" Her yer en az bir defa görülmeyi hak ediyor "

KARAVAN İLE ASYA GEZİSİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KARAVAN İLE ASYA GEZİSİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6- NUKUS - HİVE / ÖZBEKİSTAN

 

Nukus'a akşam gelip Tiyatro binasının yanındaki otoparka karavanlarımızı park ettik. Sabah kalkınca gördük ki sağımız solumuz araba ve insan dolu. İnsanlar siyah takım elbiseli, kadınlar oldukça şık giyimli. Herkes telaşla tiyatro binasına gidiyorlar. Anladık ki resmi Nevruz kutlaması orada olacak. Kahvaltı sonrası biz de oraya gittik. İçlerinde resmi takım elbise giymemiş olan sanırım sadece ben vardım. Buralarda yönetim sistemi biraz karışık.   Rusya'da zaten çok fazla var da, ülke içerisinde Cumhuriyetler var. Ben sistemlerini hala çözemedim de.. Bulunduğumuz Nukus şehri Özbekistan içerisinde Karakalpakistan Cumhuriyeti'nin başkentiymiş. Tiyatroda herkes yerini aldı ama tören bir türlü başlamıyor. Epey bekledikten sonra salona birileri girdi ve herkes aynı anda ayağa kalktı. İster istemez biz de kalktık. Adam yerine oturduktan sonra herkes yerine oturdu.  Meğerse gelen adam Karakalpakistan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanıymış. Sonrasında törenler başladı. Önce uzun uzun konuşmalar yapıldı, arkasından yerel sanatçılar şarkılar söylediler, halk oyunları ekipleri dans gösterileri yaptılar. Yalnız bütün bunlar eski alışkanlıkları olsa gerek eğlenceden uzak, daha çok resmi geçit merasimi havasında gerçekleşti. Konuşmaların biz kısmı bizim Türkçeye yakın, azcık anlayabiliyoruz ama çoğunu anlamak mümkün değil.



Tören sonrası çıkıp Nukus Sanat Müzesine gittik. Şehiri Nevruz nedeniyle epey süslenmiş gördük .Anladık ki buralarda Nevruz hakkını verilerek kutlanıyor. Müze girişi 160 000 Özbek Somu, yani yaklaşık 267 lira..





Normalde yurtdışında Türk restoranlarına gitmeyiz ama burayı merak edip girince, hadi yiyelim dedik. Yozgat'lı bir vatandaş açmış, aşçısı da Yozgat'lı. Bize kafana göre bir şeyler ver dedik. Saç kavurma ve kızartma salatası verdi. Burada bütün salatalar etli dedi.

Pazarda her şeyin turşusu var. Et, ciğer ve işkembe dahil. Fiyatlar bizden çok farklı değil.


Nukus temiz, düzenli bir şehir. Geniş ve temiz caddeleri var. Hive yoluna çıktık. Yine bir efsane köprüden geçtik. Yolda mazot aldık, 65 lt mazot 70 dolar tuttu. Litresi 20 lira gibi. Yine depodan mazot taştı, her taraf mazot oldu.

Yol boyunca bolca pirinç tarlası var. Hepsi su dolu ama yol kenarlarında depoya almalık hiç su yok. İçme suyunu nereden sağlıyorlar bilemiyorum.. Şehir dışındaki mezarlıklar uzaktan görünce başka bir şehir gibi görünüyor ama yaklaşınca mezarlık olduğu anlaşılıyor.

