş halinde kafalarına göre takılıyorlar. Kafeler, restoranlar ışıl ışıl ve hepsi dolu gibi. Neredeyse tüm Avrupa kentlerini gezmiş olan ben, gördüklerim karşısında şaşkınım.
Bu Almatı çok güzelmiş deyince sakın abarttığımı sanmayın. Arkadaş neresine gitsen çok güzel. Temiz, düzenli, bol yeşilli.. Bugün Alatau National Parkına gittik. Adı bir nevi Aladağlar sayılabilir. Karavanı park edip, uzun bir teleferik yolculuğu ile zirveye çıktık. Tek yön gidiş kişi başı 3500 tenge, gidiş dönüş 5000 tenge. Gişedeki kızların da gazı ile günün hatasını yaptık. Sadece gidiş alın, dönüşte yürüyerek inersiniz, manzara çok güzel filan dediler. Biz de öyle yaptık. Yapmaz olaydık. Dönüş zamanı bir yağmur başladı, durmak bilmiyor. Rakım 2 binin üzerinde, hava zaten soğuk. Yemek yedik, oyalandık filan ama yağmur durmuyor. Sonunda pes edip, yağmur biraz azaldı gibi olunca yürümeye başladık. Yaklaşık 1.5 saat ıslana ıslana karavana döndük.
Manzaralar, tesisler, yollar, teleferik düzeni gerçekten çok güzel. Şimdi kayak zamanı değil ama belli ki kayak zamanı dünyanın bilmem neresindeki herhangi bir kayak yerinden aşağı kalır tarafı yok.
Şehire inince bulduğumuz bir çeşmeden karavana su dolduruyoruz. Sürekli birileri gelip küçük bidonlarına su alıyorlar. Bizim iş uzun diye hortumu çıkarıp gelenlerin suyunu dolduruyoruz. Birisi geldi acelem yok beklerim dedi. O arada bizimle konuşmaya, nereden nasıl geldiğimizi öğrenmeye çalışıyor. Adam Özbek'miş ama Türkçesi yok denecek kadar az. Yine de bizim rotamıza şaşırdı, anlamaya çalışıyor. O arada başka birisi geldi. Deponuz kaç litre dedi. 200 litre dedim. Güzel Türkçe konuşuyorsunuz deyince ben Türküm dedi. Ama adamın derdi bir an önce suyunu doldurup gitmek. Suyu övdü, çok güzel çayı olurmuş, bu suyu nasıl bulmuşuz filan gibi sudan boş muhabbette. Sanırsın burada her gün Türk plakalı bir karavan görüyor da, çok normalmiş gibi ve affedersiniz öküz gibi konuşuyor. Layn dedim öküz her yerde öküz, başka memlekete gelmesi bir şey değiştirmiyor.
Akşam daha önce konuştuğumuz, burada görüşüp tanışma fırsatı yakaladığımız dostlarımızın akşam yemeği davetine katıldık. Gördük ki dostluk dünyanın uzak yerlerinde daha değerli, daha anlamlı. Onlar kendilerini biliyorlar. İzinsiz isim paylaşmak olmaz ama içtenlikle teşekkürler..
Yarın 1 mayıs. du bakalı buralarda Taksim'e giriş yassah mı? Polis jopu, gazı neyin var mı?.
1 Mayıs kutlamalarını bu yüzölçümü bakımından dünyanın en büyük 9. Ülkesinin en önemli kentinde kutlamak kısmet oldu. Şehrin her tarafında konserler, gösteri, sergiler var. Tam bir şenlik havasında kutlanıyor.
Daha dün özgürlüğüne kavuşan, bu kadar çok milletli bir ülkede böylesi bir şenliği kıskanmamak mümkün değil. Tüm dostların 1 Mayıs'ını kutluyorum ve sözü Nazım Usta'ya bırakıyorum
Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket, bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu davet bizim....
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim...
Şehrin her köşesindeki 1 Mayıs şenliklerini izleyeceğim diye yorgunluktan bitap düşüp, bulduğum ilk parkın bankta dinlenmeye geçmiş olsam da son bir kaç bilgiyi paylaşayım.
Kaynağı Türkçe olan Kazak kelimesinin anlamının "hür adam" olduğu düşünülmekte ve bu lakabın tarihsel olarak Kazakların hürriyetlerine düşkün yörüklerden oluştuğu göz önüne alındığında yerinde bir tanımlama olduğu ortaya çıkmaktadır.
