MOĞOLİSTAN
Nihayet planladığımız en uzak ülkeye girmiş bulunuyoruz. Bu defa bizi Rusya çıkışında epey zorladılar. Hele bizim pasaportlarda Amerika vizesi olup oraya gidişlerimizi ve kızımızın orada yaşadığını öğrenince ahiret soruları sordular. 3-4 saat süren bir bekleme süreci sonunda Rusya’dan çıkışımıza izin verdiler..
Karavan ile buralara kadar gelmek inanılır gibi değil diyeceğim ama bir aksilik olmaz ise Ulan Batur'a kadar daha dünya kadar yolumuz var. Rusya sınır kapısından geçip Moğolistan sınır kapısına varmak için bozuk yollardan yarım saatlik bir sürüş yapılıyor. İn cin top oynayan ıssız ve biraz da ürkütücü bir yolculuk. Rusya'da mıyız Moğolistan'da mıyız belli değil. 2700 m rakımda ki Taşhanta sınır kapısı daha çok barakalardan kurulmuş bir yer. Burada çalışanlar nerede oturur, nereden gider gelirler, burada nasıl yaşarlar.. Enteresan bir yer. Bu arada mayıs ayının ortasındayız ve tipi şeklinde kar yağıyor ve buz gibi soğuk bir hava var. Bu soğukta ne yapacağız buralarda, nasıl gezip göreceğiz diye endişe içerisindeyiz.
Gümrük geçiş işlemleri hızlı oldu. Çalışanlar iyi niyetli, yardımcı olmaya çalışıyorlar. Gümrük çıkışında görevli sandığım birisi önümü kesti, belgelerini al gel diye tarif etti. alıp gittim, bana sormadan bir şeyler doldurdu, para istedi. Doldurduğu belgeye bakınca Moğolistan sigortası olduğunu anladım. Yapacak bir şey yok, mecburen ödedim. Orada ısrarla para bozmak istediler. 100 dolar verdim bana bir avuç dolusu Moğolistan parası verdiler. Saydık 330 bin Moğol Tugriki.. Sonradan öğrendik ki pahalı bozmuşlar ama zaten dünyanın her yerinde kapı girişlerinde hep böyledir.
Artık resmen Moğolistan'dayız. Rusya'nın bol sulu, yeşil arazilerinden sonra bir anda herşey değişti. Artık tek bir ağacın, yeşilliğin olmadığı kupkuru çorak bir arazinin ortasında yolculuk başladı. Sınırdan sonraki ilk şehir olan Bayan Ölgi'de konaklayacağız.
ÖLGİ
Koca Moğolistan'a giriş yaptığımız ilk şehir Olgi'de Pamukkale adında, bir Türk'ün olduğu söylenen restoran var. Söylenen diyorum çünkü İçeri girip oturunca çalışanlara patron ile tanışmak istediğimizi söyledik ama önce üst katta toplantıda dediler, sonra çıkmış filan dediler. Görüşemedik ama zaten sanki görüşülmek istenmedik gibi hissettik. Bu restoranda akşam yemeği yedik ama sanırım yolculuğumuzun buraya kadar olan kısmında yediğimiz en kötü yemeği yemiş olduk.
Sınır kapısında tanışıp akşam bu restoranda buluştuğumuz, İstanbul^da üniversitede İktisat okumuş Moğol arkadaş, telefon hat işlerimize yardımcı oldu. Burada turist tarifesi farklıymış, bizim hatları kendisi ve akrabaları adına yaptırdı. Oradaki bir garson 4 yıl Bursa'da, 2 yıl Çanakkale'de okudum dedi. Sabah benim telefonuma e-sim almak için gittiğim telefoncu da çalışan eleman Kayseri'de işletme okumuş. Ne oluyor yahu, nereye geldik dedim)).. Olgi denen yerde sanırım tanrının unuttuğu bir yer. Başkent Ulanbatura 1800 km uzaklıkta. Türkiye'ye buradan nasıl gidiyorsunuz diye sordum ya Ulanbatur'dan yada Kazakistan Astana'dan dediler. İki yer de o kadar uzak ki, inanılır gibi değil.
Yol boyu geniş arazi var ama bir tek yeşil ot, ağacı geçtim fidan bile yok. Olgi'de iktisatçı vatandaşa, her yer taş toprak o hayvanlar ne bulup yiyorlar diye sordum. Gülerek inekler büyük taş, koyunlar küçük taş yiyorlar dedi.. o derece..
