Cuma

WASHİNGTON DC


Amerika gezi yazısı yazmanın ne kadar zor olduğunu buraya gelince anlamış bulunuyorum. Türkiye'de iken biraz bakmaya çalışmıştım ama çok iç açıcı yazılar bulamamıştım. Şimdi gezginlere hak veriyorum. Çünkü burası bir ülke değil,bir kıta aslında. Her tarafı,her mahallesi bir gezi yazısına konu olabilecek değişiklik ve zenginlikte. O yüzden benim Amerika notlarım da özet olacak ama yapacak bir şey yok.. Şimdiden affınıza sığınıyorum.

Washington'a Kuzey Karolina'da kiraladığımız araba ile karayolu ile gidiyoruz. Washington'a yaklaşınca 4 şerit gidiş,4 şerit geliş ve arada 3 şeritlik özel başka bir yolun arabalarla dolu olması ve adım adım gidiyor olmamız,ilk şaşkınlığımız oldu. Bu kadar araba,bu kadar insan nereye gider,nerede yaşar,bu kadar arabaya yakıt mı dayanır. Amerikanın kalbi burası, normal herhalde..

Washington'a burada aslında sadece DC deniyor. Nedeni ise asıl Washington olarak bir eyalet bulunması ve orasının bura ile bir ilgisinin bulunmaması nedeni ile karışmasın diyeymiş. Washington DC, Amerika Birleşik Devletleri'nin başkentidir ve DC kısaltmasının açılımı "District of Columbia"'dır. Maryland ve Virginia eyaletlerinin arasında yer alır. Kendi başına bir eyalet değildir ve hiçbir eyaletin sınırları içinde yer almaz.

Biz Washington'da 3 gece kaldık ve yetti de arttı bile. Bir çok gezgin burası için 1 günün yeterli olacağını bile yazıyor ama bence o kadar da değil. Öncelikle burada Bütün müzeler ücretsiz ve zaten biraz müze gezmeyi sevenler için,gez gez bitmez. Bizde paylaşacağım müzeleri gezmeyi tercih ettik ama, insan hangilerinde tercih kılacağında zorlanıyor aslında..

Washington denilince insanın aklına ilk gelen doğal olarak Beyaz Saray..İtiraf edeyim ki bende tam bir hayal kırıklığı yarattı. İnsanın ömrü her akşam haberlerde mutlaka bir beyaz saray haberi duyarak geçince olduğundan mıdır nedir, çok devasa bir Saray bekliyor olabilirim. Sarayın bahçesine sadece Amerikalıları alıyorlarmış ve zaten onun içinde uzun bir kuyruk oluşturmuşlardı,biz sadece tel örgülerin dışından görebildik.Büyükçe bir bahçesi olan bir malikane görünümünde işte. Hatta bir sokak ötesinde başkan adayı Trump'un bir oteli var ve buradan daha heybetli görünüyor. Orada iken bu otelin sahibi,o küçük saraya gitmek için neden uğraşır ki bile demiştim.Saray manzaralı olmazsa olmaz fotoğraflarımızı çekip,etrafı gezmeye devam ediyoruz.


İlk müze ziyaretimiz Amerika'nın en çok ziyaret edilen müze ünvanına da sahip olan "Ulusal havacılık ve Uzay müzesi".Havacılık ve uzay hakkında bilgi,görsel ve kullanılmış ekipmanların güzel bir mizansen içerisinde hazırlandığı çok güzel bir müze. Hele ki 1900 lü  yıllarda, o zamanın teknik bilgi birikimine göre yapılmış çalışmaları görüp de  hayran olmamak mümkün değil.




İkinci ziyaretimiz Doğa Tarihi Müzesine oldu. Burada paylaştıklarım tahmin edersiniz ki,orada ki eserlerin binde biri bile değil.Sadece fikir versin biye bir kaçını örnek olarak koyuyorum. Müze girişleri ücretsiz de olunca uzun kuyruklar kaçınılmaz oluyor ama, gözümüz korktuğu kadar uzun sürmüyor. Çok kısa sürede müzeye girilebiliyor. Burada insana ve doğaya dair ne aklınıza gelirse onunla ilgili bir bölüm var. Gez gez bitmeyen, ayaklara kara suların indiği müzelerden birisi de burası..

Henüz New York'u görmedim ama söyle bir izlenim edindim. Bizim Ankara-İstanbul ne ise Washington- New York'da eşdeğer konseptde. Washington devlet binalarının yoğunlaştığı Ankara, New York  ise ekonomin,kültürün merkezi İstanbul gibi.Çoktan Küçük Amerika olmuşuz aslında da haberimiz mi yok yoksa   :)..