Kazakistan pek çok değişik milliyet'te ve inanca sahibi olan kişilerin ortak tarihsel kaderi ile birleşmiştir. Bu gelenek ile, geçmiş ve dil çeşitliliğine Kazakistan Cumhuriyeti tarafından son derece değer verilmektedir ve bir Japon atasözünün gerçeği yansıttığı görüşü benimsenmiştir: "Akrabalarınız olmadan da yaşayabilirsiniz ama komşularınız olmadan yaşamanız mümkün değildir."
Halen Kazakistan'da 130 ülke vatandaşı yaşamaktadır. Nüfusun % 66 Kazaklar, %21 Ruslar ve geri kalan %13 ü ise Ukraynalılar, Özbekler, Almanlar ve Tatarlar oluşturur. Yaygın dini inanışlar Müslümanlık ve Hıristiyanlıktır.
Bizi nasıl sürprizler bekliyor hiç bilmiyorum ama Almatı'nın tadı damağımızda kaldı. Çok güzel yeni dostlar edinmiş olmanın yanı sıra çok keyifli bir dört gün geçirdik. 2 mayıs sabahı Alma Ata molasını geride bırakıp Astana yoluna çıktık. İlk mola yeri planımız Ülken şehri. Almatı'dan çıkarken yarım depodan biraz fazla mazot vardı. Yolda çeyrek depoya yaklaşınca yeniden alırım diye düşündüm. Almatı'dan çıktık ve kendimizi uçsuz bucaksız bir ovanın içinde bulduk. Git git manzara aynı.. Ufukta en ufak bir dağ tepe görünmüyor. Kilometreler, saatler geçti aynı.. Almatı Ülken arası 400 km kadar ve ancak Ülken'e 15 km kala mazot olan bir petrol istasyonu buldum. Aralarda 2-3 tane istasyon vardı ama onlarda mazot yoktu. Göstergem son çeyreğinde yarısına indi ve artık stres başlamıştı.
Buralarda diesel bazı istasyonlarda 450, bazılarında 295 tenge yazıyor. Neye göre, kime göre bilmiyorum ama öyle. Ben istasyonda mazot olduğunu öğrenince fiyatını sordum, pompacı 295 dedi. Güzeel dedim. Ben dedim ama onun anladığını sanmıyorum.
Bir başka ara bilgi, buralarda ful doldur muhabbeti yok. Önce içeriye kasaya gidip ne kadar yakıt alacaksanız onun parasını ödüyorsunuz, sonra siz yada pompacı o kadar yakıt dolduruyorsunuz. Ben yine de kasaya gidince ful istiyorumu bir şekilde anlattım ve anladı. Hesap makinesine 330 yazıp gösterdi. Ne için olduğunu anlamadım ama gidip depoyu doldurdum. 22030 tenge tuttu. Nakit para hazırlayıp kasaya gittim. Kadın arabama bakınca başladı ciyaklamaya. Siz yabancısınız, size 450 tengeden diyor ama ama ben klasik safa yatıyorum. Anlamıyorum dilinizi, Türkçe yada İngilizce söyleyin diyorum ama karşılık boşuna konuşuyoruz. Sonunda nakit parayı önüne bıraktım ve çıkıp gittim. Ülkelerin müze girişlerinde yerli yabancı fiyat farklarına alışığız ama mazot fiyatının yerli yabancı fiyat farkını da Kazakistan'da öğrenmiş olduk. Öğrenmenin yaşı yoktur diye boşuna söylememişler.
Alma -Ata’dan ayrıldıktan sonra hedef Astana ama orası o kadar uzakki, molasız gitmek mümkün değil. İlk geceleme molasını Ülken’de verdik. Burası çok küçük, eski, yıkık, dökük binaların olduğu tam bir terkedilmiş kasaba havasında bir yer. Apartmanlarda az sayıda oturan olduğu bakınca anlaşılıyor. Sokaklarda çok az sayıda çocuktan başka erişkin göremedik. Burası eskiden Balkaş gölünde balıkçılıktan geçinen bir yermiş ama artık sanırım balık kalmayınca hayat da kalmamış.Yine de başka seçenek olmadığı niçin geceyi burada geçirip, sabah yola devam ettik.
BALKAŞ
Almatı Astana arası yolculuğumuzda Balkaş gölü boyunca 280 km kadar yol yapıp, Balkaş şehrine geldik. Göl boyu deyince öyle muhteşem göl manzarası eşliğinde yolculuk olarak düşünmeyin. Orada bir göl var ama yoldan ara sıra, o da tee uzaklarda görünüyor. Haritada bakınca oh ne güzel göl boyu manzaralı gideceğiz dedik ama öyle değilmiş.
Balkaş gölü kimilerince dünyanın 15. en büyük gölü, kimilerince Asya'nın 3. gölü, kimilerince başka bir sıralamada. Daha önce Issık gölü yazarken söylemiştim, bu listelerin kime göre neye göre olduğu biraz karışık mevzu.