23 mart sabahı Hive'ye doğru yola çıktık. Ceyhun nehrinin  üzerinde metal plakalarla yapılan köprü ilginçti. Kopan yerlerini kaynakla yamaya yamaya güvensiz bir hale gelmişti ama sıkıntı olmadı. Hive'ye yaklaştıkça meyve ağaçları ve ekili alanların sayısı artmaya başladı. Seraların çokluğu da dikkati çekiyor. Sonradan öğrendiğimize göre burada seralar doğalgaz ile ısıtılıyormuş.
Hive hakkında toparladığım bilgileri okumanız uygun olacaktır.
Özbekistan'ın batısındaki Harezm bölgesinin incisi olarak bilinen Hive'yi ziyaret edenler, bir zamanlar tüccarların, sanatkarların ve alimlerin dolaştığı sokaklardaki tarihi dokunun bugüne kadar iyi muhafaza edildiğini gördüklerinde şaşkınlığını gizleyemiyor.
Toprak rengi ve kızılın hakim olduğu bu kadim kent, ülkenin diğer şehirlerine göre oldukça farklı bir havaya ve kendine has mimariye sahip. Geçmişle iç içe yaşayan bu büyüleyici şehir, labirenti andıran yapısıyla taş ve dar sokaklarında yürüyenleri tarihin derinliklerinde uzun bir yolculuğa çıkarıyor.
Şehir, cebir ve algoritmanın kurucu olarak bilinen ve "0" rakamını bulan ünlü alim El Harezmi ile gökbilim, matematik ve doğa bilimleri alanındaki çalışmalarıyla tanınan bilim insanı El Biruni'nin doğup büyüdüğü topraklara ev sahipliği yapmasıyla da ayrı öneme sahip.
Tarihi İpek Yolu üzerindeki en eski şehirlerden Hive ismini rivayete göre, geçmişte yolcuların buradaki bir kuyuda su bulması ve suyu ilk içtiklerinde "Hey vah!" diyerek şaşkınlıklarını dile getirmesinin ardından almış. Zamanla "Hey vah" adı bugüne "Hive" olarak gelmiş.

"Gökyüzü altındaki açık hava müzesi" olarak adlandırılan, İç içe iki surun çevrelediği bu şehir, adeta zamana ve modernizme meydan okuyor. Hive'de, nüfusun büyük bölümünün yaşadığı ve günümüze sadece bazı kalıntıları kalan en dıştaki surların çevrelediği yeni şehir yerleşkesine "Dışan Kale" deniyor. Daha küçük bir topluluğun yaşadığı, tarihte maruz kaldığı birçok saldırıya rağmen halen dimdik ayakta duran surlarla çevrili eski şehir yerleşkesi ise "İçan Kale" olarak biliniyor.
Hive'nin mimari ve görsel açıdan en etkileyici bölümünü içinde tek bir yeni yapının yer almadığı "İçan Kale" oluşturuyor. Eski şehrin her sokağında, mavi, turkuaz ve yeşil tonlarında çinilerle bezenmiş kesilmiş koni şeklinde minarelere, iki katlı medreselere, dönemin Han'ının yazlık ve kışlık sarayına, yaklaşık 2 bin kişinin aynı anda namaz kılabildiği cami ile çok sayıda toprak rengi yapıya rastlamak mümkün. Hive'de en dikkat çeken unsur ise şehrin tamamen yatay mimariyle inşa edilmiş olması.
Kale içinde çinilerle süslenmiş yapılara dikkatli bakıldığında, boyanmış kare şeklindeki taşların her birinin üzerine Arap harflerinin yazıldığı, böylelikle hangi taşın nereye konulacağını bir yap-boz gibi gösterir şekilde işaretlendiği görülüyor.
Eski şehirdeki en dikkat çekici yapılardan biri de Pehlivan Mahmud Türbesi. Hive'de 1247'de dünyaya gelen şehrin efsanevi kahramanı Pehlivan Mahmud'un aynı zamanda şair ve yazar olduğu biliniyor. Katıldığı hiçbir müsabakada sırtının yere değmediği, hiçbir güreşi kaybetmediği rivayet edilen Pehlivan Mahmud'un kazandığı bütün parayı yetimlere ve yoksullara dağıttığı dilden dile anlatılıyor. Pehlivan Mahmud'un ve bazı hanların mezarının yer aldığı türbenin bahçesinde bir de su kuyusu bulunuyor.
Hive'nin en önemli sembollerinden Cuma Camisi içinde yer alan 212 ahşap sütunun üzerindeki işçilik göz kamaştırıyor. Cami içerisindeki hiçbir sütun bir diğerine benzemezken, sütunlar üzerindeki ahşap işlemeciliği de ustaların maharetini yansıtıyor. Öte yandan sütunlar o kadar muntazam yerleştirilmiş ki minberden bakıldığında hiçbir sütun bir diğerini kapatmıyor ve cemaatin her bir ferdi imamı görebiliyor.