Rusya sınır kapısını geçip Moğolistan'a girince zaman tünelinde 100 yıl geriye gitmiş gibi oluyor dedim. Abi çok iyimsersin, bence 200 yıl geriye gitmiş gibi oluyor dedi.
Bu bölge Moğolistan Kazak'ların bölgesi. Aslında Türk ve Müslümanlar. Sabah telefoncu çocuk, bunun çok sıkıntısını çektiklerini anlattı. Kendilerine hep tehlikeli adamlar gözü ile bakılıyormuş. Aşağıda Uygur Türkleri nedeniyle Çin, batıda Kendi Kazak Rusları nedeniyle Rusya, doğuda Moğolistan merkezi yönetimi gözünde potansiyel tehlike olarak görülüyoruz diye anlattı..
Sabah Ölgi'den yola çıktık. Yollar bizi şaşırtıcı derecede güzel. Muhtemelen yeni yapılmış, tertemiz bir asfalt yol. Yolun bir yerinde gişeler var, 1000 Tugrik para aldılar, yaklaşık 5 lira ediyor. Moğolistan gezisi için en büyük korkumuz yolların çok kötü olduğu bilgisiydi. Umarım yollar hep böyle güzel olur.
Moğolistan ülke olarak çok yüksek rakımlı zaten ve buralarda da ortalama 2400 rakımda yol alıyoruz. Mevsim ve yükseklik nedeniyle dışarısı buz gibi soğuk. Karavan içinden bakınca dışarısı günlük güneşlik gibi duruyor olabilir ama ortalaması 2-3 derece. Tolbo gölü kıyısında mola verelim dedik. resmen içimiz dondu. Bu yolculuk nasıl olacak, bu nasıl coğrafya .. umarım hep böyle değildir.
HOVD
Öğleden sonra Hovd şehrine geldik. Merkezdeki tiyatro binasının yanına karavanı park ettik. Artık çoktandır biliyoruz ki bu coğrafyada karavanı gözüne kestirdiğin her yere park edebilirsin. Kimse gelip de buraya park yasak demiyor. Bizim için artık önce güvenlik, sonra konforlu olacağını düşündüğümüz her yer karavan park yeri.
Hovd eski bir yerleşim yeri. Hem tarihi hem de ortalığın görüntüsü açısından. Etrafı biraz dolaştık. İki tane Cami gördük. Merkeze yakın bir yerde Budist tapınağı da var. Budist tapınağındaki çok sayıdaki Buda heykeli ilginçti.
Hovd şehri tozunn toprağın arasında tek katlı evlerden oluşan bir şehir. Adını buradan geçen Hovd nehrinden almış . Şehir hakkında biraz araştırma yapayım dedim, bulamadım. Umarım siz bulursunuz.. O derece vasat bir şehir. En iyisi sakince dinlenip, sabah yola devam etmek.
Hovd'dan yola çıktık. Aralarda tipik Moğol çadırları olan yerler olsa da genel olarak çok ıssız yollardan geçerek Bulgan'a geldik. Aslında niyetimiz Bulgan'da kalmaktı ancak gördük ki Bulgan tozun toprağın içerisinde küçük bir yerleşim yeri. En iyisi Altay iline kadar devam edelim dedik ve yola devam ettik.
ALTAY
Karavancılığa başladığım zamandan beri "acelen varsa ne işin var karavanda" diyordum. Artık buna yeni bir söz ekliyorum. "acelen varsa ne işin var Moğolistan'da".. Burada coğrafya o kadar büyük ki, yollar git git bitmiyor. Üstelik kilometrelerce gidiyorsun ve insanlığa dair hiçbir işaret yok. Ne bir insan nede insanın yaşadığına dair bir işaret. Yine öylesi uzun bir yolculuktan sonra Altay şehrine geldik.
Altay buraların büyük şehirlerinden sayılıyor. Havaalanı bile var ancak burası da tek katlı eski evlerden oluşan, gelişmekten nasibini alamamış bir yerleşim yeri. Burada da şehre hakim küçük bir tepede Budist tapınağı var. Tapınak terk edilmiş gibi duruyor, her yer pislik içindeydi.
Soğuklardan bahsediyorum ya, burada soğuğun zirvesini gördük. Sıcaklık gece eksi 5 lere düştü. Karavan içerisinde bizde sorun yok ama ya su depolarımız, mazotumuz donarsa endişesi yaşadık. Şükür ki sabah baktık ki asayiş berkemal!