Ama Balkaş Gölü'nün dünyada benzersiz bir özelliği varmış : Batı kesiminde tatlı su ve doğu kesiminde tuzlu su bulunuyormuş. Bu özelliği onu en farklı göl yapan özelliği. Gel gör ki Balkaş Gölü, komşu ülke Çin'in aşırı su tüketimi nedeniyle 2050'ye kadar Aral Gölü gibi tamamen kuruma tehlikesi altındaymış.
Şehre giriş bölgesinde kocaman bir Mig uçağı anıtı var. Google haritasına bölgede turistik yerler nereler diye bakınca ilk başta burası görünüyor. Vasatlık bu derecede. Bu Mig uçağını görünce hatırladım. 1989 yılında bir Rus pilotu Mig uçağı ile kaçarak Trabzon havaalanına inmişti. Oradan yaralı olarak Tıp Fakültesi hastanesine getirilmişti. Ben o zaman Fakültede öğrenciyim. Ne büyük bir uluslararası olay olmuştu. Fakültede herkese ajan gözüyle bakar olmuştuk ..
Balkaş şehri Almatı'dan sonra çok yavan geldi. Aslında orta büyüklükte bir şehir, üstelik böylesi bir gölün kenarında olmasına rağmen caddelerin, kaldırımların bakımsızlığı, binaların eskiliği burayı vasat bir yer haline getirmiş.
Belki de ve muhtemelen Balkaş şehri, yaz aylarında gölde yüzme sezonunda çok popüler bir yer olabilir. Hakkını yemiş de olmayayım. Şimdi güneş batmaya başlayınca insanın içini üşüten bir soğuk başladığı için bana şehir de soğuk gelmiş olabilir. 46.8345, 74.9794 konumunda , göle yakın güzel bir yerde geceledikten sonra sabah yola devam ettik.
KARAGANDA
Balkaş şehrinden sonraki durağımız Karaganda şehri oldu. Burası Sovyet Rusya döneminin en büyük üç madenci şehrinden birisiymiş. Zaten şehrin kurulması da 1856 yılında madenciliğin başlaması ile olmuş.İşte bu yüzden Sovyet döneminden kalan Madenci anıtı bugün şehrin simgelerinden sayılıyormuş.
II. Dünya Savaşı sırasında Stalin'in emriyle bölgeye yerleştirilen Volga Almanlarının 1990'lı yıllarda Almanya'ya göç etmesiyle şehrin nüfusu nüfusu % 14 azalmış. Bunun gibi bu bölgelerde yakın döneme ait çok fazla göç hikayeleri var. Her toplu göç aslında beraberinde pek çok insanlık dramı hikayesini de barındırıyor.
Bizim Erzurum soğuğu buranın yanında yaz sıcaklığı sayılırmış. Kışın - 60 lara düşermiş ama ortalama -30 larda olurmuş. Erzurum'da yere tükürünce tükürük yere düşene kadar buz olur derlerdi. Bunun bir de işeme testi de var ya, neyse..
Burada tanıştığımız Türk arkadaş, bir bardak sıcak çayı serpince yere düşene kadar buz olduğunu gördüm diye anlattı. Buraların en güzel icadı, uzaktan kumanda ile aracın içerisindeki sıcaklığı görebildiğiniz ve arabayı çalıştırabileceğiniz alarm sistemi varmış. Gece belirli bir sıcaklığa düşünce (genelde - 20 dereceden sonra aracın donma riski başlar) motorun otomatik olarak çalışmasını sağlarmış. Araç 10 dakika çalışır sonra yine durur, belirli aralıklarla sabaha kadar çalışırmış.
Buraya geldik, gözümüze kestirdiğimiz güzel ve güvenli bir yere karavanı park edip, orada geceledik. 49.8076, 73.0877 konumu meğerse burası Valilik binasının önüymüş. Henüz kimse gelip, "arkadaş siz kimsiniz!" demedi. Bugün de buralıyız.
Uzaya giden ilk insan kimdir diye sorulunca verilen cevap genellikle Neil Armstrong'dur ve yanlış cevaptır. Uzaya giden ilk insan, Sovyetler Birliği tarafından 12 Nisan 1961'de gönderilen Yuri Gargarin’dir. Ay'a ilk ayak basan kişi ise 20 Temmuz 1969'da ABD'den Neil Armstrong'dur. Gargarin 12 Nisan 1961'de Kazakistan'daki Baykonur Uzay Üssünden uzaya gittiği için Kazakistan için de ayrı bir öneme sahiptir.
Bugün Yuri Gargarin adına Karagandı'da yapılan anıtı ziyaret ettik. Sonrasında da gelmişken uzayda da ufak bir tur attık ))..