Hive'de dikkatimi çeken başka bir şey.. Minibüslerin üzerinde ve altındaki tanklara dikkat edin. Bunlar metan gaz tankları. Araçlar bunlar ile çalışıyor. Yollarda sık sık metan gaz istasyonları var ve hemen hepsinde kuyruk vardı. Burada benzin, mazot pek revaçta değil .Bu yüzden biz dizel bulmak için zorlanmıştık.
Araçların %90 ı Chavrolet. Sanıyorum Chevrolet firması Koreli Daewoo fabrikasını satın almış ve sonuçta buraya onlar yakın olunca böyle olmuş. Aralarda tek tük lada ve Toyota var.
Bu küçük minibüs gibi araçlar burada dolmuş olarak çalışıyor.






Biz Mart ayında Hive'de bulunduk ve o zaman bile çok rahatsız edici bir sıcak vardı. İnsanlar orada yaz sıcağında ne yapıyorlar bilmem. Güneşin altında iki katlı toprak damlı evler var. özellikle eski şehirde yeşillik adına hiçbir şey yok. Ama Hive tarihsel açıdan önemli bir kültür- ticaret merkezi olmaya devam ediyor. Dünyanın pek çok ülkesinden turist gördük. anlaşılıyor ki buralar bizim tarafımızdan çok bilinmese de dünyanın gözü üzerlerinde..

Artık Urgenç yoluna devam etme zamanı. Onu da sonraki yazıda inşallah...

7- ÜRGENÇ / ÖZBEKİSTAN

Ürgenç Harezmi Oblastının en büyük şehri. Bu arada oblastı bölge demek. Ürgenç'in ilk intiba olarak büyük, düzenli ve temiz bir şehir havası var. Artık Mart ayının sonları olduğu için bahar gelmiş, meyve ağaçları çiçeklerini açmış, ılık bir hava hakim. Karavanı park ettikten hemen sonra yukarıdaki fotoğrafta görülen  Avesta anıtının oraya gittik. Etrafı açık geniş ve güzel bir parkın içerisinde bulunuyor. Sonrasında hemen yakınındaki Avesta müzesini görmeye gittik. 

Burada azcık bilgi verelim. Avesta kutsal metin anlamına gelir ve bazılarınca dinlerin atası sayılan Zerdüştlüğün Kutsal kitabının adıdır. Zerdüşt'ün doğduğu ve yaşadığı, dolayısı ile Zerdüştlüğün de  doğduğu topraklar buralardır.


 


Buradaki Avesta Müzesi gerçekten ilginç. İnanılmaz tarihi eserler var ve o kadar ortalığa dağıtılmış, korunaksız, güvenliksiz bir şekilde duruyorlar. Bizi müzenin kurucusu ve direktörü olan 82 yaşındaki Kemal amca karşıladı. Türkiye'den geldiğimizi öğrenince özellikle ilgilendi ve bize müzeyi kendisi gezdirerek eserleri tek tek anlattı. Kendisi de Zerdüştlük üzerine kitaplar yazmış. Ömrünü bu müzeyi oluşturmaya adamış, oldukça donanımlı bir amca. Müzede 2 milyon yıllık taşlaşmış ağaç fosilinden 2 bin yıllık kafatasına kadar pek çok eser var. zerdüştlüğe dair çok sayıda resim var. En önemli eserlerden olan Ali Sir Nevai'nin el yazması Kuran'ı ortalıkta korunmasız bir şekilde duruyor olması şaşırtıcıydı. 

Aslının Taşkent'te olduğunu söylediği Hürrem Sultan'ın nü tablosunu gösterdi. Tabloyu kapatan önündeki eşyaları açtıktan sonra bize gösterdi. Neden kapalıydı diye sorduk, normalde Müslümanlara göstermiyorum ama sizin görmenizde sakınca görmedim dedi. 


