Pazar

KÜLTÜR - SANAT / MEXİCO

Mexico City, Paris’ten sonra 150’den fazla müze ile dünyanın en çok müze sahibi ikinci şehri unvanına sahip. Bu kadar çok müze olunca insan hangilerini görmek istediği konusunda karar vermekte zorlanıyor. Bizim gezimiz boyunca ziyaret ettiklerimizden bazıları hakkında kısa bilgiler ve çektiğim fotoğraflardan bazılarını paylaşmak istedim. Böylece aslında Meksika'nın aslında  ne kadar derin bir kültür şehri olduğu hakkında da aklınızda yer etmesini istedim.


Zocalo Meydanı:
































Meksika'nın en büyük, dünyanın 3. büyük meydanı olarak biliniyor. Mexico City gezimizin ilk günü  buraya gittik. Her taraf seyyar satıcı ve insan dolu ama meydan o kadar büyük ki, ortalıkta insan sanki kalabalık değilmiş gibi görünüyor. Etrafı tarihi binalar, kilise ve müzeler ile çevrili. İnsanların yarısı kadar da resmi giysili, pek çoğu çelik yelekli gruplar halinde polis dolu. O kadar polis olunca insan başta kendini güvende hissediyor ama bir süre sonra acaba neden bu kadar çok polis var ki, demek bir tehlike var diye düşünmeye başlıyor. Ben öyle düşündüm, başkalarını bilemem.
Gezimizin ilk günü Noel tatiline denk geldiği için resmi tatildi. Dolayısı ile bazı binalar kapalıydı ama bazıları binaların içerisinde ne var acaba diye bakmaya çalışıyorlardı.. ( ben onları tanımıyorum :) )

Leon Troçki Evi Müzesi









Troçki’nin yaşadığı ve öldürüldüğü kırmızı boyalı duvarlı bir evdir. Troçki'nin hayatını, tarihteki önemini, büyüklüğünü düşününce burası o düşüncelerden sonra küçük, mütevazi bir ev görüntüsünde.. Ben burayı çok sevdim.

Kızıl Ordu'nun kurucusu olan ve önemli Marksist teorisyenlerden biri olarak bilinen Lev Troçki, Joseph Stalin ile girdiği siyasi rekabeti kaybedince tüm resmi görevlerinden alındı ve Sovyetler Birliği'nden sürüldü. Bu harita onun yaşadığı sürgün haritası..

1929-1933 yılları arasında Büyükada'da sürgün hayatı yaşayan Troçki, 1937'de Meksika'ya sığındı. Ancak burada Ramón Mercader isimli İspanyol bir Sovyetler Birliği ajanı, gazeteci kılığında röportaj yapma bahanesiyle Troçki'nin evine girdi ve buz baltasıyla Rus siyasetçinin kafasına vurarak ölümüne neden oldu.

Troçki'yi öldüren Mercader'e 1961 yılında Sovyetler Birliği Kahramanı madalyası verilmiş.

Fotoğrafı büyütüp bakarsanız Lenin ile birlikte Sovyet Rusya'yı kuran ekibin, Stalin gelinde ne oldukları hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz.

Frida Kahlo Müzesi



Burası gizemli ve özgün bir sanatçının Frida Kahlo’nun eski evidir. Kocası Diego Rivera ile birlikte bu evde yaşamışlar. Müzede sanatçının kişisel eşyaları gösteriliyor - mücevheri, şövalyeler üzerinde tamamlanmamış tuvaller ve boyadığı stüdyoda duran tekerlekli sandalyesi. Frida Kahlo tablolarının yanı sıra müzede Meksikalı sanatçılar Jose Maria Velasco ve Jose Clemente Orozco’nun eserleri yer alıyor.

Orada iken yaktın bizi be Frida diye yazmıştım. Müze saat 11 de açılıyormuş. Girişte kuyruk olduğunu okuduğumuz için 11 olmadan kapısına vardık. Aman Allah'ım kuyruk ki ne kuyruk. Meksika demek Frida Kahlo demek, buraya gelmişken müze evini ziyaret etmeden dönmek olmaz dedik.. Dedik de bu kadarını hiç bekliyorduk. Tam 4 saat sürdü kuyrukta beklememiz. Kendi kuyrukta bekleme rekorumuzu yaptık ve ömür billah bir daha bu kadar kuyrukta bekleyeceğimi sanmıyorum. 


Kuyrukta beklerken kızartılmış çekirge ( ya da ben çekirgeye benzettim) satan seyyar satıcı.. Tadını merak etmedim, kızartma sevmem ben :)..