Yol boyunca uçsuz bucaksız çöl manzarası olduğu için hep aynı manzara diye fotoğraf bile çekmedim. Arasıra yol kenarlarında atlar ve koyunlar gördük ama insan yaşadığına dair hiç bir işaret görünmüyor. Çok seyrek olsa da çadırlardan oluşan mola yerleri var. Bunlardan birisine içerisini görmek için girdim ama girmem ile çıkmam bir oldu. İçeride o kadar ağır bir koku vardı ki, dayanılır gibi değil. Düşününce suyun bulunmadığı çölün ortasında temizlik olamayacağı için aslında normal ama benim için dayanılır gibi değildi.
Bu hiçliğin ortasında 385 km yol yaparak Bayankhongor şehrine geldik. Bayan zengin, khonkor sevgilim demekmiş.
BAYANKHONGOR
Bayankhongor nispeten büyük bir şehir. Marketler, bankalar, restoranlar var. Karavanı tiyatronun yanına park ettik. Burada iki tane müze var, onları gezdik. Dünyada 300 tane dinazor bulunmuş. Bunların 80 tanesi Moğolistan'da bulunmuş ve en büyüğü bugün burada gördüğümüz imiş. Sonra gittiğimiz Etnografya müzesinde, halıya 3 yılda işlenmiş Cengiz Han resmi ilginçti.
Burada sizlere Moğolistan hakkında edindiğim bilgilerden biraz özet yapayım.
Dünyadaki en eski milli park olma ünvanına sahip olan “Bogd Khan UII Ulusal Parkı” Moğolistan’da yer almaktadır. Moğolistan’ın üç tarafı Çin ile sınırlandırılmıştır.
Moğolistan’ın başkenti olan Ulanbator “kırmızı/kızıl kahraman” anlamını taşır. Ayrıca Ankara ile kardeş şehirdir. Ortalama eksi 1,3 santigrat derece ile dünyanın en soğuk başkentidir. Dünyanın en soğuk ikinci başkenti Kazakistan'da yıllık ortalama sıcaklık 3,5 derece olan Astana'dır.
Moğolistan 1964 senesinde Birleşmiş Milletlere üye olmuştur. Fakat 1987 senesine kadar Amerika başta olmak üzere onlarca ülke Moğolistan’ın varlığını tanımamıştır.
Ülkenin toprakları ortalama 1600 metrelik rakıma sahiptir. Bu anlamda dünyanın en yüksekte bulunan ülkeleri arasında sayılmaktadır.
Moğolistan’ın denize sınırı yoktur
Kilometrekareye düşen kişi sayısı 3’tür. Nüfus yoğunluğu en düşük ülkedir.
Moğolistan’da inanılan din genellikle Tibet Budizmidir.
Güzellikleriyle göz kamaştıran kar leoparının anavatanı Moğolistan’dır.
Ülkenin nüfusu oldukça gençtir. Her 3 kişiden birisinin yaşı 18’in altındadır.
Cengiz Han’ın hazırladığı yasalara göre suyu kirletmek en büyük suçlardan ve cezası ölümmüş.
Ulusal içeceği kısrak sütüdür.
Söylenene göre Moğollar giydikleri pantolonlara takmış oldukları kemerleri asla göbeklerinin üstüne çekmezler. Onlara göre çekik gözlü olan ve kemerlerini göbeklerinin üstüne alan kişiler Çinlidir.
Başkentte yer alan Moğolistan Devlet Üniversitesi, 1942 yılında kurulmuştur. Bu üniversite, ülkedeki tek üniversitedir.
Moğollar etnik bir ırkı değil aslında siyasi bir topluluğu anlatmaktadır. Farklı kökenlerden kişiler bulunsa da Moğolistan’da bulunan kişilere Moğol denmektedir.
Bayankhorhor'dan Horhorin'e 380 km yol yaptık. Yol üzerinde ilginç bir Budist - At tapınağı gördük. Ölen soylu atların heykeli yapılmış ve onların anısına saygı için bir budist tapınağı haline getirilmiş.
Burada bir mazot bilgisi.. Gürcistan'da tanıştığımız petrol istasyonlarını denetleyen bir arkadaş, bu bölgede her istasyon sattığı yakıttan hiç çalmayan en az yüzde 4 çalar, ortalama yüzde 7-8 çalarlar demişti. Bugün Euro dizel olduğunu söylenen mazottan bulunca depomu doldurdum. Ücretini ödedim ve tam gidecekken aklıma geldi, bagajımdaki boş 15 lt lik bidonu da doldurayım dedim. Adam bidonu doldurdu ve bidon 17 lt aldı. Bidonun üzerineki 15 lt yazısını gösterdim adama. Karşılıklı bakıştık.. Hırsızlık sadece bizim memlekette sanıyorsanız yanılıyorsunuz!..