Washington'da bütün gezip görülmesi gereken yerler şehri ikiye bölen nehir boyunca sıralanmış aslında.İnsanların en kalabalık olduğu bu bölgede, Amerika'nın klasik yiyecek satan sokak arabalarını buralarda sıkça görmek mümkün. daha çok burger,sosis ve kebap gibi şeyler atıyorlar. Denemelik sosis aldık ama bence pek tavsiye edebilinir şeyler değiller.Yukarıda ki ördek gibi gezi arabalarını sıkça gördüm ve çok şirin görünüyorlardı.




Boylu boyunca uzun bir havuz olan bölgenin adı "National Mall". Burası Washington'un kalbi ya da merkezi denilebilir. Bütün görülmesi gereken yerler işte burasının etrafında toplanmış. Bir başında Bizim Anıtkabir'le benzeşen Lincoln Antı var. Binanın içerisinde kocaman bir Lincoln heykeli yapılmış. Bir tarafında da 2 Dünya savaşı anıtı var.Arada ki havuzun suyu pis,bulanık bir su ama burada ki manzara o kadar güzel olduğundan mıdır nedir, kimse havuza bakmıyor bile.Biraz ileride ki ise dünyanın en uzunu olan,169.35 m boyundaki Washington Anıtı.Şehrin çoğu yerinden rahatlıkla görülebiliyor.Ülkenin kurucusu George Washington anısına yaptırılmış.
Washington Anıtı bana biraz yana yatmış gibi geldi, doğrultmaya çalıştım ama pek işe yaramadı :)


Burası için dünyanın en çok fotoğraf çekilen yeri derler. Bizde gelmişken aile boyu fotoğrafımızı oradaki insanlara rica ederek çektiriyoruz.


Buralarda Turkey denilince genellikle Hindi anlaşılıyor ama burada ki Turkey, Kore savaşına katılanlar için yapılmış bölümde yazıyor.Kore savaşına katılan Amerikalı askerleri anlatan farklı bir çalışma yapmışlar.









Washington sokaklarından görüntüler ve ünlü Capitol, yani Senato binası. Washington'un asıl simge binası Beyaz Saray değil burası olması lazım. Çoğunlukla da öyle bilinir zaten. Muhteşem büyük ve güzellikte bir yapı. Biz de onun önünde fena değiliz :)..












Haberlerde hep gördüğümüz, savaşlarda ölen Amerika'lı askerler için tören düzenlenen yer burası "Arlington Ulusal Mezarlığı"..Devasa bir alanda yerleştirilmiş,her taraf tertemiz ve bir o kadar da düzenli bir mezarlık.Öldürülen Başkan Kenedy adına sönmeyen ateş bölümü de yapılmış. Çok değişik mezar taşları olsa da çoğunlukla standart taş kullanılmış.Sönmeyen ateşin yukarısında ki tepedeki ev,bir General inmiş ve şimdilerde Müze olarak kullanılıyor. O evin önünden çektiğim Washington manzarası en altta.
Arlington mezarlığında yaklaşık 400 bin mezar varmış ve sayı her geçen gün artıyor. Dünyanın her tarafında ölen Amerikalı askerlerin mezarları var. Bu blogda siyaset yapmamaya çalışıyorum ama orada insanın aklına gelmiyor da değil. Oralarda ne işiniz vardı, bu çocukları oralara götürüp ölümlerine sebep olacak politikalarınız batsın,ne diyeyim.


Yazılarda adını sıkça görünce merak edip gittiğimiz "Union Station", yani Washington merkez tren istasyonu. Güzel bir bina ve içerisi tren istasyonundan çok alış veriş merkezi gibi. İstasyonun önünde yaşlarını epeyce almış amcalar,değişik kıyafetleri ile bir tören düzenliyorlardı. Geldiğimizi duydular herhalde, sağ olsunlar dedik :)

Washington gezimizde akşam gittiğimiz Chili Restoranında garsonun bize bira doldururken verdiği pozla bu notları sonlandırıyorum..Amerika büyük, daha gezecek,yazacak çok yer var...