Ürgenç'de Celalettin Mengüberdi'nin çok büyük bir at üzerinde heykeli var. orada konuştuğumuz görevliler bize Osmanlı'nın kurucusunun babası diye tanıttılar. Harezm ülkesi Moğol saldırısına uğrayınca babası öldürülmüş, erkek kardeşi Cengiz Han ile anlaşma yapmış. Celalettin Mengüberdi, Cengiz Han ile savaşmış ve yenilince Diyarbakır'a sığınmış ama Diyarbakır'da öldürülmüş. Celalettin Mengüberdi yada diğer adı Celaleddin Harzemşah, Harezmşahlar devletinin son hükümdarıdır. 












Urgenç'de gezdikten sonra aslında biraz Buhara yoluna gelelim demiştik. Çünkü Buhara 420 km uzaklıkta ve artık uzun yollar istemiyoruz. Ama baktık Celalettin Harzemşah atlı anıtının önünde ciddi bir konser hazırlığı var, sorduk ve yarın saat 11 de konser var dediler. Madem öyle kalalım dedik.
Tam anıta 100 m mesafede park edip, konakladık. Sabah erken saatte insanlar gelmeye başladı. Saat 10'dan sonra biz de gittik. Biz bekliyoruz ki herhalde Nevruz nedeniyle konser, gösteri olacak. Meğerse Özbekistan'da 30 Nisan 'da Anayasa referandumu varmış. Bu toplantı da onun içinmiş. Arada şarkılar olsa da çoğunlukla propaganda konuşmaları devam etti. İnternetten baktım, demokrasileri bizden farklı değil. Bir torba Anayasa değişikliği hazırlanmış, içinde güya iyileştirmeler var ama asıl maddesi Başkanın görev süresini 5 yıldan 7 yıla çıkartıyor.
Orada tanıştığımız çok az Türkçe ve İngilizce bilen bir doktor hanıma sordum. Herkes Anayasa değişikliğini onaylıyor mu, Hayır diyen yok mu? dedim. Herkes evet diyor dedi. Eee o zaman neden oya sunuluyor diye güldüm. O arada dikkatimizi birisi çekti. Genç bir adam sürekli dibimizde ve kulağı, dikkati hep bizde. Konuyu kapattık. Nemize lazım, yaban ellerde tufaya gelmeyelim!.

En iyisi Buhara yoluna çıkmak..

Buhara'ya ulaşmak kolay değil. Urgenç Buhara arası 420 km ve bildiğin çöl. Gerçekten çöl, zaten Kızıl Kum çölü 'de burası. Yolda bir ara bizi polis durdurdu. Kontağı kapatın ve şoförler dışarı çıksınlar dedi. Biz şaşkınlıkla ne oluyor diye bakınıyoruz. Polise hayırdır diye sordum ve öğrendim ki çöl boyu yorulup, dikkati dağılan şoförlere zorunlu 5 dakika istirahat ve kendine gelme molası verdiriyorlarmış. Öğrenince hem rahatladık hem de uygulama hoşumuza gitti.

Artık akşam oldu ve artık Buhara'dayız...

8- BUHARA / ŞEHR-İ SEBZ - ÖZBEKİSTAN

 
Buhara'da artık sıcaklık kendisini iyice hissettirmeye başladı. Daha Mart ayı olmasına rağmen rahatsız edici bir sıcaklık var. Buralarda yaz aylarında nasıl yaşıyorlar bilemem. Buhara gezimize karavanı 'da yakınına park ettiğimiz Ark sarayını gezerek başladık.  4 hektar genişliğe, 20 metre yüksekliğe sahip devasa kale, Özbekistan'ın en eski yapılarından biri. Yaklaşık 2500 yıllık geçmişe sahip Buhara’nın tarih sahnesine inşa ettiği ilk somut yapı olarak kabul ediliyor. Tarih boyunca hem emir sarayı hem de karargâh olarak kullanılmış. Kalenin içinde saraylar, mescitler, harem, zindan ve dinlenme yerleri gibi bölümler var.