HARHORİN
4.5 saat süren yolculuk nedeniyle yorulmuş olarak geldiğimiz Harhorin’de şehrin girişindeki büyükçe marketin önüne park edip, orada geceledik.Bu arada Harhorin’in bizde bilinen adı Karakurum. Yol boyunca hiç ağaç görmedik ama artık yeşil çimenlikler görmeye başladık.
Sabah önce yakınımızdaki Harhorin müzesine gittik. Müzede çok fazla eser yoktu.Taş sütunlar çoğunlukta olan ufak bir müze. Müzede fotoğraf çekimi yasaktı ve zaten çok fazla fotoğraflık bir şey de yoktu.
Karakurum Moğolistan İmparatorluğu'nun 13. yüzyılda başkenti olan bir şehir. Bu ön bilgi nedeniyle biraz gelişmiş bir şehir beklentisi ile geldik ama yine hayal kırıklığı yaşadık. Burası da oldukça geri kalmış bir şehir. Zaten İmparatorluğa yalnızca 30 yıl başkentlik yapmış. Bizim için asıl önemli olan ve görmeyi çok istediğimiz Orhun kalıntılarının da bulunduğu Dünya Kültür Hazineleri Alanı Karakurum'da bulunuyor olması.
Sonrası Erdene Zuu Manastırını ziyaret ederek başladık.. Erdene Zuu Manastırı Moğolistan'da bulunan en eski Budist manastırı. Orhun Kültürel Doğa Vadisi'nin Dünya Kültür Mirası Listesi'ne dahil olan bölümündedir. 1585'te Abtay Han tarafından yapılmıştır, Moğolistan'a Tibet Budizmi buradan yayılmış.İçeride yüzlerce Buda heykeli ve heykelciği var. Manastır girişi ücretli. İlginç ve güzel bir mimarisi var. Budizm'in şefkatli bir din olduğunu düşünürdüm ama buradaki Budaların kızgın, kötü bakışları aklımı biraz karıştırdı.Halkın ziyaret ve ibadet ettiği ayrı bir Manastır var. Önce deniz kabuğu gibi bir borazan öttürülerek insanlar ibadete çağırıldı. İçeride önce mum yakıldı,sonra önlerinde açık kitaplardan hep birlikte ilahi gibi birşeyler okudular, zil çalınca da sıra halinde eğilerek Buda heykelinin önünü öpüp çıktılar. Dini ritüeller birbirine çok benziyor düşüncesi ile oradan ayrıldık.
Öğleden sonra Bilge Kaan yolunu kullanarak Göktürk Müzesine gittik. Ovanın içerisinde, bom boş bir arazinin ortasında Tibet mimarisi tarzı bir Müze binası. Müze görevlisi karı-Koca hemen müzenin yakınındaki evde oturuyorlar. Çok nadiren ziyaretçi geldiği için, ziyaretçi geldiğini görünce yada ziyaretçiler seslenince gelip Müzenin kapısını açıyorlarmış. Müze içerisinde Kültekin ve Bilge kaan'ın anıtlarının orijinali var. Yazıtların asıl bulunduğu alan müzeye çok yakın bir arazi. Oraları da duvarla çevirip, içerilerine yazıtların benzerini koymuşlar.
Kültekin anıtını 732’de Bilge Kaan yaptırmış. Bilge Kaan anıtı 735’de yapılmış. Anıtlarda Göktürkçe ve Arap harfleri yazılmış yazılar, semboller var. Müzede Bilge Kaan’ın altın tacı ve Kültekin’in büstü gibi eserler var.Bu yazıtlar ilk Türkçe metinler olarak kabul ediliyor.
Moğolistan'da karavana su dolduracak çeşme benzeri yer bulmak biraz sıkıntılı. O yüzden suyu idareli kullanmaya çalıştık. Buradaki müzenin bahçesinde büyük bir su kuyusu var ve pompayı çalıştırınca suyu da bol akıyor. Görevliye buradan su alabilir miyiz diye sorduk. Kadın önce evet dedi ama adam olmaz dedi. Biraz ısrar ettim ama yok, olmaz, alamazsınız dedi. Yahu dedim, yolunuzu, müzenizi biz yaptırdık ama bir su bile vermiyorsunuz!.. Bu Moğollar çok fena. Gerçekten medeni dünyadan çok uzaklar. Orada artık emin oldum..