Perşembe

AMERİKA’YA GİDİŞ


Amerika’ya gidebilmek için ilk yapılması gereken şey,vize almak. Onun için Abd İstanbul Konsolosluğunun yolunu tutuyoruz.İnsanlar uzun kuyruk oluşturmuşlar. Meğer ne çok insan Amerikan vizesi almak için uğraşıyormuş. İçeride küçük bir salonda, insanlarla görüşme için bekliyoruz. Amerikan filmlerindeki cezaevi görüşmesi gibi, camın arkasındaki görevli ile mikrofon aracılığı ile konuşuluyor. O yüzden sesler salonda çok rahat duyuluyor. 13 tane bölme yapmışlar ve karışık olarak insanların elindeki numaraları çağırıyorlar.
İlk soruları nereye gideceksiniz ile başlıyor ve uzun uzun, burada ne iş yapıldığı, orada ne yapılacağı, ne kadar kalınacağı, ekonomik durum, aile durumları ayrıntılı sorgulanıyor. Dikkatimi çeken eğitim düzeyi düşük ise çoğunlukla red ediyorlar. Öyle ki orada kaldığımız bir saat boyunca, görüşmelere kulak kabartıyorum ve kendimce kabul-red oynayarak eğlenmeye çalışıyorum. Öyle ki daha görüşmenin ilk cümlelerinden kendi tahmini yapıyorum ve çok az yanılıyorum.
Sonunda sıra bize geldi. Nereye gideceksiniz sorusuna kızım Kuzey Karolina’da doktora yapıyor, ziyaretine gideceğiz dedim. Ooo süper, ne kadar kalacaksınız dedi. Sanırım 2 hafta ya da ne kadar misafir ederse dedim gülerek. Öylesine 1-2 kısa soru, sohbet oldu ama toplamda 30 sn sürmeden, vizeniz onaylanmıştır, iyi yolculuklar dedi. Elimde ki hazırlamış olduğum ve yüzüne bile bakmadığı bir sürü belge dosyasına bakarak, ee bunlar dedim.Karşılıklı sempatik tavırlarımızla gülümsedik sadece..2 gün sonra Ptt den Abd vizesi yapıştırılmış pasaportum elimde..
Bizim gideceğimiz Kuzey Karolina’ya Türkiye’den direkt uçak yok. Genel olarak iki alternatif var. Ya Avrupada Paris,Londra gibi ya da Amerika’da aktarma yapmak. Biz daha kolay olacağını düşünerek Paris aktarmalı Durham bileti almayı tercih ettik.
Son zamanlarda artan yasal bir sürü evrakları saymıyorum. Hepsini hallettik ve artık İstanbul Havalimanındayız. Özellikle Amerika’ya gideceklerin çok daha erken havaalanına gelmesi söylenir ama aslında diğer ülkelerden bir farkı yokmuş. Herkes Amerika’ya gıda ve içecek olarak hiçbir şey götüremezsiniz dedi. Ben yinede şansımı zorlayarak free shoptan 2 lt rakı aldım. Oralarda 1 ay rakı içmeyecekmiyim yani.

Paris'te aktarma yaparken görevli başparmağını ağzına götürüp içme işareti yaparak,alkol var mı diye sordu. Ya da Fransızca'ya Fransız olan ben öyle anladım .Nooo dedim, alkollü bir halim mi var acaba diye düşünerek. Sonrasında sırt çantam x-raydan geçerken rakıları görünce, ufaktan bir kızdı bana, hani alkol yoktu dedi sanırım. Ben de yaptığı işareti yaparak,beden dilini yanlış kullandığını, çantayı işaret ederek alkol sorması gerektiğini anlatmaya çalıştım.

Paris'te uçağa daha binmeden aktarma chek-in inde görevliler sorgu suale başladılar. Nereye,ne için gidiyormuşuz,ne kadar kalacakmışız falan..Daha uçağa binmeden böyle ise,Amerika'ya girişte yandık diyorum.Sonunda 9 saat sürecek Durham uçuşu için, uçağa bindik. Bekliyorum ki bu uzun Atlantik ötesi uçuş için büyük,rahat koltukları olan bir uçağa bineceğiz.Bindiğimiz uçak bizim Pegasusların önünde monitör olanlarından..Şaşırma ve kızgınlık yaşıyorum.Uçakta alkolsüz ve domuz eti olmayan müslüman yemeği siparişi verip, sonrasında kırmızı şarap içerek bende onları şaşırtıyorum..Bu yüzden yıllar sonra bamya yemek zorunda kaldım ama olsun..Domuz etine karşı direncim sürüyor..



Kahveyi sütlü istedim, hostes kahvenin yanında kocaman süt verdi. Ama genel olarak yemek,servis kaliteleri Thy'ye yaklaşamazlar bile.Daracık koltukta uzun süre oturmak gerçekten işkence, kim ne derse desin.

Asıl dert İngilizce bilmeyen benim, Amerika girişinde derdimi nasıl anlatacağım endişesi idi..Daha önceden aklıma gelen çözümü denedim. Küçük bir kağıda İngilizce bilmiyorum, şurada,şu kadar kalacağım gibi hazırladığım notu polise uzattım..Aldı okudu, gülerek ooo, thanks you dedi ve başka hiçbir şey sormadı..Teşekkür ifadesini notuma bile yazmış..Ne demek efendim, maksat iş görülsün dedim..O anlamadı ama olsun 
Amerika'ya girişimiz her şeyden daha kolay oldu. Üstelik bavullarımıza hiç bakmadılar bile. Keşke Türkiye'de ki hiç bir gıda,içecek götüremezsiniz diyenlere kulak asmasaymışız dedik ama iş işten geçti.Hele ki havaalanında bizi bekleyen kızımla sarılınca,bunların hepsi  zaten aman sende oldu...

Bundan sonrası artık başka yazılarda inşallah. Bakalım özgürlükler ülkesi denilen kıta'da neler varmış ?