" Her yer en az bir defa görülmeyi hak ediyor "

RUSYA NOTLARI

 

RUSYA



Moğolistan - Rusya arasındaki Kyahta sınır kapısından tekrar Rusya'ya geçmiş bulunuyoruz. Bu Karavan ile Rusya'ya 3. girişimiz oldu. Ve en kolay girişimiz de bu oldu. Zaten Moğolistan giriş ve çıkışta en az zorlandığımız ülke oldu. Rusya'ya ilk girdiğimiz Gürcistan sınırı Viladikavkaz kapısındaki gümrük görevlisinin bize yaşattığı zorluk aklımızdan çıkmadı. Aynı evrakları bu kapıda Rus görevliler, yardımcı olmak için kendileri doldurdular. Yeşil pasaportumuz olduğu için Rusya'da vizesiz her girişte en fazla bir ay kalabiliyoruz. Buradaki polis Rusya'dan nereden çıkacağımızı sordu. Petersburg sonrası Finlandiya'ya gideceğimizi söyledim. Polis güldü, bir ayda oraya ulaşmanız mümkün değil dedi. Haklı, Rusya o kadar büyük coğrafya ki, mümkün değil.. Arada bir tekrar Kazakistan'a giriş çıkış yapacağız deyince tamam o zaman olur dedi.

Rusya'ya girince zaman tünelinde epey ileri geldik sayılır. Çünkü bu coğrafyanın en gelişmiş, en modern ülkesi Rusya.. Diğerleri ile arasında öyle böyle değil, çok fark var. Yollar, dükkanlar, insanların giyim kuşamı açısından artık Avrupa'da sayılırız.

BAYKAL


İlk kaldığımız şehir Ulaan Üde oldu. Rusya'da ambargo nedeniyle kredi kartlarımız geçmiyor. Bankada dolar bozdurduk. Dolarların üzerine en ufak yazı, kaşe filan nokta işaret görseler almıyorlar. Bankacı kadın pasaportumdaki vizeyi bile sordu. Sanırsın pasaport polisi. Rusya bu konularda biraz sıkıntılı.

Ulan Üde şehrini küçük bir yer olarak düşünmüştük ama bizi şaşırttı. Kocaman, modern bir şehir. Resmi binalar tipik Rus mimarisinde, caddeler temiz ve düzenli, meydanlarda su fıskiyeleri var. Karavanı tam Opera binasının önüne, herhalde şehrin en merkezi yerine park edip ,orada geceledik. Buralarda Karavan da konaklama konusunda hiç karışan olmadı. Yakında Forum Avm diye bir yer var, telefonlara sim kartı oradan aldık, tertemiz çok lüks bir yer. Artık yeniden Lenin heykelleri görmeye başladık.

Ertesi sabah biraz eski mahalleyi ve kiliseyi gezdik. Sonrası öğleden sonra yola çıktık. Selenge

nehrini takip ederek Baykal gölüne ulaştık.


Artık dünyanın en derin gölü olan Baykal gölü kenarındayız. Burası Babuşkin adlı yerleşim yerinin göl kenarı. Uzun zamandan sonra deniz gibi göle kavuşunca çocuklar gibi sevindik. Burası Trans Sibirya tren yolunun tam üzerinde. Göl kenarında olmanın keyfine çok güzel bir gün batımı manzarası da eklenince oldukça keyifli bir akşam oldu. Her gün kilometrelerce araç sürmenin yorgunluğunu biraz attık sanırım.


Güne süpriz ile uyandık. Çünkü Baykal gölünde park ettiğimiz yerin önünde akşam olta ile balık tutmaya çalıştık, ben terlikle suda biraz yürüdüm filan. Yani bildiğiniz herhangi bir gölün çok soğuk olanıydı. Sabah uyandık ki süpriizz.. Açıklardaki buz kütleleri tam önümüze gelmişler. Ayrıca ünlü Baykal sinekleri ile de tanıştık.Bu sinekler aslında insanlar için tehlikeli bile olabiliyormuş ama şansımıza onların daha yavru oldukları zamanlarda buradaymışız.


Baykal gölünün kenarında konakladığımız Babuşkin'den sonra adını gölden alan Baykal kasabasına geldik. Burası oldukça küçük bir yerleşim yeri. Ama yol boyu göl manzarası eşliğinde yolculuk güzeldi. Yol üzerinde Baykal gölü müzesi var. Daha çok çocuklara yönelik bir müze, orayı da ziyaret ettik.

Burada alışveriş yapmak için girdiğimiz bakkal Azeri çıktı. Yirmi yıldan fazladır memleketine gitmemiş. Nedenini sordum, uçaklar çok pahalı dedi. Buralardan direk uçak yoktur zaten sanırım ama o kadar uzun süre gidememesi de ilginçti. Eşi bizim baklavaya benzeyen tatlı yapmış, Azeri baklavası dedi. Yoklukta yeniliyor.. Baykal kasabasında bir gece konakladıktan sonra sabah yola devam ettik.




İRKUTSK

Baykal Kasabasından İrkuts şehrine kadar Baykal gölü manzarası eşliğinde yolculuk yaptık. İlkbaharın bütün yeşilinin olduğu orman ve gölün birleşmesi gerçekten güzeldi. Öğleden sonra İrkuts'a geldik. Önce trafik sigortası işini halledelim dedik ve araya sora yapmayı kabul eden bir acente bulduk.

Burada yaşadığımız sigorta işini biraz anlatayım. Türkiye'de yapılan yurtdışı yeşil sigorta bu bölgede geçmiyor. O yüzden her ülkede ayrı sigorta yaptırmak gerekiyor. Rusya'ya Gürcistan'dan ilk girdiğimiz yerde sigortacıya gittik. Sadece bir aylık yapılıyor ve 4 000 küsur ruble dedi. Sonra sadece 2 gün kalıp Kazakistan'a gideceğimizi öğrenince, zaten cezası 900 ruble, ceza yeseniz bile kârdasınız, yaptırmayın dedi. Ona uyduk ve yaptırmadık. Ceza da yemedik.

Sonra Kazakistan'dan Moğolistan'a gitmek için yine mecburen Rusya'dan geçtik. Orada da 2 gün

kalınca yine yaptırmadık.


Artık yaklaşık 2 ay Rusya'dayız ve yaptırmamız lazım. Moğolistan'dan Rusya'ya girince sınır bölgesindeki sigortacı belgeleri girdi, 2 aylık sigorta 7500 ruble dedi. Okey dedik ama ödeme sorun oldu. Malum Rusya'da hiçbir yabancı kredi kartı çalışmıyor. Yanımızda o kadar Ruble yok. Dolar verelim diyoruz, olmaz diyor. Bir türlü anlaşamadık ve mecburen yaptıramadan yola devam ettik.

Geldik ilk şehir Ulan Ude'ye. Ara ara 2 tane sigortacı buldum, ikisi de biz o sigortayı yapmıyoruz dedi. Zaten sigortacı bulmak büyük dert. Mecburen risk alıp geldik buraya. Dün bulduğumuz ilk sigortacı bilgileri girdi, en az 3 aylık oluyor ve 17500 ruble dedi. Süre yanlış, para çok olunca biraz araştırma yapalım dedik. Gittiğimiz ikinci sigortacı uzun uğraşlar sonucunda bilgileri girdi ve 2 aylık 7600 ruble dedi. Güzeel, yapın dedik. Saatlerce uğraştılar bir türlü poliçeyi kesemediler. Sonunda Moskova merkeze mail attık onay bekliyoruz dediler. Burası ile Moskova'nın arasında 5 saat fark var. Burada mesai bitti ama onay gelmedi. İş kaldı bugüne. Neyse ki saat 10.30 gibi bana mail atıp, onaylandı dediler.

Acenteye gittik, iş bitmiyor. Kadın illa kredi kartından tahsil etmeye çalışıyor. Anlatıyorum ( yani telefona tercüme ettiriyorum), Rusya'ya ambargo var, yabancı kartlar çalışmıyor diye. Sanırsam böyle bir şey hiç duymamış, inanmıyor. İnternetten defalarca denedi olmadı. Gittik başka bölümde pos cihazından bir kaç defa denedi, olmadı. Sonunda nakit almayı kabul etti de işimiz bitti..

Neden uzun uzadıya yazdım. Burası Rusya.. Yollar, binalar, marketler, kafeler her neyse Türkiye'den zaten çok ileri de, Avrupa'yı da zorlar düzgünlükte. Amma velakin sanırım eski Rus alışkanlıklarının değişmesi için daha çook zamana ihtiyaçları var..




Rus tarihine azcık kulak verenler çok iyi bileceklerdir. Rusya'nın sürgün yeridir Sibirya. İşte o

sürgün bölgesinin şehridir İrkuts.

1812, Çarlık ordularının Fransa’ya yenildiği yıllar. Milyonlarca köylü, ağır baskı ve sıkıntı altında. Avrupa’yı gören Rus subayları, ülkenin devlet düzeninin, sosyal yaşamlarının geride olduğunu fark ederek Çarlığın yerini alacak iki model üzerinde tartışırlar. I. Nikolai tahta geçeceği gün (14 Aralık 1825) ilk silahlı ayaklanma gerçekleşir. Sonucunda, onlarca subayın idam edildiği ve pek çoğunun da Sibirya’ya sürgüne gönderildiği başarısız bir isyandır bu. Böylece Sibirya'ya sürgünlerin kapısı açılır. Daha sonraları binlerce subayın, aydının, sanatçının, muhalifin sürgün yeri olmuş. Öyle ki

19. Yüzyılın sonunda kentin nüfusunun neredeyse yüzde 30’u sürgünlerden oluşuyormuş.


Buranın sürgün şehri olmasının iyi tarafı ise, İrkutsk şehrinin Sibirya bölgesinin kültür , sanat ve eğitim merkezi olmasına neden olmuş. Şehir muhteşem sanatsal binalar , eserler ile dolu ve oldukça modern bir şehir havasında.

Son bin yılda yazılan en büyük on edebiyat eserinden biri olarak klasikler arasında yerini alan Tolstoy’un ‘Savaş ve Barış’ romanında, o ayaklanmaya göndermeler var. Rus şiirinin gerçek kurucusu olan Puşkin’in, burada sürgündeki Volkonsky ailesinin başına gelenler üzerine yazdıkları Rus edebiyatının temel taşlarını oluşturuyor.

Tolstoy’un ünlü ‘Savaş ve Barış’ romanından bazı satırlar şöyle akıp gidiyor: “Biz sanıyoruz ki, alıştığımız yoldan bizi çekip aldılar mı bizim için artık her şey bitmiştir. Oysaki yenisi, iyisi asıl o zaman başlıyor. Hayat oldukça mutluluk da vardır. Önümüzde çok, çok şey var!”...

Burada ilginç bir şey daha var. Bölgenin en büyük nehrinin adı "Angara".. Evet doğru okudunuz, Angara.. İrkutsk şehrini ikiye bölen nehrin adıdır Angara. Sizlere bir başka ilginç bilgi daha. Hani derler ya "herkes gider Mersin'e biz gideriz tersine" diye. Bizim Angara'da burada herkesin tersine.. Baykal gölüne 300 ün üzerinde nehir su taşıyormuş. Sadece Angara nehri Baykal gölünden su boşaltıyormuş.





Irkuts'da eski ahşap Rus evlerinin olduğu Kvortal mahallesi güzeldi. Zaten Irkuts genel olarak güzel bir şehir. İçinden nehir geçen şehirler genellikle güzeldir ve sanırım Rusya'nın bütün büyük şehirlerinin içinden nehir geçiyor.




Sonraki güne İrkutsk Kazan kilisesini ziyaret ederek başladık. Sonrası 70 km yol gidip Baykal gölü müzesini ve sahilini gezdik. Sonrası farklı bir açık hava müzesi gezisi yaptık. 17-20. yy Baykal bölgesi halkının yaşadığı evler ve kullandıkları eşyaların sergilendiği Taltsy müzesi. Bildiğiniz bir köyü müze haline getirmişler.


Akşam Irkuts'a geri dönüp, nehir kenarında yürüyüş yaparken gördüğümüz görüntüler gerçekten çok hoştu.. Artık sabahı bekleyip, yola çıkma vaktidir.

TULUN



İrkutsk'tan yola çıkıp 400 km yol gelerek Tulun şehrine geldik. 400 km yi 6 saatte zor geldim. Yollar çok güzel ama sürekli radar kamera işareti ve kamera var. Hız sınırı 60 ile 90 arasında değişiyor ama zaten çok fazla trafik var, daha hızlı gitmek de pek mümkün değil.

Tulun küçük bir yer. Gezilip, görülecek yeri yok gibi. Günlük alışverişimizi yapıp, karavanda dinlenmeye geçtik. Vakit olunca Karavanın sağına soluna bakayım dedim. Yola çıkalı 14 000 km olmuş. O kadar tozlu yollardan geçtik ki artık karavanın çekişi düştü, siyah dumanlar atmaya başladı. Dün İrkutsk'da hava filtresi bulup değiştirmiştim. Özellikle Moğolistan'ın mazotu çok kötüydü. Orayı geride bıraktık diye mazot filtresini de değiştireyim dedim. Filtreyi Türkiye'den yedek almıştım. Söktüm ve takarken alttaki sensörü, mazot kaçırmasın diye iyi sıkayım derken, tık diye kırıldı. Al başına belayı. Burada o parçayı bulmak mümkün değil. O panikle ararken aklıma İzmir'deki usta arkadaş geldi. Görüntülü aradım, ne yapabilirim dedim. Sağ olsun Hızır gibi geldi. Oraya mazot kaçmasın diye somun tak, yoluna devam et, motor arıza uyarısı verir ama yolda bırakmaz dedi. Dediğini yaptım ve karavan mazot kaçırmadan çalıştı.

İlk büyük şehirde parçayı bulacağımı ümit ediyorum.. Böylece yedek parça bulamayacağın yerde aracı ellememek gerektiğini de öğrenmiş oldum.