Haritada Göktürk Müzesinden 30 km uzaklıkta bir göl görünüyor. Biraz araştırınca göl kenarında kamp yerleri de var gibi. Hadi oraya gidelim, hatta akşam da orada kalırız dedik. Ugii Nuur adında bir göl. Yolun ilk 10 km si asfalt güzel bir yoldu ancak sonrası 20 km felaket tozlu toprak bir yoldu. Çoğu yerde yol bile yoktu, herkes kafasına göre çimenlerin üzerinden zıplaya zıplaya gitmiş. Gölü uzaktan gördük, ohh şahane görünüyor dedik. Ancak göl kenarına inince anında karavanın etrafını binlerce sivri sinek kapladı. Kalmak bir yana, Karavandan inip göl kenarında 5 dk oturamadık bile. Dönüşte navigasyonun tarif ettiği yoldan gideyim dedim. Bir ara öyle dik ve eğimli bir yere geldim ki, ilk defa karavan yana devrilecek diye korktum. Çok fenaydı, çook!. Mecburen konaklamak için Karakurum'da kaldığımız marketin önüne geri döndük.
O kadar bozuk yollardan olsa gerek benim arka bagaj kapısının kilit karşılığı çatlamaya başlamıştı. Bugünkü göl yolculuğunda parça iyice koptu ve artık kapı kapanmaz oldu. Bu araçlarda bir kapı bile tam kapanmazsa merkezi kilit diğer kapıları da kilitleyemiyor. O tozlu yolların bütün tozu bizim bagaja doldu, o bir perişanlık ama asıl kapılar kilitlenmezse içeride nasıl uyuyacağız. Ayrıca yola giderken de açık kapı olunca araç sürekli sinir bozucu bir ses ile ikaz sesi çalıyor. Sonuçta yapılması şart. Şart da Karakurum ufak, geri kalmış bir yer. Herhalde 15-20 tane tamirci, parçacı vardır. Hepsini tek tek dolaştım, yok. Zaten dil ile anlaşmak çok zor ama parça elimde, tarif ede ede arıyorum. Artık gece oldu, yoruldum, tam park yerine dönerken yola uzak bir tamirci gözüme çarptı. Son bir umut oraya da saptım. Adam baktı, hallederiz dedi. Yada ben öyle anladım, anlamak istedim ))
Meğerse adamın dükkanın arka tarafı hurda araç deposuymuş. Onlarca hurda araç var. Aldı parçayı tek tek dolaşarak benzerini buldu. Karavanın yanına geldik, arkamıza bir otomobil gelmiş. Kadın sürücü ve yanında bir erkek var. Araçlarının kaputu açılmıyor, teli bozulmuş. Usta içeriye girip bir malzeme alıp geldi. Önce o araba ile bizim karavanın arasında, hepimizin tam önünde sırtını döndü ve çıkartıp işemeye başladı. İşemesi bitince de fermuarını çekip, aracın yanına gitti. Her şey o kadar doğal bir şekilde oldu ki, sanırım benden başka şaşıran olmadı. Ohaaa dedim sadece, ama içimden!
Sonunda tam umudumu kesmişken kapı kilidi yapıldı. Merkezi sistem ayarı için daha çok ben uğraştım ama, sonunda küçük bir parçanın açtığı büyük dertten kurtulduk.
Başka şehirlerinde var mı bilmiyorum ama Karakurum'da böyle su dolum yerleri var. Vatandaşın elinde kartı var, okutup içme suyu alıyorlar. Bizde kart olmadığı için alamayız derken gelen bir vatandaşa sizin kart ile alalım, parasını ödeyelim diye rica ettik. Adam olur dedi, depoyu doldurduk, sonra ısrar ettik ama parasını almadı.
Karakurum başkent Ulanbatur'dan önceki son mola yerimiz oldu. Moğolistan'a giriş yaptıktan sonra yaklaşık 1800 km yol yapmışız. Ulanbatur'a giriş yapmadan son mola yerinde biraz aklımda olanlardan yazayım. Bakarsın Ulanbatur'da belki medeniyet ile buluşuruz da fikirlerim değişir.
1800 km ne gördün derseniz .. uçsuz bucaksız çöl. Hiçliğin ortasında saatlerce, günlerce araç sürdük. Güzel bir yer olsa da mola versek diyorsun ama yok öyle bir ihtimal. Saatler boyu aralıklı hayvan sürüleri ve yol kenarında durup çiş yapan adamlar. O ne demek demeyin. Arabayı durdurup hemen yanında başlıyorlar çişlerini yapmaya. Bazen 3-4 kişi aynı anda dip dibe..