Cengiz Han’ın istilasında ciddi zarar gören kale, son şeklini 16. yüzyılda almış. Ancak 1920 yılında Kızıl Ordu'nun saldırısında neredeyse tamamen tahrip edildiğinden beri şimdiye dek sadece tarihi ve arkeoloji müzelerini barındıran birkaç bina restore edilmiş.
Kaleye giriş turistler için 40 000, Özbekler için 10 000 Som.. 1.7 ile çarpınca yaklaşık tl bulunuyor.

Buhara'nın bizim tarihimizde özel bir yeri var. Tarih kitaplarımızda mutlaka bir şekilde geçer. İlber Ortaylı hocanın "bu 5 şehri görmeden ölmeyin" dediği şehirlerden birisidir Buhara.














Kalenin hemen karşısında havuzlu cami var. Girişindeki ahşap süslemeler ve çiniler çok güzel. Önündeki havuz 18.yy da kuraklık olunca halkın içme suyu ihtiyacını karşılamak için yapılmış. Cami tadilatta olduğu için içini göremedik.

Buhara'da o kadar çok tarihi eser var ki hepsini burada yazmak mümkün değil. Örneğin İsmail Samoni Türbesi, Orta Asya’da yapılan en eski Müslüman türbesi. Samani hanı İsmail Samani tarafından aslında babası için yaptırılmış, sonra kendisi de oraya gömülmüş. MS. 905 yılında tamamlanan türbe, erken dönem İslam mimarisinin en önemli eserleri arasında sayılıyor.
Tamamen tuğladan örülü kare şeklinde duvarları üzerinde, kubbesi de tuğla ile kaplanmış. Tuğlalar dekoratif kullanılmış, işçilik, planlama ve süsleme açısından çok güzel bir türbe. Türbe Mogol saldırıları sırasında kumlar altında kaldığı için talan edilmemiş ve iyi konumda günümüze kadar gelmiş. Dışı gibi içi de çok dekoratif. Kubbenin ortasında yer alan açıklık ve üç tarafında pencere görevi gören kapılar ile çok aydınlık bir türbe yapılmış.
Burada her yere giriş para ile. Bu türbeye giriş de 10 000 Özbek Mintonu. Burada öyle diyorlar.



Ay yıldız şeklinde olan yer Muhammed Bahaüddin Nakşibendi'nin, diğer adı ile Buhari'nin türbesi. Kendisi Nakşibendi tarikatının isim babasıymış. Mezarı daha önce Semerkant'ta imiş, sonradan buraya getirilmiş. Türbe içerisinde el yazması Kuran yanında  Buhari'nin yazdığı diğer kitaplar ve eşyaları bulunuyor. Buhari burada şehrin koruyucu azizi olarak kabul edilirmiş. 






Gece ışıklı hali daha güzel olan Kalan minaresi 1127 yılında Arslan Han tarafından yaptırılmış.
Minare, yıllarca suçluları atarak idam etmek amacıyla kullanıldığından dolayı halk arasında “Ölüm” Kulesi olarak da bilinmektedir. Minare, Kalan Camii ile Mir-Arap-Medrese arasında bulunuyor. 

Uluğ Bey Medresesi ise Timur'un oğlu ( ünlü matematik, astronomi ve fizik bilgini ) Uluğ Bey adına yapılmış ve Buhara'nın bilim merkezi olmasında çok etkisi olmuş bir medrese..