KANSK



Sabah Tulun'dan yola çıktık, 4 saatlik bir yolculuktan sonra Kansk diye bir yere geldik. Gecelemeyi burada yaptık.Yanımıza sivil polis olduğunu söyleyen birisi geldi. Babası Türk, annesi Azeri'ymiş. Türkçe konuşan birilerini buldum diye çok sevindi. Sürekli konuşmaya çalıştı. Gece saat 02.30 civarı bizim karavanın fotoğrafını çekip bana gönderdi. Sesli mesaj da göndererek ben sizi bu saate kadar bekledim, artık diğer polis arkadaşlarıma devrediyorum, güvendesiniz rahat olun demiş. 3 ay olacak yola çıkalı, Şükür ki daha konaklarken tedirgin olacak bir durum yaşamadık ama yine de ilk defa polis korumasında uyuduk.

Rusya'da yollarda sürekli kamera, radar tabelası var. Pek çok yerde de sabit kameralar var zaten. 3 gündür yollarda seyyar kameralar da görmeye başladık. Uyduruk bir kamera ve yol kenarında araç içinde oturan birileri oluyor. Polis arkadaşa onu sordum. Rusya'da polis olmayan şahıslarda yola kamera koyabiliyor. Kesilen cezaların bir kısmını kendileri alıyorlar dedi. İginç bir uygulama.

Kansk'da Kan nehri kenarında konakladık. Burada daha önceleri Tatarlar yaşarmış. Ruslar ile Tatarlar arasındaki savaşta nehrin rengi akan kanlardan dolayı kırmızı olduğu için Kan nehri adı verilmiş.

KRASNOYARSK



Moğolistan başkenti Ulanbatur'dan çıkalı 1900 km yol gelmişiz. Bugün Krasnoyarsk şehrine ulaştık. Türkiye ile saat farkımız 4 e indi. Burası inanılmaz büyük bir şehir. Şöyle tarif edeyim, şehre doğu tarafından girdik, park edeceğimiz merkezi yere gelmek yarım saatten fazla sürdü. Trafik çok olduğu için değil, mesafe uzun olduğu için haa))

Adam tarlasının büyüklüğünü anlatmak için "sabah evden traktör ile çıkıyorum, akşama doğru tarlamın sonuna ancak gidebiliyorum " demiş. Arkadaşı lafı yapıştırmış " benim de öyle eski bir traktörüm vardı, hiç gitmiyordu, sattım kurtuldum" demiş. O hesap olmasında!

Krasnoyarsk, "Kızıl Yer" anlamına gelir ve aynı adı taşıyan Krasnoyarsk Kray (eyalet) nin başkentidir. Krasnoyarsk Kray'ın sınırları veya Türkiye'deki herhangi bir idari bölge gibi düşünmemeniz lazım. Bu bölgenin yüzölçümü Türkiye'nin üç katı kadardır. Dünyanın en uzun nehirlerinden biri olan Yenisey Nehri boyunca kurulmuş bir şehir. Sibirya'nın altın madenleri bölgesi burasıymış.


Krasnoyarsk, Rusya'nın en doğusundaki en popüler şehirmiş. Krasnoyarsk Bölgesi'nin toprakları 2 milyondan fazla kilometrekarelik bir alanda, buda birçok Avrupa ülkesinin on katını aşıyor. Örneğin Fransa'dan en az 4 kat büyük bir coğrafyadan bahsediyoruz .

Krasnoyarsk, 1628'de kurulmuş, o zaman soylu Andrey Dubenski, modern metropolün bulunduğu bölgede yerel kabilelerin baskınlarına karşı savunma için bir kale inşa etmeye başlamış. Altın madenleri burada bulunuyor, bu yüzden uzun süredir şehir gelişen bir alışveriş merkeziymiş , bazı tüccarlar kendileri için altın plakalarda kartvizit bile yapmışlar . Ve bugün, Krasnoyarsk bölgesi altın tedarikinde Rusya'nın tüm altınının beşinci büyük çıkaranıymış.

Krasnoyarsk, Rusya'nın büyük bir araştırma ve eğitim merkeziymiş.30 şehir üniversitesinde 150 binden fazla öğrenci okuyor, en büyükleri ise Sibirya Federal Üniversitesi İmiş.

Gün içinde hava sıcaklığı bunaltıcı derecede yüksekti. Her taraf nehir olduğu için çok nemli, rahatsız edici bir sıcaklığı var. Şimdi akşam olmak üzere ve önce toz bulutu şeklinde rüzgar çıktı, arkasından aniden şiddetli yağmur başladı ve yağmaya devam ediyor.



MARİİNSK




Rusya içerisinde bir şehirden başka bir şehire gitmek için çok fazla zaman gerekiyor. Hız sınırlarının düşük olması nedeni de eklenince bazen yorgunluktan, gezip görmelik olmayan yerlerde de mola vermek gerekiyor. İşte burası öyle mola verdiğimiz yerlerden birisi. Burası Mariinsky şehrinde bir alışveriş merkezinin önü. Bugünkü molamızı burada verdik, burada geceleyeceğiz.

Haritaya bakınca güya hâlâ Sibirya bölgesindeyiz. Haziran ayındayız ve bugün hava sıcaklığı 38 dereceydi. Çok fena rahatsız edici, nemli bir sıcak var. Her taraf yeşillik ve bataklık olunca nem ve inanılmaz sivrisinek var. Bu insanlar buralarda nasıl yaşıyorlar şaşırmamak mümkün değil.

Mariinsk'ye, aslında genel olarak bu bölgeye yabancı insan, hele ki Karavanlı Türkler hiç gelmediği için olsa gerek insanların çok dikkatini çekiyoruz. Haliyle polislerin de dikkatini çekiyoruz. Az önce önce normal polisler geldi, kimiz neyiz biraz soruşturup, telefonla bir yerleri aradılar. Sonrası sivil bir kadın geldi. Pasaportların ve belgelerin fotoğraflarını çekti. Sorun ne diye sorduk. Sorun yok dedi. Ee, o zaman nedir bu merasim demedik tabiki ))..






KEMEROVO




Rusya'nın şehirlerinin büyüklüğü ve modernliği bizi şaşırtmaya devam ediyor. Bugün geldiğimiz Kemerovo şehri de onlardan birisi oldu. Yalnız hava o kadar sıcak ki, Sibirya bölgesinde olduğumuz inanılır gibi değil. Kışın burada sıcaklığın -70 lere düştüğünü, milletin en büyük eğlencesinin bir tasa su doldurup suyu havaya serperek yere buz olarak düşmesini izlemek olduğunu düşününce, bu sıcaklık daha da inanılmaz geliyor. Karavanda dinleniyoruz, bir saat kadar şehir gezisi yapıp, bunalınca gelip tekrar dinleniyoruz.

Kemerovo bölgesi Rusya'nın en büyük maden yataklarının bulunduğu bölgesi imiş. Hâlâ daha yer altında milyonlarca metreküp maden varmış.

Ama asıl bir başka bilgi paylaşacağım. Şor Türkleri diye bir Türk halkı duydunuz mu? Duymayanlar için biraz bilgi..

Şorlar Rusya'da yaşayan bir Türk halkı. Türk dillerinden Şorca konuşurlar. Rusya'nın şimdi bulunduğumuz Kemerovo bölgesinde yaşarlarmış. Eskiden Kemerovo bölgesinin adı Şor Türklerinin ülkesi anlamında Şorya imiş. Rusların Şor Türklerini yok etmek için uğraşları neticesi Şorya'nın adı değiştirilerek Kemerovo yapılmış . Rusların yaptığı baskılar sonucu Şorlardan ana dilini bilenlerin sayısı azalmış. Şorlar Ak Şor, Kızıl Şor, Kara Şor, Sarı Şor olarak ayrılırlar. 1989 sayımında Nüfusları 16000'i aşmaktadır. Dilleri Şor Türkçesi veya Şorca adı verilen Türkçedir. Daha önceleri Şamanlık inancına bağlı olan Şorların önemli bir kısmı, 19. yüzyılda Ruslar tarafından Hristiyanlaştırılmışlar. Şorlar çok eski zamandan beri demircilik sanatı ile meşhurmuşlar. Bugün için sayılarının azalmasının en büyük nedeni olarak, yaşadıkları alanlarda büyük maden sahaları açılması nedeniyle sağlıksız çevre koşullarına maruz kalmaları gösterilmekteymiş.

Kemerovo yakınında Karavana su bulmak için bir köye saptık. Köy içerisinde ilerlerken baktık bir kadın hortum ile bahçesini suluyor. Sıfır dil iletişimi ile anlaştık. Kendileri Müslüman Taciklermiş. Depomuza su doldurduk. Kadın evden kavanozda süt getirip ikram etti. Demem o ki, çoğu zaman aynı dili hiç konuşamadan da beden dili ile çok güzel iletişim sağlanabiliyor.

Burası çok yeşillikli, bol ağaçlı bir bölge. Yalnız hiç meyve ağacı görmedik. Karavanı nehir kenarındaki yürüyüş yolunun yanına park ettik. Yürüyüş yolundaki kızların şıklığı çok güzeldi. Kendileri de zaten çok güzeller.

Artık Rusya'nın en büyük 3. şehri Novosbirsk'e gitme zamanı…

NOVOSİBİRSK


Rusçası Новосибирск .. Bizim gibi Rusça bilmeyenler için ne ifade ediyor? hiçbir şey! .. Buralar Rusya'nın batıya en uzak bölgeleri olduğu için olsa gerek tüm tabelalar Rusça. Öyle ki Latin alfabesi ile yazılmış bir tabela görünce insanın sevinesi geliyor.

Bu şehir 1893 yılında, Novosibirsk Demiryolu Köprüsü'nün inşa edildiği, günümüz Trans-Sibirya Demiryolunun Obi Nehri geçiş noktasında kurulmuş . Başlangıçta Novonikolayevsk olarak adlandırılan şehir, hızla büyük bir ulaşım, ticaret ve sanayi merkezi haline gelmiş. 70 yıldan kısa bir sürede Novosibirsk'in nüfusu bir milyonun üzerine çıkmış . Öyle ki Guinness Rekorlar Kitabı'na girecek kadar, dünyanın en hızlı büyüyen şehri unvanına sahipmiş. Bu büyümenin asıl nedeni II. Dünya Savaşı'nın patlak vermesinin ardından, Rusya'nın batısından birçok fabrikanın, Almanların yıkmasından korkularak buraya taşınması olmuş. Bugün için Moskova ve Petersburg'dan sonra Rusya'nın en büyük 3. şehri burasıymış.



Şehir bu kadar büyük olmasına rağmen turistik açıdan büyüklüğüne yakışmayan yavanlıkta. Bütün Rus şehirlerinde olan park ve bahçeler tabiki burada da var. Farklı olarak çok büyük bir hayvanat bahçesi ve Opera binası var. Hayvanat bahçelerini prensip olarak gezmiyoruz diyebilirim. Buradaki Opera binası Rusya'nın en büyük Opera binasıymış. İnternetten baktım, bu akşam bir gösteri var görünüyor. Hadi gidelim diye bilet almaya gittik ki biletler bitmiş, full doluymuş. Rusya'nın en büyük Opera binasında gösteri var ve bilet yok. İnsanların kültür sanata ilgisi hakkında fikir veriyor sanırım.



Büyük şehirlerdeki Karavan park etmek sorunu burada da var. Dolaştık dolaştık, bir apartmanlar sitesinin arasındaki ancak park ettik. Burada şansımız yağmur açısından kötü oldu. Sabahtan beri yağmur yağıyor ama yağmura rağmen çıkıp dolaştık. Novosibirsk, mimari eserler, büyüleyici müzeler ve gelişen bir sanat ortamının karışımı bir şehir ve o yüzden "Sibirya'nın Chicago'su" olarak adlandırılıyormuş. Buradaki Nevsky Katedrali'nin ihtişamı hayret edici güzellikte. Altın kubbeleri, karmaşık freskleri ve süslü süslemeleri gerçekten hayranlık uyandıran bir manzaraya sahip.


Sokaklarda gezinirken cami olduğundan şüphelendiğimiz bir tabela gördük Merak edip içeriye

girdiğimizde klasik Rus mimarisi ile yapılmış aktif kullanılan bir cami ile karşılaştık.


Trans Sibirya Demiryolu, Moskova'yı Uzakdoğu Rusya'ya bağlayan demiryolu ağı. Moskova'dan Vladivostok'a 9.289 km'lik uzunluğuyla dünyanın en uzun demiryoludur. Bağlantı hatlarıyla Moğolistan, Çin ve Kuzey Kore'ye de bağlanır. Bunun ana istasyonlarından birisini de burada görmüş olduk.

BARABİNSK


İki günlük Novosibirsk gezimizden sonra batıya yolculuğumuz devam ediyor ve bugün Barabinsk diye bir yerdeyiz..

Orası neresi hiç duymadık demeyin, ben de ilk defa duydum ve burada konaklıyoruz. Novosbirsk'den Omsk 640 km olunca ortalarda mola vermek gerekiyor. Buralarda yollar çok güzel ama hız limitleri çok düşük. En fazla 90 km ve 40 ile 90 km arasında sürekli değişiyor. Üstelik neredeyse her 10 km de bir sabit kamera / radar var. Bunca yolu o kadar radara yakalanmadan geçebilir isek b kendime madalya isteyeceğim.


Burası küçük bir kasaba. Ama bir yerleşim yerinde olması gereken her şey var. Adım başı market, dükkan vs var. Rusya'da en çok ne var derseniz market, eczane ve banka şubesi derim. İnanılmaz sayıda çok fazlalar. Her köşe başında bunlardan birisi var.