Bu coğrafyada Türk restoranları her yerde varlar. Pek çoğu bizim Türkiye Türkleri tarafından açılmamış olsa da menülerde tanıdık yemekler bulunuyor.
Artık Kazakistan'ın Başkenti Astana'ya gidebiliriz.
ASTANA
Sonunda en büyük hedeflerimizden birisi olan Astana'ya gelmiş bulunuyoruz. Kazakistan çok büyük bir coğrafya, yollar git git bitmiyor desek de bitiyor işte.. ilk izlenimimi söylemem gerekirse, burası çok yeni, neredeyse sıfırdan inşa edilmiş bir başkent olduğu için, çok geniş bir alana yayılmış yüksek binalar şehri. O yüzden burasını yürüyerek gezmek biraz zor olacak. Ama zaten bina gezmekten pek keyif almadığım için, köşe bucak gezeceğimi de sanmıyorum. Başlangıç olarak neden başkent Alma ata idiydi de burası başkent yapıldı? isim değişikliği neydi? Biraz genel kültür bilgileri paylaşayım. Sonrasına sonra bakarız ..
1998 yılıydı… Kazakistan Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı olan Nursultan Nazarbayev, ülkenin başkentini 70 yıldır başkent olan Almatı’dan Astana’ya taşımıştı. Peki, neden? Nazarbayev, başkenti Astana’ya taşıyıp burada bir şehir inşa ederek neyi amaçlıyordu?
Bu sebeplerden biri ülkenin başkentini daha merkezi bir yere taşımaktı. Eski başkent olan Almatı, ülkenin doğusunda bulunuyordu ve Kırgızistan sınırına yalnızca 20 kilometre uzaklıktaydı. Astana ise doğu ve batıya nispeten eşit uzaklıktaydı. Yalnızca kuzeye biraz daha yakındı. Rus sınırına olan uzaklığı 280 kilometreydi.
Eski Kazakistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti döneminde yıllarca süren yokluk, savaş ve kızgınlık yüzünden bölgede Kazak nüfusu azınlık haline gelmişti. 1959 yılında Kazaklar nüfusun sadece %30’unu oluştururken Ruslar % 43’ünü oluşturuyordu. Ve Rus çoğunluk daha çok ülkenin Rus sınırına yakın olan kuzey kesiminde varlık gösteriyordu. Sonraları Kazaklar ve Ruslar arasındaki nüfus uçurumu azalsa da yine de ülke sınırları içerisinde özellikle kuzey bölgesinde çok fazla Rus vardı. Nazarbayev, ilerleyen zamanlarda bu kesimde ayrılıkçı hareketler görülebileceğini düşünüyordu. Aynı bugün Ukrayna’daki Luhansk ve Donetsk’te olduğu gibi. İşte bu yüzden Kazak nüfusu bir şekilde kuzeye kaydırarak Rusların buralarda ayrılıkçı hareketlerde bulunmasına mani olmak istiyordu.
Başkentin taşınmasının bir diğer amacı da ülke nüfusunun tek bir merkezde toplanmasını engellemekti. Aynı Türkiye’deki İstanbul ve Ankara, ABD’deki Washington ve New York, Almanya’daki Berlin ve Hamburg, İspanya’daki Madrid ve Barselona, Rusya’daki Moskova ve St. Petersburg gibi. Bugün Almatı’nın 2 milyon Astana’nın ise 1 milyon nüfusu var. Yani Kazakistan’ın başkenti en kalabalık şehri değil. Bu aynı zamanda yeni tarım ve sanayi alanı oluşturacak ve ülke ekonomisi tek bir şehirde toplanmayacaktı.
2019 yılında 28 yıl devlet başkanlığı yapan Nursultan Nazarbayev’in görevden çekilmesini takiben kendisinin onuruna şehrin adı Nur-Sultan olarak değiştirildi. Eylül 2022 tarihinde Kazakistan’ın mevcut cumhurbaşkanı Kasım Cömert Tokayev, başkentin adının tekrar Astana olarak değiştirilmesini onayladı.
Astana'nın simgesi sayılan Bayterek kulesi ve çevresini gezdik. İnsana "ah para sen nelere kadirsin" dedirten bir şehir burası. Şunun şurasında geçmişi 30 yılı bulmayan, çölün ortasında bir kasabadan resmen vaha yaratılmış bir yer Astana.
Metal bölümünün 97 metre olduğu kule, en üstte yer alan gözlemevi ile 105 metreyi buluyor. 97 metrenin anlamı 1997 yılında başkentin Astana'ya taşınmasını ifade ediyormuş.