Bütün medreselerde artık turistik satış yerleri var. Yöresel ipek işlemeler, halı, kilim gibi şeyler satılıyor.
Hopa'dan çıkış yapıp Buhara'ya gelmek iki haftayı buldu. Özbekistan'a geleli de bir haftayı geride bıraktığımıza göre, Özbekistan hakkında biraz izlenimlerimi yazayım..
Özbeklerde inanılmaz derecede bir Türkiye hayranlığı var. Onların gözünde biz cennette yaşıyoruz ve hepimiz çok zenginiz.
Bizim Türkiye'den geldiğimizi öğrenince sanki uzaydan gelmişiz gibi bakıyorlar. Bir çok yerde korkmayın biz de bu dünyalıyız diye espri bile yaptım, o derece. Hele karavanla geldiğimize inanamıyorlar. Burada karavan demek deve kervanı demekmiş. Bunu öğrenene kadar epey komik muhabbetimiz oldu. Arabaya Maşine diyorlar, artık Maşine ile geldik diyoruz.
Çoğunun hayalinde gidip Türkiye'de çalışmak var. Epey bir kısmı da gidip çalışmış zaten. Anladığım kadarıyla son 2 yıldır Türkiye 'de doların yükselmesi onları da etkilemiş ve geri dönmüşler. Türkçeyi Türk dizilerinden öğrendim diyen çok kişiye denk geldik.
Özbekistan yönetimi ülkeyi modernleştirmek için inanılmaz özenli çalışıyor gibi. Her yer ama özellikle turistik yerler çok temiz. O kadar çok temizlik görevlisi var ki, hemen hepsi de kadın çalışan.. Tabelalarda çöp atmanın cezası 1 milyon som yazıyor ve kamera ile takip ediyoruz uyarıları var. Buna rağmen şaşırtıcı derecede yere tüküren var. Olur olmaz yerde tükürüyorlar.
Selam verme konusunda inanılmazlar. Büyük küçük, kadın erkek hiç fark etmiyor.. Göz teması kurduğunuz herkes esselamualeyküm diyor.
Bir Özbek ile hiç Türkçe bilmiyor olsa bile bir şekilde anlaşıla biliniyor. Hiç bilmiyorum diyen bile Türkçe bir şeyler biliyor. Çok fazla ortak sözcüğümüz var. Hele ki sayıların tamamı aynı gibi. Hive'de müzedeki kadın bu peşku dedi, bilemeyeceğimizi düşünüp tarif etme telaşına düştü. Yahu peşku işte, kim bilmez bunu dedik. Ben bilmiyorum diyen var mı?
Turizmin para kazandıran bir şey olduğunu öğrenmişler. Herkes bir şey satma çabasında. Ama her şey pazarlığa tabi. 22 dolar denilen ahşap meyvelik, 2 dakikada 7.5 dolara inebiliyor. Fiyat yüksek dediğiniz anda sizin vermek istediğiniz ne kadar diye soruyorlar. Kazaen çok düşük söylemezseniz tamam diyorlar ve almak zorunda gibi kalıyorsunuz.
Her tarafta Turizm polisi var. Normal polis yok gibi bir şey. Bu da turizme verdikleri önemin bir başka göstergesi.
Burası bir İslam ülkesi ama dini hava yok gibi bir şey. Öyle bizdeki gibi cami minaresinden gümbür gümbür ezan okunmuyor. Zaten camilerde minare yok denecek kadar küçük ve hoparlörlerden gelen sesi kulak kabartmazsanız duymuyorsunuz. Şimdi ramazan ayındayız ama ortalıkta ramazanda olduğumuza dair tek işaret, bazı cami kapılarında yazar ramazan mübarek yazısı.
Buhara modernleşmeye çalışan tarihi bir kent. Ama buraya gelirken gördüğümüz köy yada kasabalar inanılmaz derecede çöl havasında. Zaten geldiğimiz bölgenin adı kızıl kum. Bildiğin çölün ortasında yerleşim yerleri. Tek bir yeşilin, ağacın, fidanın olmadığı toz toprak altındaki yerler. İnsanın oralarda yasaması mümkün değil. Sürekli söylediğiz bir söz oldu.. İyi ki atalarımız buralarda kalmayıp, Anadolu'ya gitmişler. Bugün Buhara'da sıcaklık 28 derece civarındaydı ve sıcaktan fena bunaldık. Buraların yaz aylarını düşünmek bile istemiyorum..