Başına gelmedik kalmayan Frida, geçirdiği tren kazasından sonra sakat kalmış ve yataktan kalkamamış. Annesi sıkılmasın diye yatağının tepesine yukarıdaki gibi aynalar yerleştirmiş. Bu yatakta uzun yıllar yatmaz zorunda kaldığından "en çok kendimi tanıyorum, o yüzden en çok tanıdığımın, kendimin resimlerini yaptım" demiştir.

 Nacional de Antropología Müzesi



Burası 1968 yılında kapılarını açmış ve dünyanın en büyük Antropoloji Müzesi olarak biliniyor. 26 sergi salonuna sahip, şaşırtıcı derecede çok güzel bir müze. Meksika’nın her tarafından toplanan eserler sergileniyor. Özellikle Maya ve Aztekler bölümü çok değerli eserlere sahip.





















Birbirinden ilginç binlerce eser var. Burada paylaştığım  fotoğraflar sadece küçük bir fikir versin diyedir.

Museo Nacional de las Culturas





Tesadüfen girdiğimiz bu müzede Türk fotoğraf sanatçısı Kamil Fırat'ın Anatolia adlı sergisini görmek hoş bir süpriz oldu.

Palacio Nacional




Meksika hükümdarı Hernan Cortes tarafından yaptırılmıştır. Ziyaretçilerin bugün görebileceği yapı 1693 yılında inşa edilmiştir. 1920’de binaya bir kat daha eklenmiştir. Ulusal Saray öncelikle öncelikle Diego Rivera’nın duvar kağıdı koleksiyonu ile ünlüdür. Duvar resimlerinde 1521’den 1930’lara kadar Azteklerden, İspanyollara, Fransızlara ve sonradan onlara başkaldırıya kadar tüm Meksika tarihi resmedilmiş. Hatta Meksika’nın geleceği bile resmedilmiş deniliyormuş. Meksika tarihinin önemli şahsiyetleri olan kral Moctezuma, Zapatista, Hidalgo, Juares Benito gibiler yanında Meksika’yı sömürgeleştiren İspanyol Cortez, Karl Marx, Lev Troçki gibi dünya şahsiyetlerinin çoğu duvarlara resmedilmiş. Aralarda karısı Frida'yı da eklemiş. Saraya giriş ücretsiz.






































Bu kadar haklı bir üne sahip devasa duvar resmi önünde fotoğraf çektirmezsek eksik olurdu!

Palacio de Bellas Artes

Mexico City nin simge yapılarından birisi. Dışarısı içerisinden daha güzel. İçeride duvarları daha çok ressam Diego Rivera'nın kocaman resimleri ile kaplı.



Binanın tam karşısındaki binanın üst katındaki  kafeden çektiğim güvercinli Güzel Sanatlar Sarayı..




Castillo de Chapultepec


1780-1990 yılları arasında Aztek kale alanına kurulmuş. Kale kentin en güzel panoramik manzaralarını sunmaktadır. Kaleyi çevreleyen bahçeler İmparatoriçe Carlotta tarafından kendisi tarafından tasarlanmıştır.










Kalenin sadece manzarası yok, içeride Ulusal Tarih Müzesi var. 

Museo de la Revolucion




Meksika devrimi anısına yapılmış bir anıt. Yukarıya asansör ile çıkılıp,yürüyerek iniliyormuş ama çok kalabalık ve çok kuyruk olunca çıkma şansımız olmadı. Aynı zamanda gelinlerin fotoğraf çektirdiği bir alan sanırım..

Palacio Postal


Şehrin tarihi postane binası. İçeriyi gezmeye izin vermiyorlar ama bu kadarı bile çok güzel.




Hastahane





Bir yanlışlık var herhalde ne hastanesi demeyin. Burası şehrin tarihi hastanesinin koridorları. Eski bir hastanesi var, ziyaret edebilirsiniz diye okuyunca, bi bakalım nasılmış dedik. Böyle bir yer..

Soumaya Müzesi
Özel mimarisi ile dikkat çekici bir müze. Müze ücretsiz. İçinden spiral şeklinde katlara ulaşılıyor. Resim heykel modern sanat ile ilgili değişik eserler sergileniyor. İçeride özellikle fildişi eserler ilgi çekici.








Museo del Tequila el Mezcal



Yüzlerce tekila ve mezcal çeşidinin sergilendiği bir müze. Asıl müze üst katta ve oraya çıkmak 60 Meksika doları, yani 15 lira gibi ama müzeyi gezenlere ücretsiz bir tekila, bir mezcal shot tattırıyorlar.