"Hayat ağacı" anlamına gelen Bayterek Kulesinin yapım fikrinin, burada her şeyin ona atfedildiği gibi, Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev'e ait olduğunu söyleniyor.
Kulenin üstünde top şeklindeki gözlemevinin ağırlığı 300 ton. Yumurta şeklinde yapılan bu top hayatın başlangıcını simgeliyor muş. Kulede, Cumhurbaşkanı Nazarbayev'in sağ elinin şekli yer alıyor. Ziyaretçiler, sembolik olarak Cumhurbaşkanı'na selam verebiliyor, Astana'ya "küçük Dubai' yakıştırması yapıyorlarmış. Dubai'yi görmedim ama şehir dediğin Almaty gibi olacak. Parkları, ormanları, yeşil alanları olacak. Beton yığınları bana hiç iç açıcı gelmiyor. Yaşlanıyorum galiba ...
Buranın en ünlü alışveriş ve eğlence merkezi han çadır olarak bilinen Khan Shatyr. Devasa bir çadırdan yapılmış. yapanlar ve işletenler bizim Türkler. Astana halkını Kuzey Kazakistan'ın sert kış ikliminden kurtarmak için özel olarak inşa edilmiş, 150 m yüksekliğinde ve 140.000 m²'lik devasa bir çadır .
Khan Shatyr'in devasa yapısının içinde park, kayıkla gezilen nehir, mini golf sahası, alışveriş merkezi ve hatta bir kapalı plaj tesisi gibi bir dizi eğlence seçeneği bulunmakta. Aşırı dış hava sıcaklığından bağımsız olarak, iç sıcaklık 15 ila 30°C arasında değişen, yıl boyunca orta düzeydedir ve bu, içeri sızan güneş ışığının yanı sıra hava ısıtma ve soğutma sistemlerinin kullanılmasıyla elde edilirmiş.
Khan Shatyr, 2010 yılında Nazarbayev'in 70. doğum gününde açılmış. Yine de Avm gezmek bize göre olmadığı için yarım saat dolaşmadan çıktık. Bildiğiniz lüks bir Avm nin görüntüsünü çadır şeklinde yapmışlar. Tek farklı tarafı bu. Bize pek enteresan gelmedi.
Türk Büyükelçiliğine Yakınındaki Atatürk parkı olduğunu öğrenince orayı görmezsek olmaz dedik. Akşama da Hazret Sultan camisini ziyaret ettik. Bir caminin ne kadar lüks olabileceğini burada gördüm. Gerçekten çok fazla para ve emek harcanmış.
Burada bulunduğumuz zaman Mayıs ayı ama Astana gerçekten sıcakmış. Daha 2 hafta önce buralarda kar fırtına varmış ve insanın inanası gelmiyor. İklim geçişleri böyle imiş buralarda. Ara mevsimler yok, direk yazdan kışa, kıştan yaza geçiş.
Astana’da akşamları fotoğraf çekmek için de çok hoş görüntüler veriyor. Her taraf farklı ve değişken ışıklar ile ışıl olduğu için insan nereyi çekeceğine karar vermekte zorlanıyor.
9 Mayıs buralar için özel bir gün.
1939 yılında başlayan İkinci Dünya Savaşı'nda Nazi Almanya'sının mutlak teslimiyet anlaşması Berlin yakınlarında 8 Mayıs 1945'te imzalandı. Almanya güçleri yerel saatle 23.01'de tüm operasyonları durdurdu. Rusya'da saat gece yarısını geçtiğinden dolayı İkinci Dünya Savaşı'nın bitişini 9 Mayıs'ta kutlanıyor. Savaşın bitişinden çok Sovyetler Birliği'nin İkinci Dünya Savaşı'ndaki zaferini, özellikle de Nazi Almanya'sı karşısındaki başarısını kutluyorlar.
Aslında 9 Mayıs tarihi savaşın bitiminden hemen sonra "Zafer Günü" ilan edilmemişti. Savaş sona erdikten yaklaşık 20 yıl sonrasına kadar 9 Mayıs Sovyetler Birliği'nde ulusal bayram değildi. 1963'te dönemin SSCB lideri Leonid Brejnev'in başkanlığı sırasında güne atfedilen önem arttı. 9 Mayıs'ta tüm ülkede kutlamalar ve Kızıl Meydan'da askeri tören yapılmaya başlandı. 9 Mayıs resmi tatil ilan edildi.
Rusya'nın Nazizm'i yenilgiye uğratma konusunda oynadığı "kilit role" ilişkin resmi söylem 2020'de yapılan bir dizi değişiklikle anayasaya da geçirildi. Muhafazakar değerler ve milliyetçiliğe vurgu yapan bu değişikliklerle Rusyalı yurttaşların zafer konusundaki tarihi resmi söylemi sorgulaması yasaklandı.