Sabah Buhara'da Semerkant yoluna çıkmadan önce, görmediğimiz son yer olan Çar Minar medresesine gittik. Buhara'nın sembolü Çar Minar 1807 yılında Türkmen Halif Niyazkul tarafından yaptırılmış. Çar Minar dört minareli anlamına gelmektedir. Medresenin girişinde dört köşesinde turkuaz renkte dört minare inşa edilmiş. Halk arasında Buhara hanları tarafından yapılan son medrese olarak kabul ediliyormuş. Günümüzde ziyarete açık olan Çar Minar , bütün medreseler gibi hediyelik eşya satılan bir yere dönüştürülmüştür.

Özbekistan yemek kültürünü ileride daha derli toplu yazmaya çalışırım ama bu sokak tabelasındaki lavman bizim arkadaş camiasında çok fazla espriye neden olmuştu. Bildiğiniz tıbbi lavman değil, el yapımı makarnanın adıdır kendileri )).. Artık Semerkant yoluna çıkabiliriz. Ancak Buhara ile Semerkant arası çok uzak ve de yorucu olunca Şehr-i Sebz şehrine kadar geldik ve burada konaklayacağız. Buhara'dan burası
260 km. ve yolu yaklaşık 5 saatte alabildik. Yollar aralıklı olarak kötü olsa da tıngır mıngır gidiliyor. Buhara'ya kadar olan çöl yerleşim yerlerine göre bu taraf nispeten daha yeşillikli, daha yaşanılabilir yerler. Kale içerisinde çok kısa bir yürüyüş yaparak dinlenmeye çekildik. Tam kalenin dibindeki geniş otoparkta konaklıyoruz. Burası ile Türkiye arasında 2 saat fark var.


















Şehr-i Sebz, yeşil şehir demek. Burası Timur’un doğduğu yer.
Timur heykelinin arkasında gözüken Aksaray. Sarayın cephesi beyaz mermerle kaplı olduğu için Aksaray denmiş. Seyahatnamelerden edinilen bilgiye göre, iki katlı sarayın havuzlu geniş bir bahçesi, etrafında kabul törenleri ve eğlenceler için salonlar ile odalar varmış. Yapının içi ve dışı göz kamaştırıcı bir bezeme ile süslü imiş. Osmanlı’nın üstüne yürümesi için kendisini kışkırtmaya gelen İspanyol ve diğer Batılı elçileri Timur burada kabul etmiş. Bugün Aksaray’dan sadece 48 m yüksekliğinde, 21 m genişliğinde ana giriş kapısının parçaları kalmış. Timur burada çok önemli tarihi şahsiyet. Öyleki müzede biraz Türkçe bilen kız sürekli "Timur baba" olarak bahsediyor. Timur, katıldığı bir savaşta ayağı aksak kalacak şekilde darbe aldığından dolayı kendisine Aksak Timur anlamına gelen Farsça Timur-i leng, Türkçeleşmiş olarak Timurlenk deniyor olsa da burada Timurlenk denilmesi saygısızlık olarak kabul ediliyormuş.
Rivayete göre Taç kapının bir kanadında “Emir Timur Allah’ın gölgesidir” yazarmış. Diğer kanatta ise “Emir Timur gölgedir” yazdığı için bu yanlışı yapanı kuleden aşağı attırmış, deniyor.
Bir diğer rivayete göre Timur, esir aldığı Yıldırım Beyazıt'ın karısı Olivera Despina'ya dansözlük yaptırmış ve Beyazıt'ın önünde, karısına tecavüz etmiş. Osmanlı padişahları da bu olaydan sonra hiçbir zaman nikah kıymamışlar; ta ki Sultan Süleyman'a kadar. Timur müzesinde Timur'un huzuruna çıkartılan Beyazıt resmini görebilirsiniz.

Vay arkadaş burası gezi sayfası mı, tarih sayfası mı? Birisi yeter desin artık ))

Aksaray ve çevresindeki tarihi yapılar çok geniş bir park içerisine. Park şaşırtıcı derecede temiz. Her taraf pırıl. Türkiye'den geldiğimizi öğrenen çocuklar şaşkınlıklarını gizleyemiyorlar. Beraber fotoğraf çektirmek istiyorlar. Çocukları kırmak olmaz..

Fotoğraflar da çekildiğine göre artık Semerkant yoluna devam edebiliriz..