Barabinsk, Novosbirsk Oblastına bağlı bir Reyon olarak geçiyor. Bu ülkede tanımlamalar böyle. Baraba dili Sibirya'da yaklaşık 8000 kişinin konuştuğu bir Türk dili imiş.Sibirca'nın bir lehçesi olarak da biliniyor. Biz hiç bu dili konuşan ile denk gelmedik. Kim bilir belki de denk geldik ama biz anlamadık.




OMSK


Bugün yine 330 km yol yapıp Omsk şehrine geldik. Bu coğrafyada bu kilometreler artık çok normal gelmeye başladı. Burada Türkiye ile saat farkımız 3 saate indi. Şehre gelip kilisenin önündeki otoparka yerleştik. Omsk şehri Sibirya’da Novosibirsk’ten sonraki en büyük 2. şehir. Bir

milyonun üzerinde nüfusu olan şehirlerden. Rusya iç savaşları sırasında geçici olarak Rusya Başkenti olmuş bir şehir.Irtiş nehri boyunca kurulmuş, nehirde su bulanık olsa da ara ara plajlar yapılmış olması dikkatimizi çekti.


Önce nehir kenarına indik, sonra da köprüye doğru yürümeye başladık. Köprüyü geçince gördük ki karşı cadde insan seli.. Haliyle biz de insanların arasında karıştık. Belli ki bir kutlama var ama ne?. Orada birisine telefon çevirici program ile sordum, ne kutlanıyor diye. Adam yüzüme ne kadar cahilsin der gibi baktı ve "Rus günü" dedi. Gerisini Google dan öğrendim.


Rusya’da 12 Haziran 1990'da, o zamanki Rusya Federal Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Parlamentosunun, Sovyetler Birliği'nden egemenliğini ilan etmesinin anısına “Rusya Günü” bayramı kutlanıyormuş. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Rusya Günü'nün tüm dünyada kutlanması amacıyla düzenlenen 'Dünyada Rusya Günü' projesi için özel çaba harcıyormuş.


Yalnız bu arada son anketler, halkın yüzde 51’inin hala 12 Haziran'da “ne bayramının kutlandığını bilmediğini” ortaya koyuyormuş. Yani aslında o kadar da cahil değilmişiz .. Halk, daha çok bu bayram gününün hafta sonuyla birleşerek üç günlük resmi tatil olmasını önemsiyormuş. Hımmm, bizden farkları yokmuş!



Sonuçta böylesi bir bayram kutlamasına denk gelmek bizler için güzel sürpriz oldu.Güzel bir havada çok keyifli bir atmosfer vardı. Tatar, Tacik, Özbek, Kürt müzikleri ve oyunları izledik. Her şey o kadar tanıdık geldi ki, çok güzellerdi.

Omsk şehrindeki gezimizin ikinci günü önce Dostoyevski’nin sürgünde yaşadığı, artık müze haline getirilmiş evi gezdik..

İdama mahkum edilen Dostoyevski'nin cezası son anda Sibirya sürgününe çevrilir. Sürgün yeri olan Omsk cezaevinde, şimdiki müze olan yerde yaşayan kale komutanı ona bir oda verir ve kitaplarını yazmasına fırsat tanır. Hayatının dört yılını 1850’den 1854’e kadar burada sürgünde geçirirken "Ölü Evinden Anılar“ı burada yazmış.

Dostoyevski sürgün yıllarında, hapishanedeki bir köpekle, insan ilişkileri üzerine gözleme dayalı bir deney yapar..

Köpeği takibe alır ve yanından geçerken her mahkum tarafından tekmelendiğini gözlemler...

İlginç olan, köpeğin mahkumlardan kaçmaması ve yanına bir mahkum yaklaştığında otomatik

olarak eğilerek tekme pozisyonu almasıdır...

Köpeğin her yanından geçen mahkum otomatik olarak köpeği tekmeler...

Dostoyevski de, bir gün köpeğin yanına yaklaşır ve başını okşamaya başlar...

Köpek bir süre şaşkın şaşkın ona baktıktan sonra, hızla yanından uzaklaşır ve acı acı havlar...

Önüne gelen mahkumun tekmelediği köpek, o günden sonra nerede Dostoyevski’yi görse kaçar ve ona bir daha asla yaklaşmaz..."

Köpeğin tekme atanlardan kaçacağı yerde başını okşayan Dostoyevski’den kaçmasının bir

psikolojik açıklaması vardır elbet!

Kötülüğü hayat şartı kabul etmiş canlıların sevgiyi, kardeşliği, paylaşmayı görünce çok büyük

şaşkınlık yaşamaları ve afallamalarıdır bu... Ruhu köleleştirilmiş bu köpek sevgiye açtır... İnsanlar için de geçerlidir bu...

Bazen kötü davrandığınız insanlar size tapar bazense iyi davrandıklarınız sizden nefret eder...

Dostoyevski

'Ölü Evinden Anılar' kitabından alıntıdır bu.


Omsk şehrinde baktık tekne turları da var. Şehri bir de İrkutsk nehrinden görelim dedik. apartman ve liman manzaralı gereksiz bir tekne turu oldu. Üstelik soğuk ve rüzgarlı bir hava vardı. yaptık mı yaptık!


Modernliği, temizliği, sanatı ve güzelliği ile tadı damağımızda kalan bir şehir oldu Omsk.. Daha gidecek çok yolumuz, görecek çok yerimiz var.. Yollar bizi bekler..




İŞİM



İşim diye şehir isimi mi olurmuş, işim olmaz demeyin. Oluyormuş ve şimdi oradayız. Üstelik buradaki nehrin adı da İşim nehri. Nehirde yüzmeye çalışanlar bile vardı. Nehir dediğin de bildiğin bulanık su. Buralardan Antalya'ya gelmesinler de ne yapsınlar.

Burası nispeten küçük bir şehir. Bizim için Tümen şehrine giderken yarı yolda dinlenme molası yeri oldu. Yarın sabah yola devam. Artık Türkiye ile saat farkımız 2 saate düştü. Daha önceki gün 3 saatti. Artık günleri 25 saat yaşıyor gibiyiz. Yolda giderken bir anda saat bir saat geriye düşünce ilginç oluyor.


Burada gittiğimiz marketten bir kaç çeşit şarap aldım. Ortalama şarapların tanesi 140 ruble.. Şöyle tarif edeyim, bizdeki meyve suyu fiyatından ucuz .Bu coğrafın içeceği votka. Votka diğer içecekler demek lazım. Şaraplarını pek beğendiğimizi söyleyemem. İşim küçük ama şirin bir yer. Tiyatrosu, müzesi olan, eski yapıların güzel korunduğu, gürültü patırtı olmayan sessiz bir yer. Burada bir mağazanın otoparkında geceledikten sonra sabah Tümen şehrine doğru yola çıktık

Yolda Park4nigh programında gördüğüm kaplıca tesislerine saptım. Bizim Ege'de, Akdeniz'de tarla sulamak için yapılan branda su havuzundan yapmışlar. İçerisinde çamur gibi su ve üzerinde her türlü böcek geziniyor. Girmek mümkün değil. En iyisi yola devam.


TÜMEN


Bugün Rusya'nın bir başka büyük şehrindeyiz. Dün kaldığımız İşim şehrinden burası 300 km kadar uzaklıkta. Tümen, Rusya'yı Avrupa ve Asya olmak üzere iki bölüme ayıran şehirmiş. Şehir, Batı Sibirya'nın güneyinde, Tura Nehri'nin kıyısında, Moskova'dan 2200 km uzaklıkta yer almaktadır. Tarihçiler, şehrin adının ise Türk dilinde 10 bin kişilik askeri birliğe verilen isimden etkilendiği belirtiyorlarmış. Yerel efsanelere göre, 10 bin kişilik orduya sahip olan Tatar prensinin hükümdarlığı zamanında şehrin Tümen ismini aldığı tahmin ediliyormuş .

Sibirya’nın gözde şehirlerinden olan Tümen’de 1836’da Sibirya’daki ilk buharlı vapur üretilmiş. Tümen, 19. yüzyılda ise Rusya’nın gemi üretiminde lider şehirleri arasına girmiş.


Sovyetler Birliği'nin kurucusu Lenin'in naaşı II.Dünya Savaşı'nda Nazilerin ülkeye saldırması üzerine 1941'de güvenlik amacıyla Kızıl Meydan'daki mozolesinden alınarak Tümen şehrine getirilmiş. Naaş burada Devlet Tarım Akademisi'nde muhafaza edilmiş. Nazilerin püskürtülmesinin ardından Lenin'in naaşı Nisan 1945'te tekrar Moskova Kızıl Meydan'daki Lenin Mozolesi 'ne nakledilmiş.


Bir karavancı için ise, burası büyük bir şehir. Dolayısı ile uygun park yeri bulmak sıkıntılı. Büyük bir Avm nin otoparkına yerleştik ve yürüyerek şehri gezmeye çalıştık. Dönüşte pazar gibi bir yere denk gelince içeri girdik. Bir ara bu pazar yerleri ve asıl Türki Cumhuriyetler ile Rusya'nın kıyaslamasını yazmak istiyorum ama birilerinin milli, dini duygularına ters gelir de gereksiz gerginlik olur mu bilemiyorum. Azeri bir satıcıdan kilosu 400 rubleye çok lezzetli kiraz aldık. Açıkçası memlekette yıllardır böyle güzel kiraz yememiştim.

Sokaklarında gezdik, biraz eski Rus mimarisi izledik. Şehri ikiye bölen Tura nehrinin kenarında çok güzel yürüyüş yolları, köprüler var. Özellikle akşamları çok keyifli bir yer. Çok fazla Kilise , bir kaç tane de cami gördük. Nehir kenarındaki Trinitri Katedrali çok güzel mimariye sahip ve iyi korunmuş görünüyor. Ama şehirde yüksek katlı yeni binalar çok fazla. Yeni binalar bildiğiniz beton yığınları, hiçbir özellikleri olmayınca fotoğrafları da çekilmiyor.


Rusya'da özellikle kızlar arasında çok fazla elektronik sigara bağımlısı dikkatimi çekti. Üstelik zararları açısından tütünden daha zararlı olduğu bilinmektedir. Sosyal mesajımızı da verdikten sonra gelelim şehire;

Deniz olmayan şehirler her zaman yavan gelmiştir bana. Herhalde Karadeniz'li olmamın alışkanlığı olsa gerek. Burda deniz yok ama denizi aratmayacak kadar büyük bir nehir var. Nehirde tekne turları, jet ski muhabbeti, hatta yüzenler bile vardı. Kuzeyde olduğumuz için güneş 21.30 gibi batıyor ama günün kararması ancak 23'e doğru oluyor. Zaten sabahın 3'ünden sonra da aydınlanmaya başlıyor.

YEKATERİNBURG




Hikaye vardır;

Ankara başkent ilan edilmiş, şehir yeniden dizayn ediliyor. Bir akşam Atatürk'e sormuşlar "Paşam yolların genişliği ne kadar olsun?" diye. "Yollar 12 metre, kaldırımlar 6 metre olsun" demiş. Paşa alkolü fazla kaçırdı herhalde, o kadar geniş yol mu olur, sabah yine sorarız demişler. Sabah sorduklarında Paşa "gidiş geliş yollar 12'şer metre , kaldırımlar 6'şar metre olsun " demiş. İleriyi görmek böyle bir şey diye anlatılır.

Rusya'da batıya gittikçe şehirler daha da büyüyor. Bugün geldiğimiz şehir Yekaterinburg, Rusya'nın 4. büyük şehri. Şehirler büyük de olsa küçük de olsa değişmeyen şey yolların, kaldırımların genişliği. Şehirler çok eski olmasına rağmen o kadar zaman önce bu kadar geniş yapmaları, bugünlerin araba ve insan kalabalığını düşünmeleri sanırım büyük ileri görüşlülük olsa gerek. Tıpkı sevgili Atatürk'ümüz gibi. Hikayeyi o yüzden yazdım.

Yurtdışında çok gezenler bilir. En güzel binalar kiliseler, katedrallerdir ama bir süre sonra hepsi birbirine benzemeye başlar. Artık yeteer demeye başlarsın. Bendeki de o hesap. Kilise görmekten gına geldi, artık görmeyeceğim diyordum ama buradakinin tarihi çok önemli, o yüzden görmesek olmazdı.



17 Ekim 1917’de Rusya’da yaşanan sosyalist devrimin en büyük kurbanı Çar II. Nikolay ve ailesi oldu. Rusya’da 1917 yılında Bolşevik Devrimini gerçekleştiren Lenin’in talimatı ile eski Rus Hanedanı Romanovların son çarı II. Nikolay ve ailesi Yekaterinburg Şehrinde bir binanın bodrum katında kurşuna dizilerek öldürülmüştü. Çar ve ailesi komünistler tarafından Rusya’nın Ekaterinburg Şehrinde infaz edildikten sonra Ganina Yama diye anılan bölgede yakıldı. Olaydan yıllar sonra 1970’lı yıllarda Çar ve ailesine ait kemikler bulundu ve bu kemikler uzun süren DNA testlerinin ardından Moskova’ya taşındı. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Çar II. Nikolay ve ailesine iade-i itibar yapıldı. Ekaterinburg Şehrinde Çar II. Nikolay ve ailesinin katledildiği yere dev bir kilise yapıldı. Kilisenin etrafına Çar ve ailesinin resimleri sergileniyor. İşte bugün gezdiğimiz kilise bu kilise.



Yekaterinburg, nüfusu bir milyondan fazla ve Rusya’nın 4. büyük şehridir. Metalürji şehri de sayılan burası zengin bir tarihe ve birçok unutulmaz yere sahip olmanın yanı sıra Urallar’daki en büyük kültür merkezidir. İşet nehri kıyısında şehir merkezinde bir göl oluşturmuşlar. Burada gezinti tekneleri, kanolar, jet skiler ile tam bir deniz kenarı havası oluşmuş. Etrafında çok güzel ve temiz yürüyüş alanları yapılmış. Adım başı bir sanat gösterisine rastlamak hiçte şaşırtıcı değil.