Yerel kıyafetli adamlar gördük. Kıyafetleri sanırım yıllardır yıkanmamış gibi. Soğuk ve güneşin karartması ile iyice kötü görünüyorlar. Bu memlekette su yok. Çöl olunca haliyle su sorunu var. Çölün ortasında kupkuru yerlerde su işini nasıl hallediyorlar bilmiyorum. Şehirlerde öyle çeşme, su kaynağı filan yok. Bizim depolar büyük olduğu için doldurunca idareli kullanmayı burada daha da iyi öğrendik. Bizden su parasını almayan adam gibi iyi insanlar dünyanın her yerinde varlar. Üstelik bugünün iyi insanları bizdik. Yol kenarında kuma saplanmış Moğol bir kızla Kore'li bir gencin arabasını iterek kurtardık.
Trafik bizdeki gibi sağdan işliyor. Ama arabaların çoğu soldan değil sağdan direksiyonlu. Nedeni ise Japonya'da trafik soldan işleyip, arabaların direksiyonu sağda olmasındanmış. Burası Japonya'nın kullanmış araç çöplüğü olduğu için sağdan direksiyonlu araçlar ondan çoğunluktaymış.
Ulanbaturda görüşmek üzere..
ULAN BATUR / MOĞOLİSTAN
Karakurum'dan 5 saatlik bir yolculuktan sonra artık Moğolistan'ın başkenti Ulan Batur‘dayız. Moğolcada “Kızıl Bahadır” anlamına gelen Ulan Batur, Moğolistan’ın tek sanayi şehri. Asya’dan Avrupa’ya kadar uzanan Çin ve Rus demiryollarının güzergâhı üzerinde bulunmasının etkisi ile diğer şehirlerine göre oldukça gelişmiş. Ayrıca Ulan Batur dünyanın en soğuk başkenti unvanına sahip. 1,3 milyonu geçen nüfusu ile Ulan Batur, 3 milyon Moğolistan nüfusunun yarıya yakınına ev sahipliği yapıyor. Şöyle düşünün, devasa bir coğrafya, biz Rusya'dan Ulan Batur'a 1800 km yol yaparak geldik ki, burası neredeyse ülkenin ortası ve ülke nüfusunun yarısına yakını bu şehirde yaşıyor.
Açıkçası bu kadar kalabalık bir şehir bizi gerçekten şaşırttı. İnanılmaz bir trafik yoğunluğu var. Yollar 3-4 şerit olmasına rağmen trafik kilitlenmiş gibi duruyor. Karavanı park ettiğimiz Budist tapınağının parkından bizi kovmadıkları sürece kıpırdatmaya niyetimiz yok.
Burası şimdiye kadar gezdiğimiz başkentler arasında en kalabalık olması yanında en gelişmiş olanı. Yeni yeni modern yapılar yapılmış olsa da şehir genel olarak eski binalar, kirli sokaklar ile dolu. Bu kadar kalabalık olunca normal artık herhalde.
Karavanı Gandantegchinlen Budist manastırının otoparkına yerleştirip, orada geceledik. Sabah erken baktık sağımız solumuz araba dolmuş, herkes koşa koşa manastıra geliyor. Manastırdan gelen ilahi gibi ses de zaten orada bir atraksiyon olduğunu gösteriyor. Kalktık biz de gittik. Biz saat 8 gibi gittik, oradan ayrılırken saat 10.30 olmuştu ve ibadetleri devam ediyordu. İnsanların işi gücü yok mu? Bilemedim.
Kocaman manastırın içi hınca hınç dolu. Oturacak yer bulamayıp ayakta duranlarda var. Baştan söyleyeyim ben bu din işlerinden pek anlamam. O yüzden gördüklerimden yola çıkarak yapacağım kıyaslama beni bağlar
İbadet ritüellerine bakınca Budizm ile İslam arasındaki benzerlik gerçekten çok şaşırttı. Namaz kılar gibi eylemler yapıyorlar. Tespih çekiyorlar. Dua ederken ellerini biraz farklı olsa da bağlayıp açıyorlar. Yanımdaki adam o bağlama şeklini bana öğretmeye çalıştı ama sanırım pek başarılı olamadım. Kürsüdeki din adamı sürekli bir şeyler okuyor. İnsanlar arada amin der gibi sesler çıkarıp, ellerini yalvarır gibi yapıyorlar. Din adamları kolları açıkta olacak şekilde uzun parça şallar giyiyorlar. Müslümanların hacda giydikleri kıyafetleri anımsatıyor. Budizm'in İslam'dan çok daha eski bir din olduğunu söylememe gerek yok herhalde.