Bu kutlamaların asıl merkezi Rusya olsa da buralarda da resmi tatil ve kutlamalar yapılıyor. Biz de bugün Astana'daki Anavatan Savunucuları anıtı önündeki anmaları izledik.
Daha sonra kutlamaların devamı için balık şeklinde yapılmış ilginç Atyrau köprüsünün yanındaki konser alanına gittik. Burada konserden çok uzun uzun konuşmalar yapanlar olduğu için çok az oyalandık.
O kadar kötü yollardan gelince Astana'da karavanı kontrol ettirelim dedik. Bu arada sanki bugünü beklermiş gibi dün dikkatimi çekti. Benim karavan sağ yan tarafa eğik duruyor. Yoldandır, parkın eğimindendir filan dedim ama yok, karavan arkadan bakınca resmen sağa yatık duruyor.
Astana'da tanıştığımız Türklere bize tamirci tavsiye edin dedik. Hepsi de tamam, araştırıp dönelim dediler ama sağolsunlar hiç birinden ses çıkmadı. Biz de mecburen yol üstünde rastgele bir tamirciye girdik. Karavanın altına yatıp baktım ki... ohooo, benim makas kırılmış. Al başına iş.. Ustalar geldi, sökeriz ama yenisini bulamayız ki diyorlar. Azeri bir ustayı gazlayıp, söktürdüm. Yenisini oraya buraya soruyorlar, yok. Sipariş verip Alma Ata'dan getirtiriz, 2-3 günde gelir diyor. Sen bu parçaya kaynak yap, üstüne kısa parçada kaynat, Türkiye'ye kadar gider diyorum. Buralarda öyle kaynakçı yok ki diyor. Yahu diyorum bizim memlekette adamı bile kaynatırlar, ne demek kaynakçı yok..
Olurdu olmazdı derken dediğimizi yapmayı kabul etti. Tam işleme başlayacakken bir yerden haber geldi. Yeni makas bulmuşlar. Fiyatı 150 dolar. Yapacak bir şey yok. 550 dolar deseler yine de almak zorundayım. Makas geldi ve montaj ettiler. İşçilik de 30 000 Tenge. Böylece ilk karavan arızası vermiş olduk. Daha çok yolumuz var ve umarım son olur.
Böylece başkent Astana gezisini tamircide tamamlayarak Pavlodar yoluna devam ediyoruz.
Bugün 440 km kadar yol alıp, Pavlodar'a gidecektik. Yorgunluk ve akşama kalma durumundan dolayı 100 km kadar gelip, Turgay diye bir köy gibi yerde kalmaya karar verdik. Yerin adı Turgay.. Haritaya baktım bildiğiniz köy ama devlet binası diye bir yer de görünüyor. Oraya gidip bakalım dedim. Geldik, tek katlı ne olduğu pek belli olmayan bir bina. Karşısında bir market gibi bir yer de var. Binanın önünde polis arabası ve içinde bir tane de omuzunda epey fazla rütbe olan bir polis de vardı. Yanına gittim, ben Türkçe o Kazakça konuşuyoruz. Gece burada kalabilir miyiz diye sordum. Gel benimle, Hakime soralım dedi. Ne hakimi filan dedim ama anlaşmak mümkün değil. Onu takip ettim, binaya girdik. Odanın birinde 1.50 boyunda ufak tefek bir adam. Ona bir şeyler söyledi. Adam kalktı ve beni çok sıcak bir şekilde karşıladı, samimiyetle elimi sıktı. Ona da burada gece kalmak istiyoruz dedim. O nasıl anladı bilmiyorum, onun sorunu ama, istediğiniz yerde kalabilirsiniz dedi. Bina kapısına kadar bana eşlik etti. Beni içeri götüren polise bu bina ne binası, o adam kim diye sormaya çalıştım. Hükümet binası, o da hükümet adamı dedi. Tam anlamadım ama hükümet izni ile konaklıyoruz işte..
Sabah yakındaki su tulumbasından karavana su doldurmaya gittim. Suyun başında 10 yaşlarında 3 tane çocuk var. Daha kim olduğumu anlamadan uzatıp elimi sıktılar. Türkiye'den geldik, Türkiyaaa İstanbul dedim. Çocuklar çok heyecanlandı, İstanbuuuul deyip gülmeye başladılar. Buralarda çok denk geldik. Muhtemelen hiç yabancı bir insan yada yabancı bir dil konuşan birisi görmeyenler çok şaşırıyorlar. Tepki olarak da abartılı bir şekilde gülüyorlar.. Çocukların tepkisi de öyle oldu..