Buradaki en büyük Alışveriş merkezlerinden birisine eski başkan Boris Yeltsin adı verilmiş. İçerisi inanılmaz lüks bir Avm ve bir bölümünde Yeltsin müzesi var. Burada Yeltsin’in başkan iken kullandığı araba ve pek çok kişisel eşyaları, fotoğrafları sergileniyor.

Karavanı şehrin tam merkezinde, göle neredeyse sıfır park edip iki gün kaldığımız Yekaterinburg'u değil iki günde, bir haftada gezilip bitirmek çok zor. Rus Çarı I. Petro'nun eşi olan büyük düşes Catherine (Yekaterina) adına kurulan bu şehir çok daha uzun zaman ayırmayı kesinlikle hak ediyor. Ama bizim yolumuz uzun, vaktimiz sınırlı.. Yola düşme zamanı..

ÇELYABİNSK


Bugünkü durağımız Rusya'nın nüfusu bir milyonu aşan şehirler sıralamasında 7. sırada bulunan Chelyabinsk. Artık Rus şehirlerinin modernliği ve estetik olarak güzelliğini anlatmayacağım. Çünkü hepsi bir birinden güzel. Bu şehirle ilgili ilginç bir olay 15 Şubat 2013 tarihinde gerçekleşmiş. Şehire o gün meteor parçaları yağmış. olayda 1500 kişi yaralanırken 4 binden fazla bina hasar görmüş . Sabah saat 09:20 (Chelyabinsk saati) gerçekleşen olayda, meteor parçaları 60 bin km hızla ilerleyip, yere 45 km uzaklıkta havada patlamış. Bazıları patlamayı Rus askeri güçlerinin sağladığını iddia etse de, iddia Rusya tarafından yalanlanmış. O gün bütün dünya olayın şokunu, korkusunu yaşarken Chelyabinsk halkının sakinliği herkesi hayrete düşürmüş.

Bir başka anekdot, İkinci dünya savaşı sırasında Çelyabinsk traktör fabrikasında deli gibi tank üretildiği için adı o dönem Tankograd olarak anılmış.



Çelyabinsk'in diğer adı olan Çelebi, eğitimli demekmiş. 1.200.000 nüfuslu şehir Ural'ların büyük sanayi merkezi olarak geçiyor. Başkurt Türklerinden Tarkan Toymos Shaimov'un memleketi buralar. Bu şehir de bir nehir kenarında, Miass nehri kenarında kurulmuş.Bu şehirde ağırlıklı olarak Kazak, Tatar, Başkurt gibi Türk kökenliler varmış.

Şehir gezimizde Akmescite de gittik ama hiçbir özelliği yoktu. İslam dini eğitimi alan çocuklar vardı. Sonrası adı İstanbul olan restorana girdik, kendileri Özbek çıktı. Muhtemelen Rusya'daki en

pis Restoran burasıdır. Bence öyle her isteyen istediği şehrin adını kullanamamalı..


Nehir kenarında Tacik gelin ve damat eğlencesine denk geldik. Damat ve erkek arkadaşları oynuyorlar, gelin ise her tarafı kapalı, put gibi hareketsiz duruyordu. Sıkıntı olabilir diye fotoğraf bile çekmedim.


Pazar gibi bir yerde Azeri birisine rastlayınca biraz sohbet ettik. Türk kökenli Başkurtların dilini anlayamadıklarını anlattı. Biz zaten hiç anlayamadık.


Bu şehirde karavanı nehir kenarındaki şehir müzesinin yanında park edip, burada geceledik. Her

yere yürüyerek gittik ama soğuk ve yağmurlu hava nedeniyle çok keyif alamadığımız bir şehir oldu.


Burada Karavancılar için bir bilgi vereyim. Türkiye'den çıkarken normal 12 kg lık tüpün yedeğini de almıştım. Sonuçta 6-7 aylık tura çıktık. 3.5 ay olacak ve daha birinci tüp bile bitmedi ama bitmesi yakındır herhalde diye bugün bulduğumuz bir dolumcuda gaz doldurttum. Normalde bunlar 12 kg ve 22 lt gaz alıyorlar. Ben bitmedi daha diye 15 lt gaz koy dedim. Adam tarttı hesapladı filan 20 lt koyabilirim dedi ama ben güvenlik açısından 15 lt yeter dedim. 15 lt gaz 425 ruble tuttu. Bir başka bilgi adam önce tüpe baktı, girişi yandan vidalı model olunca olur dedi. Yani tüpün ağzı yukarı olan, dedentörü basılarak oturtulan tombul tüplerden olsaydı gaz alamayacaktım. Önemli bir ayrıntı, bilginize..


Gazımızı da aldığımıza göre artık Ufa'ya doğru gidebiliriz..












UFA

Aslında Rusya hakkında o kadar az bilgi sahibiyiz ki. Buralara gelince az biraz bilgi sahibi oldum ve elim yettiğince sizlere de yazmaya çalıştım. Mesela bizde çoğu zaman Rus ve Rusya denilince sanki tek bir ırktan, dinden oluşan kocaman bir ülke olarak düşünülür. Oysa ki Rusya Federasyonu sınırları içinde 160’tan fazla farklı etnik grup yaşamaktadır. 22 farklı özerk cumhuriyet bulunmaktadır. Bunlardan 8 tanesini Özerk Türk Cumhuriyetleri oluşturmaktadır.

İşte bugün o özerk Türk Cumhuriyetlerinden birisinin başkentindeyiz. Ufa şehri Başkurdistan'ın başkenti ve en büyük şehri. Başkurtlar Rusya'ya özgü bir Kıpçak Türk etnik grubudur. Rusya Federasyonu Cumhuriyeti Başkurdistan'da ve Doğu Avrupa'nın Kuzey Asya ile buluştuğu Ural Dağları'nın her iki tarafını da kapsayan daha geniş tarihi Badzgard bölgesinde yoğunlaşmışlardır. Adının benzemesinden dolayı sanıldığı gibi bir Kürt devleti değil, Rusya Federasyonu'na bağlı 4.5 milyon nüfuslu özerk bir Türk cumhuriyetidir burası.



Bugün 430 km yol yaparak, Ural dağlarının yeşilin her tonunun olduğu çam ve huş ağaçları arasında, nehir ve göl kenarlarından geçerek buraya geldik. Sabah 8 e doğru Chelyabisk'den yola çıktık, ancak akşam 6 gibi buraya gelebildik. Yoğun bir yol trafiği ve yol tamiratları da bizim yorucu bir yolculuk yapmamıza neden oldu. Ama yine de gelir gelmez 13 bin adım yürüyecek kadar şehri görmeye çalıştık.

Normalde piskoposluk makamı bulunan büyük kiliselere Katedral denir. Ama bugün gezdiğimiz caminin adı "First Cathedral Mosque of Ufa ". Cami sıradan bir cami değil, bizdeki eski medreseler gibi. Büyük bir alanda pek çok binadan oluşan bir kompleks yapı.

Geçen gün konuşurken kızım söylemişti.. Rusya'da nehir olmayan yere şehir kurmak yasak herhalde diye. Şimdiye kadar gördüğümüz bütün şehirlerin içinden bir nehir geçiyordu. Burası da öyle.



Ufa şehri Aizel ve Karaizel nehirlerinin birleştiği noktada, Ural dağlarının batısındaki Ufa platosunda yer almakta.Şehir 1574 de Korkunç İvan'ın ( ki ona aslında sadece biz Korkunç İvan diyormuşuz) emri ile bir kale dikildiğinde kurulmuş. Nüfusun çoğunluğu Ruslar olmakla beraber Başkurtlar ve tatarlar da epey varmış. Bir bal sever olarak benim için ilginç bilgi, burada üretilen bal, dünyanın en iyi balı olarak biliniyormuş.

Şehrin önemli bir yeri de yedi kız fiskiyesi. Hikayesinin özeti ise; Başkurt efsanesine göre 7 kız kardeş düşman tarafından yakalandıktan sonra kaçmayı başarıyorlar. Peşlerine düşen düşmana yakalanmamak için nehirden geçmeye çalışırken boğuluyorlar ve gökyüzünde 7 yıldız beliriyor.

Ufa sokaklarında gezerken Başkurdistan Üniversitesinde ilginç bir kutlamaya denk geldik. Kadınlar toplanmış, masanın üzerinde süt, bal ve fincanlar var. Dualar okuyorlar, arada halay çekiyor gibi dönüyorlar. Bugün 21 Haziran ve yılın en uzun gününü kutluyorlarmış. Bol bol dualar edildi. Erkek varken Fatiha'yı erkeğin okuması lazım demeseler iyiydi.Yaptık gerekeni. Bazıları çok anlaşılır Türkçe konuşuyordu. Başkurtça’nın Rusya ile Türkçe karışımı bir dil olduğunu anlattılar.


Sonrası Mustafa Kerimov için yapılan anıtı görmeye gittik. Anıtın arkasındaki parkta gençler kaykay yarışmaları yapıyordu, bir süre onları izledikten sonra yemeğe gittik. Bu coğrafyada bize en uygun damak tadı Gürcü Restoranlarında. Burada çok şık bir Gürcü Restoranına gittik. Gürcü şarabı ve yemekleri çok güzeldi, borsh çorbası da.


Ufa’yı çok bizden bir yer olarak gördük. Daha fazla vakit ayırmayı kesinlikle hak ediyor ama yola devam etmeli. Yoksa bu coğrafya bitmez.



ORENBURG



Bugün yine inanılmaz uzun ve yorucu bir yolculuk yaptık. Ufa'dan yola çıkıp Örenburg Oblastına gelmemiz yaklaşık 7 saat sürdü. Yol boyu arada bir güzel göl manzaraları gördük. Artık Kazakistan'a yaklaştığımız için Cami minaresi görünen köylerin sayısı artmaya başladı. Yalnız aynı köyde hem cami hem kilise olan görmedik. Sanırım köylerde beraber yaşamıyorlar.

Kazakistan'a yaklaştığımızın bir başka işareti ise Kazakistan plakalı araçlar arttı ve beraberinde yol kenarında durup hemen yolun kenarında çişini yapan adamların sayısı da arttı. Oysa ki sık sık benzin istasyonları var. Olmadı yol kenarlarında çoğunlukla ağaçlık alanlar var. Yok illaki hemen yolun kenarında yapacaklar!

Orenburg Oblastı dedim ve bilerek dedim. Rusya'da Oblast Eyalet ve bölge anlamına gelmektedir. SSCB döneminde önemli bir yere sahip bu yerleşim birimleri özerk cumhuriyet kavramından sonra gelirdi. Sovyet meclisinde Oblastlar da temsil edilirdi. O zamandan kalma bir alışkanlık devam ediyor.




Ural nehri Asya ve Avrupa'yı ayıran bir nehir. Öyle ki buradaki Pedestran Bridge Asya ile Avrupa'yı ayıran sembolik bir köprü. Orenburg 1920 - 1925byıllarında Kazakistan’ın başkenti olmuş önemli bir şehir.


Düzenli bir şehir. Eski Rus binaları çoğunlukta. Uzun bir trafiğe kapalı caddesi var. Şehrin stadyumunun yanında gençlik günü kutlamaları vardı. Çok eğlenceli değildi ama bir süre orada takıldık. Dünyanın her tarafında bir Türk ile karşılaşmak zaten çok sıradan bir olay olduğu gibi bir Karadenizli ile karşılaşmak da o kadar sıradan. Buradaki Rize'li hemşerim buranın merkezinde çok büyük bir Restoranın sahibiymiş. Bizi akşam yemeğine davet etti. Uzun uzun keyifli bir sohbet ettik.



Normal planımızda Orenburg’da bir gün kalıp Kazakistan yoluna devam edecektik. Bugün Rusya'da ortalık biraz karışık. Darbe gibi bir şeyler oluyor. Bulunduğumuz yerde herhangi bir

sıkıntı yok, vatandaş normal hayatına devam ediyor. Bizim yeşil pasaporttan dolayı Rusya’ya girişten 30 gün sonra çıkmamız gerekiyor. Ama zaten bugün yarın Kazakistan'a gidecektik. Haberlere bakılırsa olaylar o kadar büyüyüp yayılmayacak gibi ama daha çok erken. O yüzden burada bir gün daha kalıp, olayların seyrine göre rotamızı planlama kararı veriyoruz. Bizde olan gibi "besle kargayı oysun gözünü" sözünün Rusya versiyonunu izliyoruz.

Bir Rus Atasözü der ki;

"Ruslar için bir anlaşmaya atılan imzanın değeri , imza attıkları kağıdın değerinden daha azdır. ""

Rusya'da 30 günlük izin süremiz 3 gün sonra bitiyor. Dün akşam Moskova haberleri kötüleşince 3 gün içerisinde 2000 km yol giderek Gürcistan'a ulaşmaya karar verdik. Sabah 05 de yola çıkalım dedik. Yarım saat sonra haberler gelmeye başladı, olay tersine döndü, anlaştılar filan. Haberlerden emin olunca yine karar değiştirip Kazakistan'a geçip beklemeye karar verdik. Şimdi Kazakistan yolundayız.. Orada görüşmek üzere..




ORALSK / KAZAKİSTAN



Karavan ile Rusya yolculuğumuzda, Rusya’da en fazla 30 kalabildiğimiz için, ikinci bir 30 gün daha kazanmak için tekrar Kazakistan'dayız. Kazakistan'ın Oralsk şehrine geldik. Bu defa Rusya- Kazakistan sınır geçişimiz çok sıkıntılı olmadı. Tek sıkıntı yeşil pasaport sahibi olmamız. Görevliler sanırım ömürlerinde ilk defa gördükleri için bilmiyorlar. Oraya telefon, buraya telefon ediyorlar, internetten araştırıyorlar, 3-4 polis bir araya gelip tartışıyorlar.