Gelelim artı iyi taraflarına. Poşet içerisinde sıcak pilav dağıtıldı. Yanında bardak, kupa vs getirenlere büyük çaydanlıklardan beyaz süt yada çorba gibi bir şey dağıtıldı. Yetmedi para dağıtıldı. Payıma önce 5000, ikinci turda 10.000 Moğolistan tugriki düştü.. Ömrümde ilk defa para istenmeyip, tam tersine para dağıtılan bir ibadet yeri görmüş oldum. Budizm iyiymiş, ben bu işi biraz düşüneyim ))..
Sonrası Ulusal müze ve Cengiz han müzesini gezdik. Burada müzede fotoğraf çekmek için neredeyse müze giriş ücretinin iki katı kadar daha ücret ödemek gerekiyor. O yüzden müze fotoğrafları yok. Cengiz Han müzesi 9 katlı devasa bir müze. Müzede her hatta Moğolistan'ın ne kadar büyüdüğünün videosu dönüp duruyor. Dedim herkes büyüdüğünü anlatıyor, sonrasını anlatan yok.
Yerel müzik ve dans gösterileri yapılan bir yere gittik. Gırtlak sesi ile şarkı söylenmesi ilginçti. Müzik eşliğinde akrobasi gösterisi yapan kızlar da gerçekten güzeldi.
Dağlar tepeler, çöller nehirler aşarak Türkiye'den 12 000 km yolun sonunda geldiğimiz Ulanbatur'da Türk Büyükelçiliğine mesaj yazdım. Dedim Türkiye'den Karavan ile geldik ve uygun olursanız sizleri ziyaret etmek istiyoruz. Kısa sürede geri aradılar ve Türkiye Büyükelçiliğimizi ziyaret ettik. Büyükelçi Sn. Zafer Ateş bey sağ olsunlar, bize uzun vakit ayırarak Moğolistan hakkında ve Türkiye - Moğolistan ilişkileri hakkında değerli bilgiler verdi. Moğolistan'da ilk defa bizim gibi karavan ile gelenleri duymanın, görmenin şaşkınlığını yaşadılar. Bizde bu yolu açmış olmanın başka karavancılara cesaret vereceğini anlatmaya çalıştık.
Ulan Batur bize çok uzak olsa da arada bir Türk izlerini görmek mümkün. Hele ki bir okulun adında Atatürk adını görmek çok hoştu.
Bugün Asya yolculuğumuzun en uç noktasındayız. Asya'daki en önemli Türk izlerinden Orhun Anıtlarını ziyaret ettik. Vezir Tonyukuk, Kültekin ve Bilge Kaan Karakum'daki yazıtlarında kendisine yer verilmediği için oradan 350 km uzaklıkta, doğduğu bu yere kendisine yazıt yaptırmış. İşte burası orası. Kaanlarının başarılarının kendisine ait olduğunun yazmış. Daha fazlası için tarih kitaplarına başvurunuz ))..
Yazıt çit telle çevrilmiş açık alanda bulunuyor. Ziyaret için oradaki bekçinin kapıyı açması gerekiyor. Bekçi her zaman olmayabilirmiş. Dün gittiğimiz elçilikte konu gündeme geldi ve bugün buraya geleceğimiz bekçiye bildirileceği söylendi. Alan yerleşim yerlerinden çok uzakta, çok ıssız bir yerde olduğu için çok fazla ziyaretçi gelmiyormuş. Daha çok bizim gibi Türkiye’den gelenler ziyaret ediyormuş. Şimdilerde bizim elçilik Tika aracılığı ile oraya müze inşaatı yaptırmaya başlamış. Müze tamamlanınca çok daha güzel bir yer olacağı kesin gibi görünüyor.
Vezir Tonyukuk abidesini gördükten sonra oraya çok yakın olan ünlü Cengiz Han atlı heykelini görmeye gittik. 1162 yılında dünyaya gelen Cengizhan, doğum adı olarak “Temuçin” (anlamı demirci demektir) ismiyle ve Moğolca ismi olan “Tengiz” (anlamı deniz demektir) ismiyle de anılmaktadır. Moğol asıllı kabileleri kendi buyruğu altına alıp birleştirdikten sonra Moğol imparatorluğunu kuran isim olmuştur.