PAVLADOR
Bugün geldiğimiz Pavlador kenti Irtışh nehri boyunca kurulmuş, Kazakistan'ın en kuzey doğu şehirlerinden birisi. Rusya ve Moğolistan sınırlarına yakın bir bölgede yer alıyor.
İlk önce buranın simgesi de sayılan büyük camisini gezdik. Zaten caminin otoparkında konumlandık ve gece de burada kalıyoruz. Caminin mimarisi ve içerisindeki avizesi meşhurmuş. Cami kütüphanesinde çalışan yaşlı Kazak kadın Türk olduğumuzu öğrenince çok yakınlık gösterdi. Atatürk ve Nazım Hikmet çok yahşi dedi. Cami sonrası hakkı kalmasın diye buranın Ortodoks Katedralini de ziyaret ettik. İçerisinden çok dış mimarisi daha güzeldi.
Nehir boyunca plajlar yapmışlar. Sahil ve çevre düzenlemesi çok güzel olmuş. Nehir bildiğin çamur akıyor. İnternet yorumlarına baktım, her zaman böyle çamur gibi akıyormuş.
Asya gezimizde Türkiye'den geldiğimizi öğrenenlerin genellikle ilk sorularından birisi hangi şehirden oluyor. Ben tee başlarda fark ettim ki İstanbul deyince herkes biliyor. İstanbul deyip geçiyorum. Neyse bugün Pavlador nehir kenarında yürüyüş yaparken baktık büfenin adı İzmir. Haliyle kimmiş, neymiş burada diye merak edip içeriye girdik. İçerde Türk kılıklı kimse yok, herkes buralardan görünüyor. Nerden aklıma geldiyse, telefonumdaki çeviri programına İzmir hangi ülkenin diye yazıp Rusçasını kasadaki kıza gösterdim. Bilmiyorum dedi. Orada muhtemelen müşteri olan daha yaşlı bir kızı çağırıp telefonumu okuttu. Kız kendinden emin şekilde Rusya'da dedi. Hımm, dedim ve teşekkür edip çıktım.
İnsan çalıştığı yerin adının hangi ülkeden olduğunu bilmez mi? Bildiğini sanan da ayrı bir hikaye. Buralar böyle. Sevgili İzmirliler, İzmir'i dünya bilir demeyin. İstanbul ve diğerleri ))
Artık Kazakistan gezimizi şimdilik bitirerek tekrar Rusya'ya giriyoruz.. Hedefimiz Moğolistan başkenti Ulan Batur. Yolumuz uzun, gençliğimiz var ))..
Kazakistan ile Moğolistan birbirine yakın ülkeler ama aralarında geçiş, gümrük kapısı yok. Sovyet Rusya'nın çetrefilli ve aslında derin siyasi bir projesinin sonucu. Dolayısı ile Kazakistan'dan Moğolistan'a gitmek için mutlaka Rusya'dan geçmek gerekiyor. Bu da bizim için fazladan ve sinir bozucu kapı geçişleri demek oluyor.
Kazakistan, hem doğasıyla hem de kültürel mirasıyla bizi şaşırtan bir ülke oldu. Almatı’nın yeşilliği, Astana’nın modernliği, bozkır yolları, gölleri ve kanyonları ile dolu dolu bir yolculuk geçirdik.
Bu kitap, hem anılarımızın bir kaydı hem de buralara gitmeyi düşünenlere rehber niteliğinde olsun diye kaleme alındı. Yolculuklar unutulmazdır ve paylaşıldıkça anlam kazanır. Umarım bu satırlar, sizlere de yeni rotalar keşfetme isteği uyandırır.
YENİDEN RUSYA
Aslında bundan sonrası Sibirya coğrafyası. 2 yada 3 gün Rusya'da kalıp Moğolistan'a geçiş yapma planımız var. Artık Türkiye ile aramızdaki saat farkının 4 saate çıktı..Yani o kadar uzaklardayız.
Kazakistan'dan çıkıp Rusya'ya girdikten sonra, yol ve sınır kapısı geçiş yorgunluğu ile çok fazla yer aramadan Önümüzdeki ilk kasaba olan Rodino'da konakladık. Karavanı bir mağazanın karşısına park ettik ve aradan dakikalar geçmeden bir polis ekibi yanımıza geldi. Pasaportlar ve araç belgelerini istedi. Hepsinin tek tek fotoğrafını çekip, sanıyorum bir yerlere gönderdi. Sorun ne diyoruz, sorun yok diyor ama sanki sorun varmış tavırlarında. Türkiye'den buraya gelene kadar kapı geçişleri hariç ilk defa polis kontrolüne denk geldiğimiz için, anormal bir şeymiş gibi şaşırıyoruz. Oysa ki bu kadar uzakta Türk plakalı bir aracı kontrol etmeleri çok normal bir şey.