Rusya'nın sulu, yeşilli, bol ağaçlı coğrafyasından sonra Kazakistan yine bildiğin uçsuz bucaksız ova. Tek tük ağaçlar, susuz verimsiz topraklar. Ruslar toprakları paylaşırken ayrılan diğer ülkeleri fena kandırmışlar. Bu konuda son kararım bu.


Oralsk şehrinin en turistik yerleri Aleksandr Puşkin (1799-1837) adına yapılmış otel ve müze.

Puşkin, günümüzde sıra dışı bir kahraman olarak anılır. Rus edebiyatının baş yıldızıdır, kurucusudur. Rus edebiyatını onun adını anmadan değerlendirmek, tanımak, hatta sevmek ve bütün Rus yazarlarında onun gölgesini görmemek olanaksızdır. Rusya’dan Türkiye’ye gelen ilk yazardır. Bu onun ilk ve son seyahati idi. 1829 yılında, Rus-Türk Savaşının ortasında Rus Kafkas Ordusuyla birlikte sınırı geçip Kars ve Erzurum’u gezdi.

Puşkin de daha Erzurum seyahati sırasında dönemin Türkiye’siyle Rusya arasındaki ortak atmosferi hissetmiş, hatta daha sonra, Ekim 1830’da bu konuda bir şiir yazmıştı. Bir yeniçerinin ağzından yazdığı şiirde İstanbul’un Batıya dönerek gavurlaşmış olduğunu söylüyordu.

Her koşulda şiirin Türkiye’de günümüzde bile sıkça karşılaşılan bir söylemi dile getirmiş olması şaşırtıcıdır:

“İstanbul’u övüyor şimdi gavurlar, Ama yarın demir topuklarıyla, Uyuyan yılan gibi ezecekler

Ve öylece bırakacaklar giderken. İstanbul rüyadaydı beladan önce. İstanbul koptu Peygamber'den; Kurnaz batı kadim doğunun hakikatini Karman çorman etti orada-

İstanbul, günahın mutluluğuna kapılıp Bıraktı duayı ve kılıcı....


Puşkin her aydın, yazar, şair gibi devlet gücünü elinde bulunduranların hışmına uğramış, hayatının bir bölümünü Sibirya'da sürgünlerde geçirmiş. İşte o sürgünlerin bir bölümünü bugün ziyaret etmeye çalıştığımız, şimdilerde adına müze olan evde geçirmiş. Müze kapalı olduğu için içerisini görme şansımız olmadı. Bilenler bilir ki, Puşkin hayatını çok saçma bir şekilde, bir düelloda kaybetmiştir.

Oralsk şehrindeki iki günlük molamız yarın sabah tekrar Rusya yönünde yol alarak son bulacak. Bugün şehir gezmesinden çok alışveriş gezmesi ile geçti. Malum Rusya'da kredi kartlarımız geçmiyor. Bu seyahatte bir defa daha öğrendik ki kredi kartı hayatımızın bir parçası olmuş. Nakit para harcayarak uzun yolculuk yapmak gerçekten stres yaratıyor. Hiç beklenmedik yüksek miktarda nakit ihtiyacı olursa sıkıntı yaşamayalım diye, Rusya bölümünde ciddi ciddi cimrileri oynuyoruz. Kazakistan'da kredi kartı ile alışveriş imkanına kavuşunca karavana biraz yiyecek içecek stoku yapmaya çalıştık .




SAMARA




27 Haziran günü Kazakistan Oralsk şehrinden yola çıkıp Rusya'nın Samara şehrine geldik. Samara'ya gelip de Lada Samara'dan bahsetmezsek olmaz.Dünyada otomobil fabrikaları ile ilgilenen bir heyet Mercedes fabrikasına gitmiş ve fabrikayı gezmişler. Gezerlerken kocaman fabrikanın içinde bir baraka görmüşler ki içerisinde kedi dolu. Bunların burada ne işi var diye sormuşlar. Fabrika yetkilileri bunları kalite kontrolünde, kedileri gece fabrikadan giderken arabaların içine koyuyoruz ve bütün kapıları ve camları kapatıyoruz, sabah geldiğimizde kedi ölmüşse bu arabanın bir özrü yok, demek ki içeriye hava girecek kadar bile hata, delik yok deyip satışa çıkarıyoruz demişler . Heyet vay be arabaları gerçekten kaliteli deyip fabrikadan ayrılmışlar.

Heyet bir süre sonra Lada fabrikasını geziyorlar. Gezerlerken birden bir baraka görüyorlar bir de bakıyorlar ki içinde kedi dolu. Bunlar nedir diye soruyorlar ve fabrika yetkilileri bunları biz kalite kontrolde kullanıyoruz, gece fabrikadan giderken kediyi arabanın içinde koyuyoruz ve bütün camları kapıları kapatıyoruz, sabah geldiğimizde kedi kaçacak delik bulamayıp arabanın içinde duruyorsa araba kusursuzdur deyip satışa sunuyoruz diyorlar.


İşte bu fıkra koca Lada'yı Türkiye'de bitirdi. Oysa ki buralarda çok lüks sayılacak Lada modelleri var. Biz hâlâ Samara'da kaldık. Lada'nın merkezi buraya çok yakın Tolyatti diye bir şehirdeymiş ama eski şehir burası olduğu için buranın adını vermişler. Pek çok dünya markası firmanın kendi ülkelerinin şehir isimlerini verdikleri gibi.


Bugün son dört ayın en kolay sayılacak kapı geçişini yaptık ama yine de gümrük geçişi ve yol yordu. Volga nehri kenarında uygun yer bulup konumlandık. Baktım insanlar nehir kenarında güneşleniyorlar, bazıları nehirde yüzüyor.. zaten yolda yorulmuşuz, dedim Rus olmasak da buz gibi nehirde yüzmeyi deneyelim. Suya girdim ama çok soğuk olmasının yanında çok kirli, bulanık bir suyu var. Yani ki yüzmelik değil, Volga nehrine girdim mi girdim.

Samara, Volga Federal bölgesinde bulunan Samara Oblastının başkentidir. Volga ve Samara nehirlerinin birleştiği yerde, Rusya'nın Avrupa bölümünde yer alıyor. Volga nehrinden gün batımı fotoğrafları çektim. Çok geniş bir nehir olduğu için güneş sanki denizden batıyor gibi görünüyor.

Samara, eski Rus taş binalarının, aralarda bazılarının cumbalı olduğu olduğu ve çok geniş caddeleri olan bir şehir. Yaya trafiğine kapalı Leningrad caddesi yürümek, etrafı seyretmek için çok güzel. Şehrin ana kalbi buralar gibi duruyor. Burası bir sanayi şehri olmasının yanı sıra opera, bale, filarmoni orkestrası ve drama tiyatroları var.

Burada Tolstoy'un yaşadığı evi ziyaret ettik. Girişinde elinde anahtar olan bir Pinokyo heykeli olan müze evin içerisinde daha çok resimler var ama bahçesi güzeldi. İki katlı ev Tolstoy'un karısının ailesinden kalmış. Şanslı adammış.

Samara, şehrinde ilginç bir yer var. Burası Stalin'in gizli sığınağı.


1991'de Moskova'nın 1000 km güneydoğusundaki Volga nehri üzerinde yer alan Rusya'nın Samara şehri sakinleri, Stalin’in 1942 den beri sığınaklarından birinin şehirlerinin altında saklı olduğunu keşfetmişler. 1935'te Bolşevik bir liderin onuruna Kuybyshev olarak yeniden adlandırılan Samara, Moskova'nın Alman Ordusu'nun eline geçmesi durumunda SSCB'nin ikinci başkenti olarak belirlenmiş. Sığınak, 24 saat gizlice çalışan 800 mühendis ve 2.900 işçiden oluşan bir ekip tarafından dokuz ayda inşa edilmiş. Genel kanı, inşaat ekibinin sığınağın tamamlanmasından sonra öldürülen hükümlülerden oluştuğu yönünde, ancak henüz bir kanıt bulunamamış. İşçilerin ve iş makinelerinin mahalleli tarafından nasıl görülemediği ise hala bir muamma.


Sığınak 37 metre derinliğinde olup, 12 katlı bir binaya eşdeğerdir. Zamanın diğer sığınaklarıyla karşılaştırıldığında, bu en deriniydi. Hitler'in Berlin sığınağı sadece 16 metre derinliğindedir. Bağımsız hava geri dönüşüm sistemi ve elektrik santrali, keşfedildiğinde hala çalışır durumdaydı. Sığınak, bir hava bombasının doğrudan isabetine dayanabilir. Hava geçirmez olabilir ve içindekiler 5 güne kadar yaşayabilirdi.


Stalin hiçbir zaman sığınakta kalmaya ihtiyaç duymadı. Bulunduğu 1991 yılına kadar Samara vatandaşları için bir sır olarak kaldı ve daha sonra müzeye dönüştürüldü. Bizim burada olduğumuz zaman diliminde sığınak ziyarete kapalı olduğu için maalesef içini görme şansımız olmadı.




İki günlük Samara gezimizin son atraksiyonu Volga nehrinde tekne turuna katılmak oldu. Gün batımını daha iyi görebilmek için özellikle 20.15 deki turu tercih ettik. iyi de etmişiz. Güneşin batışının Volga nehri üzerinde yarattığı renkler görülmeye değerdi. Ayrıca nehirden görünce bir daha anladık ki Samara gerçekten büyük ve güzel bir şehirmiş.



BOLGAR / TATARİSTAN



Samara’dan Kazan'a gitmek için yola çıktık. Yolun yarısında bir tabela "Tataristan Cumhuriyetine Hoş Geldiniz". Durmaya uygun bir yer olmadığı için durup fotoğraf çekemedim ama böylece Tataristan'a girmiş olduk. Üstelik artık Türkiye ile aynı saat dilimine de girmiş olduk. Şimdi Bolgar şehrinde konaklıyoruz. Çünkü burası cidden önemli bir yer. Önce biraz bilgi toparlayalım..

Sovyetler Birliği’nin dağılması sürecinde Tataristan 30 Ağustos 1990 tarihinde bağımsızlığını ilan eden ilk cumhuriyettir. Ancak 15 Şubat 1994’te ilan ettikleri Tataristan Cumhuriyeti’nin 3,5 yıl boyunca hiçbir devlet tarafından tanınmaması yüzünden bağımsızlık ilanını geri çekip Rusya Federasyonu’na yeniden katılmış. Yoksa şimdi Özbekistan, Kırgızistan gibi bağımsız bir ülkede olacaktık.


Bulunduğumuz Bolgar şehrine gelince. 10.yüzyılın başında şehrin hanı Almuş, gücüne güç katmak ve dağılan Bolgar kabilelerini birleştirmek için Bağdat'tan elçiler çağırmış. Gelen elçiler yüzünden 12 Mayıs 922’de şehrin merkez meydanında yeni bir dinin kabulü ilan edilmiş. O din şimdiki din olan İslam.


Böylece Rusya topraklarında İslâm dinini ilk kabul eden Bolgarlar olmuş.



6.yy da Hazar Türkleri tarafından kurulmuş olan Hazar İmparatorluğunun yıkılması ile batıya ve kuzeye göç eden Kıpçak boyuna dahil Türk kavmi, Bolgar Kağan Asparuk komutasına girerek Bolgaristanı oluşturmuşlar. Bugün gezdiğimiz yer Bolgarların yaşadığı tarihi mekanlar. Çok geniş

bir alanda Arkeoloji müzesi, tarih müzesi, Mimarlık müzesi ve Ekmek müzesi var. En büyük Kuranı-ı Kerim buradaki, şimdilerde müze olarak kullanılan Camide bulunuyor.


Zaman içerisinde yıkılan Cami ve minaresi yeniden yapılarak turizme açılmış durumda. Cami minaresi ile Kilise minaresinin yan yana olan görüntüsü çok güzel. Buradaki Kilise de sadece müze olarak kullanılıyor. Bu tarihi alanın önündeki Volga nehrinin manzarası da çok güzeldi.


Rusya'daki en güzel camilerden biri olan ve şimdi parkında geceleyeceğimiz Beyaz Cami buradadır. 21.yüzyılın başlarında inşa edilmiş Ak cami yani Beyaz cami, İslâm ülkelerinin birçok dini yapısını andırmakta. Kul Şerif Cami adıyla da anılan bu yapı; Taç Mahal'in bir benzeridir . Sadece minareleri, Medine’deki Peygamber camisinin minarelerinin tam bir kopyasıymış.


Caminin hemen yanında ekmek müzesi var. Daha doğrusu ekmek yapımı için tarladan fırına ne gerekiyor ise onların sergilendiği bir müze. Oldukça geniş bir alanda, güzel bir bilgilendirici müze olmuş. Bu alanda bir Tatar evi sergilemesi de var. Kullanılan eşyaların çoğunu bizim Anadolu köylerindekiler gibi olması ilginçti. Bahçede tavukları görünce burada çalışan bir delikanlıdan varsa yumurta istedik. Konuşarak hiç anlaşamamış olsak da bizim Türkiye’den geldiğimizi anlayınca kümesteki bütün yumurtaları getirdi ve ısrarlarımıza rağmen para almadı.




KAZAN / TATARİSTAN


Tataristan’da 2 milyondan fazla Tatar kökenli insan yaşıyor. Bunların çoğunluğu müslüman tatarlar olup Hristiyan tatarların sayısı çok azdır. Öyle olunca da Tataristan içerisindeki yolculuğumuzda çok tanıdık ve çok bizden bir coğrafya havasında devam ettik.

Öyle güzel duyguların eşliğinde yolculuk sonrası Rusya'nın en büyük şehirlerinden birisi olan Tataristan'ın başkenti Kazan şehrine gelmiş bulunmaktayız. Buraya öğle üzeri geldik ve futbol severlerin iyi bileceği Rubin Kazan stadının otoparkına yerleştik. Tam karşımızda Kazan Kremlini olduğu için gezimize oradan başladık. Burası bakımlı, temiz, düzenli bir yer. İçeride; Müze Binası, Kazan’ın simgelerinden yakın zamanda yapılmış “Kul Şerif Camii” biraz ileride Meryem Ana Müjde Kilisesi ve en enteresanı Süyüm Bike (Sevim Sultan) minaresi var.