Dünya tarihinde, tüm dünyaca acımasız bir lider olarak gösterilen Cengizhan, Moğolistan’da aksine bugün dahi çok sevilen bir hükümdar olarak anılmaktadır. Moğolistan’ın babası olarak Cengizhan gösterilmektedir. Kendisi bir kağan olmadan önce Orta Asya’daki ve Doğu Asya’daki göçebe topluluklarla savaşarak onları kendi aralarına katmış, ardından kendi içlerinde birleştirerek sosyal olarak Moğol kimliğine bürünmelerini sağlamıştır. Cengizhan, askeri olarak yetkisi olmaya başladığı süreçten itibaren hiç durmadan savaş ve fetih çalışmalarına devam etmiş ve Moğol devleti sınırlarını çok fazla genişletmiştir.
Bu imparatorluğu günümüzdeki uluslar açısından değerlendirirsek o zamanlar Moğol İmparatorluğu Moğolistan, Çin, Rusya, Kore, Ukrayna, Ermenistan, İran, Azerbaycan, Irak, Gürcistan, Kazakistan, Türkiye, Özbekistan, Polonya, Kırgızistan, Pakistan, Tacikistan, Macaristan, Afganistan, Kuveyt, Türkmenistan ve Moldova’nın hepsini kapsayacak çok geniş bir alandır. Bunun dışında Kuzey Çin’de yer alan Jin Hanedanlığı’nı ve Batı Xia Hanedanlığı’nı, İran’daki Harzemşahlar Devleti’ni ve Orta Asya’daki Kara Hıtay devletini de ele geçiren Cengizhan, sınırları genişletmekte ve hükmetmekte ne kadar başarılı olduğunu yaptığı bu fetihlerle çok daha net göstermiştir.
Bu tarihi özetten sonra bugünümüze gelirsek. Bugün Ulanbatur yakınlarında yapılan ve insan eliyle yapılan 100 harika eser arasında sayılan atlı Cengiz han heykelini de gezdik. Tamamen paslanmaz çelikten yapılan heykelin üzerine asansör ile çıkarak manzarayı izledik Rivayete göre Cengiz Han'ın bir savaş sonrasında altın kırbaç bulduğu tepeye yapılan heykel, 40 m yüksekliğinde imiş. Alt katında müzesi, giriş katında alışveriş yerleri ve cafesi bile var.
Ulanbatur'da birileri dedi ki, buralar hep çöl değil, yakında Treje diye bir yer var. Orada ağaçlar, nehirler var, orayı mutlaka görmelisiniz. Cengiz Han heykelinden sonra oraya gidelim dedik. Manzaralar fotoğraftakiler gibi. Yolu çok kötüydü, bence değmezmiş. Yeni yapılan otel, tatil köyü gibi yerlerin çokluğu dikkat çekici. Sanırım gelecekte bölgenin turizm merkezi olmaya aday bir bölge.
Bir insan araba ile 2 km yolu kaç dakikada alır. Siz düşünürken ben yaşadığımızı yazayım. Bugün 2 km yolu tam 90 dakika yani, 1.5 saatte aldık. Ulanbatur bu kadar kötü trafikli bir yer . İstanbul trafiği buranın yanında otoyol sayılır.
Paralar neden öyle ortalıkta duruyor?. 100 dolar verip 345 000 alınca para böyle bol oluyor. Yakında bizim memlekette de olacak gibi ya, neyse. Yollarda arada bir deli Dumrul hesabı, bazen 1000, bazen 2000 tugrik alıyorlar. Karavanı hangi sınıfa sokacaklarını karıştırıyorlar. Bazen fiş veriyorlar, bazen vermiyorlar. Artık son gün, elimizdeki paraları bitirmek de istiyoruz. Sonra elimde kalan Moğol parasını ne yapayım. Bugün yolda para isteyen görevliye bozukları vermek için saymaya başladım. Bozuklar da 50'lik 100'lük filan. Burada metal para yok. Adam nasıl bağırıyor, bozukları verme bütün ver diye..
Artık Moğolistan'da son günümüz. sabah Ulanbatur'dan yola çıktık, Rusya sınırına 25 km kala Sühbatur şehrinde kalacağız. Rusya'ya girince 30 gün içinde çıkış yapmak gerektiği için bir gün de bir gündür hesabı yapıp, Ulanbatur'dan 360 km yol geldik madem, burada dinlenelim dedik.
Böylece Karavan ile Orta Asya yolculuğumuzun Moğolistan bölümünü tamamlamış olduk.
dr. bülent erata