Rodino'dan sonraki durağımız Altay Kray bölgesinin başkenti Barnaul şehri. Buralar artık Rusya'nın en doğu şehirleri. Bizdeki gibi doğuya gittikçe zaman tünelinde geriye gidiyormuş gibi olmuyor. Modern binalar, pırıl pırıl dükkanlar, Avm’ler, pürüzsüz sıfır asfalt yollar, yüksek model iyi markalı araçlar... Modern dünya adına ne varsa buralarda da var. Şehre yağmur ile birlikte girdiğimiz için çok fazla gezemedik. Karavanı merkezde bir Avm nin önüne park ettik. Yakınlardaki eski Rus evlerini gezdik ancak iliğimize kadar üşüten soğuk nedeniyle karavana erken döndük. Buralar aslında Türklerin de yurtlarından. Henüz Türk izine rastlamadık ama google amca öyle söylüyor.
Artık bölgenin en güzel yerlerindeyiz. Burası Altay Cumhuriyeti ve Katun nehri boyunca yol alıyoruz. Başkenti Gorno-Altay’dır. Burası etnik ve dini bakımdan ilginç bir bölge. Müslümanlık, Hıristiyanlık ve Şamanizm dinleri yaygındır. Dilleri Türkçe olarak biliniyor ama her nedense Türkçe konuşabileceğimiz hiç kimse ile karşılaşamıyoruz. Altay bölgesine Sovyet döneminde buraya sürgün edilmiş 38 çeşit millet yaşamaktaymış.
Gecelemeyi Altay Cumhuriyeti başkenti Gorno Altaysk şehrinde Lenin parkının yanında yaptık. Burada Altayca ve Rusca konuşuluyormuş. Altayca konuşanlar ile Türkçe anlaşabileceğimizi umut ediyorduk ama anlaşmak mümkün değil. Zaten şehirde daha çok Moğollar yaşıyormuş gibi bir görüntü vardı.
Bugün aslınfda 350 km yol alıp, Moğolistan sınırına 100 km kala mola verecektik ama güzel manzaralar bizi yavaşlattı. Önce teleferik ile Altay dağlarında zirve yaptık. Buradaki otel ve kayak tesisinin güzelliği bizi şaşırttı. Sadece kayak için bile buraya gelinebilirmiş dedik.
Beyaz Huş ağaçlarının oluşturduğu çok güzel bir yol boyunca devam ettik. Sonra Şaman kültürünün olduğu Most Tsorkaya asma köprüsünden yürüyerek karşıya geçtik. Burada önceden rezervasyon yapılır ise şaman kültürünü tanıtan gösteriler yapılıyormuş. Yakınındaki şelaleye kadar çok güzel bir yürüyüş yolu var. Vaktimiz olsa birkaç gün Karavanla burada kalmak çok keyifli olurdu ama yollar bizi bekler diye kalmadık. Yollar çok güzel ama her yerde sabit radar var. Kasabalar arası 70 km, kasaba içlerinde 40 km hız sınırı var. Öyle olunca da yol bitmiyor.
Bu bölge ziraat açısından da verimli bir bölge. Yol boyu bütün alanların buğday, şeker pancarı ve ayçiçeği ekili olduğunu gördük. Rusya'da sanırım istisnasız şekilde her şehirde 2. dünya savaşında kaybedilenlerin anısına yapılmış anıtlar, sönmeyen ateşler var.
Buraların kışı muhtemelen felakettir ama yaz aylarında daha fazla vakit ayırıp, doğaya doymalık planlama yapmak lazımmış. Rusya bizi gerçekten şaşırttı.
İnanılmaz güzel manzaralı bir yol boyunca devam ettik ve artık akşam oldu. Moğolistan girişinden önceki son konaklama yerimiz Onday'dayız. Nehir kenarında, bir marketin yanında park ettik. Altaylı yaşlı bir amca geldi, Türkiye'den geldiğimizi anlayınca çok heyecanlandı. Bizimle konuşabilmeyi çok istedi ama maalesef konuşarak anlaşamadık. Ama anlaşabildiğimiz kadarı ile bizi evine davet etti. Eski bir asker olduğunu anlatmaya çalıştı. Yanımızdan ayrıldıktan biraz sonra geri geldi. yanında kendi yaptıkları reçelden getirmiş. Altay Türkü olduğunu, bizim kardeş olduğumuzu anlatmaya çalıştı. Çok güzel bir anı olarak hafızalarımızda yeri etti..
dr bülent erata