Minarenin enteresanlığı Kremlin’in içinden bakıldığında sağa doğru eğilmiş olması. Tıpkı Pizza Kulesi gibi. Gece ışıklandırılmış hali de çok güzel.

Süyüm Bike prensestir. Sefa Geray’ın hanımıdır. Sefa Geray ölünce, oğlu tahta çıkamayacak kadar küçük olduğundan, halkın isteğiyle tahta çıkmıştır (1549). İvan Gazanıy (Korkunç Ivan) Kazan’ı alınca kendisiyle evlenmek istemiş. O da, 7 gün içinde bir minare inşa ederse, onun teklifini kabul edeceğini belirtmiş. 7 katlı minare, 7 günde inşa edilince, eğri olduğu görülmüş. Süyüm Bike Sultan minareyi ziyarete gittiğinde, üstten atlayarak intihar etmiş.Burası İtalya'daki eğik Pisa kulesi ile kıyaslanıyormuş.



1552’de Rus Çarı Korkunç İvan, Kazan’ı alınca, burada bulunan camiyi yaktırarak şimdiki camiye ismini veren Kul Şerif ve öğrencilerini şehit eder. 1996 yılında yeni ve göz kamaştırıcı mimarisiyle tekrar inşa edilir ve Kul Şerif Camii ismi verilmiş. Başka bir bilgi, Camiyi bir Türk şirketi yapmış.

Kazan 2014 yılı bilgilerine göre en hızlı gelişen turizm alanları sıralamasında her yıl 1.000.000’dan fazla turistin ziyaret ettiği şehir olarak Avrupa’da 3. Dünyada ise 8. sıraya girmiş. Benim gözlemlerime göre rahatça söyleyebilirim ki, kafalardaki güvenlik ve bilinmezlik endişeleri olmasa dünya insanları gezip, görmek, eğlenmek için buralara akın akın gelirler. Demokrasi, adalet ve özgürlük turizmin de olmazsa olmazı. Olmayınca olmuyor işte!..


Meşhur Bauman caddesini gezdik. Bir an için Rusya'da olduğunuzu unutursanız Avrupa'nın en güzel caddelerinden birinde olduğunuzu düşünürsünüz. Başka nasıl tarif edebilirim. Trafiğe kapalı uzun bir cadde de müzik yapanlar, oyunlar oynayanlar, sanatsal gösteriler yapanlar ile dolu, kalabalık cıvıl cıvıl eğlenceli bir ortam var.


Kazan’da ilginç bir yeri ziyaret ettik. Tüm Dinler Tapınağı.. Tarihsel süreçte Kazan dinlerin birleştiği bir şehir olmasından dolayı olsa gerek, Kazan'lı sanatçı ve iş adamı İldar Hanov tarafından başlatılan proje, 1992 yılında başlamış ve halen yapımına devam ediliyormuş. Tanıtım bilgilerinde dünyada başka bir örneği olmayan bu tapınağın içinde Sinagog, Cami, Kilise ve Budist tapınağı dahil 16 dine ait bölümler bulunduğu yazıyor. Ortalık biraz karışık. Bazen aynı salonda birkaç din birbirine karışmış görünüyor. Konuya çok hakim olamayanlar için hangi dine ait olduklarını ayırt etmek bile zorlaşıyor. Ama zaten bütün dinlerin birbirlerinden etkilendiğini düşünürsek, belki de bilinçli olarak böyle düzenlenmiş de olabilir.


Kazan şehri Kazan nehri ile Volga nehrinin birleştiği yerde kurulmuş. Rusya'nın bütün büyük

şehirlerinin bir nehir kenarında kurulmuş olduğu gibi. 3.yy dan itibaren çeşitli Türk devletlerinin

hakimiyet sahasına girmeye başlayan bu bölge, Altın Ordu devletinin dağılmasından sonra 1437 yılında Kazan hanlığının başkenti olmuş. 552'de Rusların eline geçmesi ile camiler ve Han Saraylar ortadan kaldırılmış. Ruslar işgal edince dinini değiştirmeyenler şehir dışına çıkmışlar. Çariçe 2. Katerina'nın Kazan'ı ziyareti sırasında Tatar'lar ondan Şehirde bir cami yapılmasını istemişler. İşte o zaman Mercani Cami yapılmış.


Yarın Moskova yoluna devam edeceğiz. Kazan gerçekten güzel bir şehirmiş. Kültürü ve geçmişi ile diğer Rusya şehirlerinden farklı olduğunu gösteriyor. İki gün dolu dolu gezip, dolaştık, pek çok yeni bilgiler, pek çok güzellikler gördük ve tadı damağımızda kaldı. Rusya’da en fazla Türkçe konuşarak anlaşabildiğimiz yer de burası oldu. Kazan tekrar gelmeyi kesinlikle hak ediyor. Umarım birgün tekrarı olur.

Bu arada her şehirde Karadenizli bir hemşerimi buluyor olmam yine, yeniden gösteriyor ki biz dünyanın her yerindeyiz. Burada da 10 yıl önce Alanya'da tekne kaptanı iken Tatar bir hanım ile evlenip, sonrasında gelip buraya yerleşmiş Ordu'lu bir arkadaş ile tanıştım. Burada kasaplık yapıyormuş. Alanya’da tekne kaptanlığından Tatar’da kasaplığa, ne ilginç hayat hikayeleri var. Yalnız eşi bile Tatar olmasına rağmen "dikkat edin Tatar satar" diye bir söz var demeseydi iyiydi.




ŞUPAŞKAR



Karavan ile Rusya içinde batıya doğru seyahatimiz devam ediyor. Bugün 180 km yol alarak Kazan’dan, Cuvaşistan Cumhuriyeti başkenti Şupaşkar'a geldik. Nehri gören, güzel manzaralı bir parka konuşlandık. Yorgunluktan pes edene kadar şehir turu yaptık. Artık sizlerin de öğrendiği üzere bu Rusya'nın her şehri birbirinden güzel. Önce bilgi dağarcığımıza biraz yükleme yapalım..


Çuvaşistan nüfusunun yüzde 67,7'sini Çuvaş Türkleri, yüzde 2,8'ini ise Tatar Türkleri oluşturmaktaymış. Çuvaşlar arasında Hristiyanlık, Tatarlar arasında İslam dini yaygındır.

Çuvaşlar, bir başka Türk soyundan olan Gagavuz Türkleri gibi Ortodoks Hıristiyan'dır. 11 Ağustos 1962 günü uzaya çıkan üçüncü insan olan Çuvaş kozmonot Andrian Nikolaev, ayrıca uzaya giden ilk Türk olarak kabul edilir.


Burası Rusya'nın şerbetçi otu yetiştirme merkezi ve uzun süredir bira yapımı tarihiyle ülke çapında ünlüymüş . Zaten Milli içkileri bira imiş. Konuştukları lisan, diğer hiçbir Türk diline benzemiyor fakat onlar Türkçenin en eski lehçesini konuşan tek halk olarak kabul ediliyormuş . Çuvaşça'nın Türkçe ile Moğolca arasında köprü vazifesi yapan üçüncü bir dil olduğu görüşünü savunanlar çokmuş.



Şupşakar'da limana yakın bir yere park ettiğimiz için her tarafı yürüyerek gezdik. İnsanlar nehir boylarında mutlu mesut gezip eğleniyorlardı. Göl etrafını çok güzel düzenlenmiş olarak gördük. Buradaki bira müzesi de çok güzeldi. Çeşitli biraların tadına baktık. Gece ışıklandırması ayrı güzeldi.

Biz Şupaşkar' küçük bir yer ve uzun yolculuğumuzun dinlenme yerlerinden birisi olarak düşünmüştük. O yüzden burada bir gece konaklama molası planlamıştık. Planımıza sadık kaldık, ama bu şehir gezip görmek, eğlenmek açısından çok daha fazlasını hak ediyormuş.





N. NOVGOROD




Bugün Oka ve Volga nehirlerinin birleştiği noktada bulunan Rusya'nın Avrupa kesiminde bulunan yerdeyiz. Burası Nijniy Novgorod. Şehir 1221 yılında kurulmuş ve Rusya'nın en eski ticaret ve el sanatları şehirlerinden biri olarak biliniyormuş.

“Herkesten öğren, kimseyi taklit etme" sözünün de sahibi olan en ünlü Rus yazarlarından Maksim Gorki (1868-1936) Nijniy Novgorod'da doğmuş. 1932'de yazarın onuruna şehrin adı Gorki yapılmış ancak 1990 yılında yeniden Nijniy Novgorod ismine geri dönülmüş.

2. Dünya Savaşı sırasında, 1941'den 1943'e kadar Gorki şehri , Almanya tarafından hava saldırılarına ve bombardımanlara en fazla maruz kalan şehir olmuş. Nedeni ise buranın cepheye askeri teçhizat sağlayan ana endüstri şehri olmasıymış. Sovyet döneminin büyük bölümünde, turist gemileriyle Volga'da seyahat eden Sovyet turistler için popüler bir durak noktası olmasına rağmen, şehir Sovyet askeri araştırma ve üretim tesislerinin güvenliğini korumak için yabancılara kapatılmış. Öyle ki şehrin sokak haritaları bile 1970'lerin ortalarına kadar satışa yasaklıymış.



Burası 1 250 000 kişilik nüfusu ile Rusya'nın en büyük 5. şehri olarak geçiyor. Şehir aynı zamanda Volga federal bölgesinin başkenti. Buradaki kale çok güzel korunmuş ve gezi alanları düzenlenmiş. Kaleye çıkılan Chkalov merdivenleri Avrupa'nın en çok basamaklı merdivenleri imiş. Şehrin genel olarak çok temiz ve düzenli bir ortamı var. Trafiğe kapalı olan Bolshaya caddesi bizim İstanbul'daki İstiklal caddesi gibi. Üstelik aynı insan seli burada da var.


Karşımızdaki ışıklandırılmış ünlü Aleksandr Nevski Katedrali manzarasında geceledik. Gündüz de

güzeldi ama gece ışıklandırılmış hali daha güzeldi.


Rusya içinde daha çok yolumuz var ve yollar bizi bekler.. Moskova’da görüşmek

üzere.

MOSKOVA


Coğrafi olarak artık Moskova sınırları içerisine girmiş bulunuyoruz. Ancak şehir merkezine geçmeden önce yapmamız gerekenler var. Karavanla o kadar yol gidince ister istemez bazı sorunları çıkıyor. Buralardaki tamirciler ile anlaşmak gerçekten sıkıntılı. Burunlarından kıl aldırmıyorlar denilenlerden. Sonunda bulduğumuz Azeri bir usta Karavanın bakımlarını yapmayı kabul etti. Ayrıca Moskova merkezin trafik yoğunluğu İstanbul'un 5 katı dedikleri için gözümüz korktu. Cesaretimizi toparlayınca merkeze gidip göreceğiz.

Dünyanın bütün büyük şehirlerinde uygun fiyata kiralık ev bulmak en büyük sorunlardandır. Moskova'nın da onlardan farkı yok. Bazıları çözümü şehrin çok uzağında, bizdeki hobi bahçeleri gibi yerler yaparak bulmuşlar. Buralardan işe gitmek çok uzak olsa da, ekonomik olması nedeniyle sayıları sürekli artıyormuş. Anlaşılacağı üzere Karavanı tamir ettirdiğimiz ustanın yeri de böylesi uzak bir yerdeydi. Tamirat işleri bittikten sonra Moskova merkeze geçtik. Karavanı 2. halkanın dışında, bir Avm'nin otoparkına yerleştirdik. Moskova'da park yeri bulmak inanılmaz zor. Ancak merkezden uzaklaşarak yer bulunabiliyor. Burada 3 günlük Metro ulaşım kartı aldık. Artık Moskova gezisi başlayabilir.

70 li yıllarda öğrenci olup, dünyaya soldan bakanlar çok iyi bilirler. Gizli gizli duvarlara, sıralara orak çekiç kazımaya çalışılıyordu. Karşı tarafta olanların ise meşhur bir sloganı vardı "Komünistler Moskova'ya!" denirdi. Bütün onlar birer nostalji ve bana Moskova'ya gelmek ancak kısmet oldu.


Moskova hakkında çok fazla not yazmayacağım. Herkesin epey bilgisi olan bir büyük şehir ve ayrıntılı yazmaya kalksam başlı başına büyük bir kitap olurdu. Zaten yürümekten anam ağladı. Sadece şunları söyleyeyim ki, burası gerçekten çok büyük ve bir o kadar eskisi korunmuş tarihi, çok güzel bir şehir. Sanırım bizden başka herkes tarihine, tarihi binalarına, şehirlerin kültürlerine sahip çıkıyorlar. Daha bir kaç gün buradayız, Üstelik daha sırada Nazım'ı ziyaret edip, başı ucunda bir şiirini okuma planı var. Gitmezsek o ayıp bize yeter.


Askerlerin nöbet değişim merasimi her zaman ilgi çekici olur. Moskova'da Kremlin önünde nöbet değişimine denk gelince ilginç görüntüler izledik.


Bizim Moskova ziyaretimizde ki şanssızlığımız, güvenlik nedeni ile Kızıl Meydan'ın kapatılmış olması oldu. Ancak uzaktan, demir parmaklıkların arkasından görebildik. Ama zaten buraları medyadan o kadar çok görmüşüz ki, insan sanki daha görmüştüm hissine kapılıyor.


Moskova gezimizin ilk günü daha çok Kremlin sarayı etrafında yürümekle geçti. Mesafeler çok uzak ve insan gerçekten yoruluyor. Ancak gezginler çok iyi bilir ki, bir şehri en iyi yürüyerek gezersen tanırsın.


Ünlü Arbat Caddesinde bir kaç tane Türk restoranı gördük. Bunlardan Şefin yerine döner yemeğe gittik ama döner bitmişti. Gitmişken boş çıkmayalım dedik, baklava ve kadayıf gibi artık özlediğimiz tatlılarımızdan yedik. Moskova bir kaç günde gezmekle bitecek gibi değil. Biz yine de gelmişken görebildiğimiz kadar fazla yer görmeye çalıştık.


Moskova gezisinde olmazsa olmaz bir Avm ziyareti yaptık. Hani Avm gezmem demiştin demeyin, burası bildiğiniz Avm'lerden değil, kocaman bir şehir gibi . Biraz bilgi toparlayalım. Kremlin'in hemen yanı başındaki GUM 1893'te açılan mağaza, Moskova ve Rusya için olağanüstü bir projeydi; o zamanlar Avrupa'nın en büyük pasajıydı. Kapalı alışveriş caddeleri olan pasajlar, Doğunun kapalı çarşılarından esinlenerek inşa edildi. Ancak bunlar sadece kapalı alışveriş caddeleriydi; büyük mağazalarda ancak yüzyılın ikinci yarısında toplanmaya başladılar. Tam kaplamalı, camdan gökyüzüyle, kendi elektrik santrali, artezyen kuyusu, bodrum katlarında toptan satış, telgraf ofisleri, bankalar, restoranlar, kuaförler, showroomlar, atölyeler ile aralarında cam kaplı sokakların bulunduğu 16 büyük ayrı binadan oluşuyordu. GUM sadece hemen hemen her şeyi satın alabileceğiniz bir mağaza değil. Burası eczanenin, banka şubesinin ve çiçekçinin bulunduğu tam bir alışveriş bölgesi... Burası mimari bir anıt. Burası restoran ve kafelerin bulunduğu konforlu bir dinlenme alanıdır. Bir sanat galerisi ve kültürel etkinlik mekanıdır. Bu Rus tarihinin ayrılmaz bir parçasıdır. Moskova'nın sembolü ve kendinizi Avrupa'da hissedebileceğiniz Kremlin'e en yakın yer.

Moskova'nın her tarafından görülen, bir birine benzeyen yedi tane kocaman bina kompleksleri dikkatimizi çekti. Bunlar Yedi Kız Kardeşler olarak adlandırılan binalarmış.


Moskova Devlet Üniversitesi, Ukrayna Oteli, Rusya Dışişleri Bakanlığı binası, Kotelniçeskaya Nehir Kıyı Binası ( Konut olarak kullanılıyor), Kızıl Geçit binası ( Konut olarak kullanılıyor ), Kudrinskaya Meydanı Binası ( Konut olarak kullanılıyor), Leningrad oteli.


Moskova Devlet Üniversitesinin ana binası, tüm Rusya'daki en prestijli yüksek öğretim kurumunun

evinden çok bir Batman filminden bir sahne parçası gibi görünüyor. Bu bina, Stalin döneminin inşa edilmiş bir dizi gökdelen olan efsanevi Moskova'nın Yedi Kız kardeşlerinin en büyüğü imiş.. İnşaatı 1949'da başlamış ve 240 metre yüksekliğiyle on yıllar boyunca Avrupa'nın en yüksek binası olmuş. Kulenin tepesindeki yıldız, küçük bir oda ve bir seyir platformu içerecek kadar büyükmüş ve 12 ton ağırlığındaymış. Binanın cepheleri dev saatler, barometreler, termometreler, heykeller ve oyma buğday demetleriyle süslenmiş.

Zaryadye Parkı çok güzel yapılmış. Parkın ana özelliği peyzajın altına gizlenmiş tesisleridir ve parkın kendisi dört iklim bölgesine bölünmüş, orman , bozkır , tundra ve taşkın yataklarını temsil ediyormuş. Bunlar aşağıya doğru inen teraslar şeklinde düzenlenmiş.

Moskova Nehri'ne 70m yukarıdan bakan ve tek bir destek olmadan 70m nehir üzerine uzanan, Kremlin’in ve Moskova’nın panoramik manzarasını başarılı bir şekilde gösteren Yüzen Köprü olarak da adlandırılan V şeklindeki seyir terası var. Buz Mağarası, Uçan Sinema, Medya Merkezi, Yeraltı Müzesi, Zaryadye Gastronomi Merkezi, Zaryadye Konser Salonu gibi pek çok güzel alanlara ayrılmış. Ayıptır söylemesi ama buradaki gastronomi merkezinde yediğim kalamar ızgara nefisti!

Moskova canlı bir şehir. Gece 01 de bile caddeler insan doluydu. İnsanlar, özellikle genç kızlar o kadar şık geziniyorlar ki, sanırsın hepsi düğüne gidiyor. Meşhur denilen Arbat caddesini gündüz ve gece gördük. Türk restoranlarına göz ucu ile fiyatlara baktım, çok fena. Türkiye'nin bir kaç katı gibi. Dünyanın neresine gitsem Karadeniz'li bir hemşerim ile karşılaşıyorum demiştim. Allah

yokluklarımızı eksik etmesin. Burada yok mu sandınız? Mustafa'da burada çalışan İnşaat mühendisi kardeşimiz. Anlattıklarına göre buralarda gezip, eğlenmek çok güzelmiş ama sıra çalışmaya gelince koşullar biraz kötüymüş. Valla biz gezip eğlenmeye geldik, gerisini bilmem dedim.. Moskova'nın gecesi gündüzünden daha güzel. O muhteşem binaları çok güzel aydınlatıyorlar.

Moskova gezisi hakkında notlar yazarken bu şehrin Metrosundan ayrıca bahsetmezsek olmaz. Metro istasyonları genellikle kirli noktalardır, bir şehrin göbeğine açılan karanlık, rutubetli kapılar ile karşılaşırsınız.. Ancak Moskova'daysanız bu durum farklı, Metro duraklarını bile gezmek tam bir sanat şöleni. Bu şehrin metro istasyonları, mimari olarak hayranlık uyandıran, hatta belki de dünyanın en güzeli. İstasyonlar o kadar zarif ki, bir yeraltı ulaşım ağına girişten çok lüks büyük salonlara girilmiş gibi görünüyorlar. Her bir istasyon farklıdır. Bazılarının duvarlarını renkli

mozaikler ve vitray pencereler süslüyor, bazılarının tavanlarından ise parlak avizeler sarkıyor. Her biri kendi mini galerisi gibi. Sosyalist sistem için bir tür propaganda görevi görür. Bazı istasyonların tasarımlarında orak ve çekiç gibi sosyalist semboller yer alıyor. Satın aldığımız üç günlük Troyka Kart ile pek çoğunu keyifle izledik. Burada metro kullanmak gerçekten çok kolay. Şehri yuvarlak olarak çevreleyen 3 ana hat ve onlar arasında bağlantı hatları var. Metro ortalama 2 dakikada bir geldiği için bekleme süreleri çok kısa. Zaten burada araç kullanmak akıllı işi değil.

Moskova Kremlini bu sıralar ziyaretçilere kapalı. Sanırım oraya bir dron ile saldırı düzenlenmiş ve o yüzden güvenlik nedeniyle kapatılmış. Putin'in çalışma ofisi de Kremlin içinde olduğu için normal herhalde.


Moskova kremlinini gezemedik madem Moskova içerisinde bir başka bölgede olan İzmailova Kremlinini gezelim dedik.. Yaklaşık 200 yıllık yapılar tipik Rus mimarisi olarak yapılmış ama ortam bize Çin mahallesi gibi geldi. Sıra sıra satıcı tezgahları dolu. Hafta sonları Moskova'nın en büyük bit pazarı burada kuruluyormuş.


Kremlin aslında kale, şato, hisar anlamına gelmektedir ama tarihi Rus kentlerinin merkezinde bulunan önemli yapılar için de kullanılmaktadır. Pek çok tarihi kentin Kremlini bulunmaktadır. Türkiye'den bakınca sadece Moskova Kremlini varmış gibi algılanabilir ama bu doğru değildir. Aslında bunun nedeni en tanınmışı Moskova Kremlini olmasından dolayıdır.

Moskova'ya gelip de sevgili Nazım Hikmet'i ziyaret etmeyeceğimizi düşünmediniz umarım. Bizim için çok özel duyguların yaşandığı güzel bir ziyaret oldu.


Nazım'ı da ziyaret ettiğimize göre artık Moskova'dan ayrılma vaktidir!...




TVER


Karavanın bakımı, kocaman Moskova şehrinin gezmesi derken, Moskova'da bir hafta kalmış olduk.

Artık yine batıya doğru olan yolculuğumuz devam ediyor.

Bugün Moskova ile Petersburg arasındaki Tver şehrinde mola verdik. Yarın yola devam edeceğiz. St Petersburg'un kuruluşunun ardından Tver, Rus İmparatorluğu'nun eski ve yeni başkentleri arasında seyahat edenler için önemli bir durak noktası haline gelmiş . Rus kraliyet ailesi genellikle Moskova'ya gelirken veya Moskova'dan giderken Tver'de kalırmış. Eee, bizim neyimiz eksik deyip, Tver'de kalmaya karar verdik.

Tver sessiz ,sakin nispeten ufak bir şehir. Daha önce gördüğümüz büyük Rus şehirlerine göre gelişmişlikten yeterince nasiplenmemiş bir şehir. Biz zaten burada dinlenme molası amaçlı durduğumuz için bir beklentimiz de yoktu ama gezilecek yerleri olsa iyi de olurdu tabi ki..

Rusya'da genel olarak sokak çeşmesi sayılacak sular hep tulumba şeklinde. Bunların suyu genellikle içilebilir temizlikte oluyor. Sağında solunda içilir yada içilemez yazısı yok. Bizim taktiğim, bunlardan görünce yerel halkı gözlemliyoruz. Eğer içme suyu alıyorlar ise biz de Karavana içme suyu olarak da aldık. Bu tulumbaları sürekli basıp bırakmak gerekmiyor. Aşağıda nasıl bir sistem yapmışlar işe, tulumbayı basılı tuttuğun sürece su akıyor. Biz basılı tutmayı bile pratik hale getirdik. Dolu bir bidonu sapına takınca su akmaya devam ediyor. Bu kadarlık Laz aklı olsun artık.


Tver'den ayrılıp Petersburg yoluna devam ederken 200 km yol alınca, güzel manzaralı yerde mola verelim dedik. Aslında manzarası için buraya uğradık. Uğrayınca da Manastırı da gezmiş olduk. Burası ormanın içinde, etrafı göllerle çevrili bir yarımada. Manzara gerçekten güzel. 1650 lerde yapılmış Manastır mimarisi de güzel. Burası buraların ünlü Iveron Valdai Manastırı.






VELİKİ NOVGOROD



St. Petersburg'dan önceki son durağımız Veliki Novgorod..

Önce bir hikaye anlatayım.

Rus vatandaşının birisi gittiği Avrupa'dan evine dönmek için uçağa binmiş ve Rusya'da havaalanında uçaktan inmiş. Havaalanında bir değişiklik yok. Taksi çağırmış ve gideceği adresi söylemiş. Taksi ile giderken geçtiği caddeler, meydanlarda değişiklik yok. Evinin sokağına girmiş, sokak aynı. Taksiden inmiş, evine girerken zili çalıp beklemiş. vee kapıyı açan kadın eşi değil. Sen kimsin diye sormuş, kadın "ben burada oturuyorum, evin sahibiyim, Asıl sen kimsin" demiş. Konuşmaya başlayınca anlaşılmış ki adam yanlış uçağa binmiş ve dolayısıyla yanlış şehirde, yanlış eve gelmiş.

Bu bir filmin kısa öyküsü. Arkadaşım anlattı. Filmin ana mesajı bütün Rus şehirlerinin bir birbirine benzediğini anlatmak.

Bugün geldiğimiz şehir de diğerlerinden pek farklı değil. Nehir kenarında, gezi tekneleri, Kremlin ve aynı stil binalar ve olmazsa olmaz Kiliseler.





Burası Volhov nehri kenarında kurulmuş bir şehir. Karavanı Novgorod Kremlininin tam karşısına, nehir kenarında güzel manzaralı bir yere park ettik. Yürüyerek nehir kenarını gezdik, köprüden Kremlin tarafına geçtik. Buradaki Kilisenin büyük çanları ilginçti. Nehirde tekne turları da vardı ama bu defa onlara binmedik. Milenyum heykeli güzel yapılmış, biraz onun etrafında dolaştık.



Karavanı park ettiğimiz yerin manzarası güzeldi demiştim ama akşam gün batımında bir başka güzel oldu. Sizler manzara izlerken biz dinlenmeye geçelim. Büyük bir şehir daha, St. Petersburg bizi bekliyor. Orada görüşmek umudu ile..

ST. PETERSBURG


Biz artık Petersburg'dayız. Moskova'da karavan deposuna koyduğumuz suyun resmen çamurlu su olduğu anlayınca dün depoyu komple boşaltıp, yolda bir benzinlikte yeniden doldurdum. Görüntüsü berrak gibiydi ama şeffaf bidona da koyunca gördük ki bu da iğrenç, çamur gibi bir su. Mecburen onu da boşalttık ve başladık yol boyunca su bakmaya. Neredeyse Petersburg'a geldik ve ancak 3 ayrı benzincide azar azar doldurabildik. Suları sanırım kuyu suyu, baştan hızlı akıyor gibi ama sonra hemen kesiliyor. Bugünkü yolculuk resmen su aramakla geçti ve Petersburg'a geldik. Karavancılar için büyük şehirler dünyanın her yerinde sıkıntı demiştim. Eee burası da büyük şehir.


Bu arada buralarda millet Petersburg demiyor, kısaca Pitır diyorlar. Büyük şehirlerin en büyük problemi park problemi burada da var. Her yer araba dolu, uygun boş yer bulmak çok zor. Üstelik 3-4 gün kalacak olunca ister istemez ücretsiz park istiyor insanın gönlü.

Şehir dışında bir Avm parkının uygun olarak gördüm. Son bir kez başka bir bölgeyi dolaşırken binaların arasında bir park buldum. Oh ne güzel sessiz sakin dedik. Karavanı oraya park ettik. Birazdan etrafımızda tekerlekli arabalar ile dolaşan yaşlıların artması dikkatimi çekti. Baktım bir hastanenin arka bahçesindeyiz, hemen yakınımızda Nevski Katedrali ve yanında mezarlık var. Park etmişken Nevski Katedralini ve çevresini gezdik. Sessiz sakin iyi de, burası ölüm kokuyor, kaçalım dedim.


Biraz yürüyüş yapar bir Avm parkına gideriz dedik ve yürürken şimdiki yerimizi bulduk. Petersburg'da Nevski caddesi paralelinde, neredeyse her yere yürüme mesafesi bir park bulduk, daha ne olsun.

Şimdi gezme zamanı. Gerçi biz buraya yıllar önce de gelmiştik ama olsun. Bakalım neler değişmiş.



Yıllar önce geldiğimiz bu şehirde değişen fazla bir şey yok. Aynı canlılıkta ve çok güzel bir şehir olma özelliğini devam ettiriyor. Değişen tek şey benim beyazlayan saçlarım olmuş.

Önce burada yaşanmış, gerçekliği tartışmalı bir hikaye yazayım. İnanıp inanmamak size kalsın.

İkinci Dünya Savaşıydı. Savaş bölgesinden memleketi olan Leningrad'a ( St. Petersburg) izne gelmiş olan bir asker, evinin bulunduğu caddeye doğru giderken, Alman bombardımanı sonucu ölenleri taşıyan bir kamyonla karşılaştı.

Ölüler toplu gömülmek üzere mezarlığa götürülüyordu. Cesetlerin arasında askerin dikkatini çeken bir şey vardı; bir ayakkabı. Gördüğü ayakkabı eşine aldığı ayakkabıya benziyordu. Eve gidip gitmeme konusunda tereddüt ettikten sonra görevliye, ayakkabıyı giyen ölüyü görmek istediğini söyledi.

Görevli izin verdi. Asker kamyona çıktı, cesede baktı, gördüğü kişi karısıydı.

Görevliye cesedin karısı olduğunu ve onu alıp kendisinin gömmek istediğini söyledi. Görevlinin yardımıyla ceset indirildi. Asker karısını zor da olsa nefes aldığını ve onu alıp hemen hastaneye götürdü. Yapılan müdahaleler sonucu kadın kurtarıldı, iyileşti ve normal hayata döndü.

İşte o gün ölümden dönen kadın hamile kaldı ve 7 Ekim 1952'de Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Vladimiroviç Putin'i doğurdu.


Ünlü Rus Çarı Deli Petro tarafından kurulan şehir, tarih boyunca Rusya’nın Batı’ya açılan kapısı olmuştur. Rusya’nın Moskova’dan sonra ikinci büyük şehridir. Dünyanın en çok müze bulunduran şehri St. Petersburg şehridir. Burada yaklaşık 306 müze bulunmaktadır. Kanalları ve köprüleri, Venedik'i andırdığı söyleniyor olsa da biz o kadar benzetemedik.

Eski Rus mimarisinin ihtişamı sizin ilginizi çekiyorsa, ki çekmemesi mümkün değil, gez gez bitmeyecek bir şehir.

St Petersburg'da gezilecek yerlerin başında bulunan Hermitage Sarayı Rus mimarisinin en görkemli yapılarından bir tanesi. Gördüğünüzde etkilenmemeniz mümkün değil. Çariçe Katerina’nın kışlık sarayı olarak Neva Nehri’nin kıyısında yapılmış. Hermitage kelime anlamı küçük inziva yeri anlamına geliyormuş. Çariçe Katerina 16 sevgilisi olması ile çok ünlü, bunu da belirteyim. İlk olarak 1764 yılında Berlin’den 205 adet tablo saraya getirtilmiş. Bugün sarayda bulunan eserlerin sayısı 3.000.000’u geçmiş. Rusya’nın en büyük, Dünya'nın da en büyük 5 müzesinden bir tanesi olarak kabul ediliyor.

Ne kadar büyük olduğunu sayılarla ifade edersek: Müzede 1886 kapı, 1945 pencere, 1057 oda bulunuyor. Cephesinin uzunluğu 2 km. 322 resim galerisini gezmek isterseniz 25 km yol yürümeniz gerekiyor. Eğer her esere 1 dk. ayırmak isterseniz 11 yılda müzeden ancak çıkabilirsiniz.

Müzeye girebilmek için uzunca kuyrukta beklemeyi göze almak gerekiyor. Ben ancak 4 saat kadar gezmeye dayanabildim. Yürümekten, kronikleşen bel ağrılarım daha fazla gezmeme imkan tanımadı.



Bence Petersbug'un en şirin, en süslü yapısı "Petersburg Kan Kilisesi" . Her tarafı o kadar renkli, cıvıl cıvıl, insan baka kalıyor. Aziz Isaak Katedrali ayrı bir görkeme sahip. Hediyelik eşya mağazalarının olmazsa olmazı Matruşka bebekleri. Çok fazla çeşitleri bulunuyor.

Öğle yemeği yediğimiz şirin rus lokantası. Bu arada anlatmam lazım,başka bir yerde yemek yemeğe girdik. Self servis lokanta imiş. Yemekleri seçerken eşim ünlü Borç çorbası aldı, ben içinde ne eti var, durduk yere mideni bozma dedim. Kasaya geldik, kasadaki 40 yaşlarındaki kadın, çorbayı tepsiden geri aldı ve Türkçe siz bunu yemezsiniz dedi. Biz şaşkınlıkla Türkçe konuşuyorsunuz ve nedenki deyince, kırık dili ile ben Azeriyam ve bunlarda domuz eti var dedi. Gülüştük " iki devlet, tek milletiz" dedi.

Bu arada Petersburg'da, ingilizce bilen sayısı çok fazla değil. Hele ki gittiğiniz Restoranda İngilizce menü yoksa, menü size bakıyor siz menüye.

Ellerinde bira şişeleri ile Petersburg sokaklarında at sırtında dolaşan güzeller. Bu resmi gönderdiğim sevgili eniştem Osman, “ee alkollü araba kullanmak yasak, at sürmek de yasak değil ki, ne yapsınlar” diyerek, tipik Karadenizli hazır cevaplılığını bir kez daha göstermişti.



Burada her yer insan dolu, sürekli bir yerlere gidiyor gibi görünen insan kalabalığı. Ama bu şehir sanıyorum Rusya'nın en güzel ve modern şehri. Bu defa gelişimde en dikkatimi çeken şey ise, adım başı tekne turu satmaya çalışan satıcılar. O kadar çoklar ki, insan artık sıkılmaya başlıyor. Kapitalizmin rekabeti buraya da çoktan gelmiş. Çok ucuz fiyat ile Borsh çorbası veren ucuz restoran zinciri gördüm. İnsanlar oralarda yemek kuyruğundalar.

Petersburg'da 3 günlük ulaşım kartı aldık. Bu kartlar ile toplu taşımaya sınırsız defa biniliyor. Bilmediğimiz şehirlerde yaptığımız bir aktiviteyi burada da yaptık. Şehir içi tramvaya bindik, nereye gittiğini bilmeden son durağına kadar gidip geri döndük. Böylece oturduğumuz yerden şehrin merkezi dışındaki yerlerini de görmüş olduk. Bence her gezginin yapması gereken bir aktivite.


Hiçbir şeyden çekmedi dünyada Nasırdan çektiği kadar; Kundurası vurmadığı zamanlarda Anmazdı ama Allah'ın adını, Günahkâr da sayılmazdı.

Yazık oldu Bülent Efendi’ye.



Ömrü hayatımda ilk defa ayak parmağımda nasır çıktı, canıma okuyor.. Gezmelerdeyiz diye yürüyüşü de bırakamayınca, o da beni bırakmıyor. O yüzden bugün biraz çimlerde yatış yaptım. Zaten buralarda insanlar azcık park bahçe ve güneş görseler hemen orada yatışa geçiyorlar.

Bu coğrafyada bir inanış var. Heykellerin eline dokunmanın şans getirdiğine inanılıyormuş. O yüzden bütün heykellerin eli dokunulmaktan parlak duruyor. Bugün ben de dokundum, du bakalım.. Az önce Google a sordum, heykel eline dokunmak neymiş dedim. Sık arananlarda heykel eline dokunmak abdesti bozar mı? diye soru çıktı. Arkadaş neyin kafası ile bu soruyu çok sordunuz ki, en başta o çıktı. Memleketten uzak olsak bile komik saçmalıklarından kurtulamıyoruz!




Petersburg gezimizin son gününü Çar 1. Petro’nun emriyle 18. yüzyılda inşa edilmiş Peterhof sarayının bahçesini gezmeye ayırdık. Kendisine bizim tarihimizde deli Petro deniliyor olsa da Avrupa onu büyük Petro olarak tanıyor. Modern Rusya'nın temellerini atan adamdır kendileri. Fransa’daki Versay Sarayı’nı görünce böyle bir saray istiyorum demesiyle başlamış Peterhof hikayesi . Bir dizi saraydan ve çeşitli boyutlardaki bahçelerden oluşan sarayın yapımına İsveç’e karşı kazanılan zaferin ardından başlanmış. Sarayın bahçesinde yer alan 64 fıskiye ile 250 heykelden oluşan Büyük Çağlayan, görsel açıdan büyüleyicidir.

Petergof, 23 Eylül 1941'de Almanlar tarafından ele geçirilmiş. 1944'e kadar Almanların elinde kalan saray büyük oranda yıkıma uğramış. Çeşmelerin pek çoğu yok edilmiş ve saray kısmen patlatılarak yanmaya bırakılmış. Savaşın bitiminden sonra başlayan restorasyon çalışmaları hâlâ devam ediyor. Bahçesini yürümek bile saatler sürüyor ama gerçekten güzel bir yer olmuş.

Artık Petersburg’u geride bırakarak Finlandiya yönüne doğru yolumuza devam ediyoruz.

VYBORG



Rusya'dan çıkıp Finlandiya'ya gitmek için son konaklama yerindeyiz. Burası Vyborg.. Muhtemelen adını sizler de ilk defa duydunuz. . Burası Rusya'nın Finlandiya öncesi son şehri. Aslına bakarsanız burası 1940 yılındaki Rusya- Finlandiya savaşına kadar bir Finlandiya şehri imiş. O savaşta Rusya, burası artık benim demiş.



Sokakları bakımsız olsa da Arnavut kaldırımları ile tam bir Ortaçağ kasabası havası var. Çarşıda gezerken kapalı bir sabit pazara denk geldik. Orada çeşit çeşit zeytin yağları görünce inceledik, baktık 5 lt soğuk sıkım düşük dansiteli Yunan zeytinyağı fiyatı Türkiye’den çok daha ucuza. Yunanistan nere, burası nere?

Eski bir Finlandiya şehri olduğu için binalar, sokaklar tam bir Finlandiya havasında. Sanırım Finlandiya tarafına geçince adaptasyon zorluğu yaşamayacağız.


Gelelim sınır geçişi hikayesine..


Daha Rus sınır kasabasına girişe gelmeden asker durdurdu. Nereye gidiyoruz sorgusundan sonra pasaport ve karavan fotoğraflarını çekip bir yerlere gönderdi. 15-20 dk bekledikten sonra cevap geldi herhalde ki, devam edin dedi.

Rus sınırına geldik. Beklediğimiz sorun gerçekten sorun oldu. En son Kazakistan'dan Rusya'ya girerken karavanın gümrük belgesini doldurmamışlardı. Ben ısrarla bu belge olması lazım dedim ama onlar da ısrarla Kazakistan'dan girişlerde gerekli değil demişlerdi. Buradakilere onu anlattık, yok olmaz, illa lazım dediler. Günü geçmiş eski evrakı verdim, içeri gidip bir saatten fazla süre sonra gelip, tamam sorun yok dediler. Anladığım kadarıyla Moğolistan'dan giriş ve Kazakistan'dan giriş gümrüklerini arayıp, giriş çıkışımızı teyit etmişler. Karavanı şöyle bir kısaca arayıp, çıkmamıza izin verdiler. Yüzleri gülüyor ve yardımcı olmaya çalışır halleri vardı. İşimiz 3 saate yakın sürsede beklediğimiz kadar sıkıntılı olmadı..

Geldik Finlandiya kapısına. Suratlar iki karış, artistik tavırlı görevliler. Ortalıkta bizden başka kimse de yok. Önce pasaport kontrolüne gittik. Genç bir polis, pasaportumu evirip çeviriyor. Aynı sayfalara en az 10 ar kez bakmıştır. Bilgisayara bakıyor, boş boş bakıyor. Arada nereye gittiğimizi, ne kadar zaman kalacağımızı soruyor. Resmen sinir testi yapıyor. Yıllardır defalarca yurtdışına çıkarım ve ilk defa bir şey ile karşılaştım. Kredi kartımı istedi. Verdim, evirip çevirip bakıyor. Sanırsın ilk defa kredi kartı görüyor. Kart limitimin ne kadar olduğu bile sordu. Uzun bir bekleyişten sonra kaşeyi basıp verdi. Geldik araç kontrolüne. İçeriye üç polis girdi, yetmedi köpekli polis geldi karavanın içini dışını köpeğe gezdirdi. Bu sınır kapıları gerçekten sinir kapıları.. Sonunda geçebilirsiniz dediler ve çıktık.

Artık Finlandiya içerisine girdiğimize göre, belki bir başka yazıda, kitapta görüşmek umudu bile bu

yazı macerasını burada sonlandırıyorum. Unutmayın " Her yer en az bir defa görülmeyi hak ediyor "






dr. bülent erata