Çok fotoğraflı bir yazı oldu ama daha fazlada azaltmak istemedim, benden  ancak bu kadar.. Daha asıl kültür sanat başlığında Theotihuacan gezimizi yazmam lazım ama çok olacak, bari onu başka başlık olarak yazayım.


Perşembe

MEXİCO CİTY


Amerika ziyaretimiz Noel ve yılbaşı tatillerine denk gelince 10 günlüğüne Meksiko City ye gidelim dedik. Nasılsa koca Mexico City de gezecek, yapacak bir şeyler buluruz diyerek Orlando'dan Mexico City gidiş dönüş uçak biletlerimizi aldık. Kalacak yer ve gezi planımızı daha sonra yaparız, önce uçak biletlerimizi halledelim  diyerek planlamaya başladık. Aslında her zaman gitmek istediğimiz yer hakkında ufak bir araştırma yaptıktan sonra rezervasyonları yapardık ama bu defa biraz da seçenek azlığından ve koca Meksika'da  nasılsa vakit yetmez bile diyerek önce ekonomik bulduğumuz uçak biletlerini aldık.

Mexico City'de ne yaparız,nereleri gezeriz diye araştırmaya,daha önce gidenlerin yazılarını okumaya başlayınca içim ürpermeye başladı. Yahu biz nereye gidiyoruz oldum. Gidenlerden bir tanesinde bile gönül rahatlığı ile gidin, gezin dolaşın gelin diyen görmedim. Dünyanın her tarafında hırsızlık,kaptıkaçtı hikayeleri olur. Örneğin en fazla hırsızlık uyarısını İtalya gezilerimizde aldığımızı hatırladığım için, bu uyarılar konusunda deneyimli turist olduğumuza inanırım. Ama gel gör ki Meksika gezisi için uyarılar öyle böyle değil. Gece sokağa çıkmayın öldürülürsünüz, ıssız sokağa girmeyin soyulursunuz, duraklar haricinde yoldan geçen taksiye binmeyin kaçırılırsınız, metroya binmeyin kesin soyulursunuz, kenar mahallelere gitmeyin uyuşturucu kartellerinin ağına düşer soyulur öldürülürsünüz, şehirler arası yollarda araba ya da otobüs ile seyahat etmeyin uçakla gidin yoksa  kesin soyulursunuz, polise sakın güvenmeyin üstelik polis kıyafeti giyen ama aslında polis olmayan çok sahtekar var aman dikkat edin, en çok hırsızlık otellerde oluyor odada bir şey bırakmayın, organ mafyası kaçırmak için turist avında dolaşıyor aman dikkatli olun, sokakta hiçbir şey yemeyin, açıkta su içmeyin..... uyarılar böyle uzayıp gidiyor. İnternet başına gelen olumsuz hikayeleri anlatanlarla dolu.

Ben yazıları okudukça kızıma tekrar tekrar soruyorum, eminmiyiz Meksika'ya gitme konusunda diye. O da bana kızıyor, yaa baba nereden okuyorsun onları, boşver rahat ol, milyonlarca insan  Meksika'ya gezmeye gidiyor, bir şey olmaz filan diyor. Gerçekten de Meksika dünyada en çok turist çeken 10. ülke olarak görünüyor. Meksika'da her yıl ortalama 200 Amerika'lı turist öldürülüyormuş. Bu bilgi bile kendi başına ürkütücü ama Amerika'nın yakınlığı, giden turist sayısının çokluğuna Meksika'nın o bölgenin uyuşturucu bölgesi olduğu bilgisi eklenince aslında çokta şaşırmamak gerekir. Bence bir yerde uyuşturucu varsa her şey var demektir. Sigara bile içmediğimiz için uyuşturucu nedir, uyuşturucu kartelleri ne demektir, onlara bulaşmak nasıl oluyor ya da ne demek ki bu zaten bilmediğimiz için  bu konuda çok kafa yormuyoruz.

Sonunda aklımız karışık, endişe, merak ve heyecan ile saat 18 de Orlando havaalanından Mexico City'ye gitmek üzere Aeromexico uçağındaki koltuklarımıza yerleştik. Uçak gayet temiz, nezih hizmet güzel. İlk imaj olarak kötü, geri kalmış bir yere gitmediğimiz hissini verdiği için biraz rahatlıyoruz. 3.30 saatlik bir uçuş sonrası Mexico Cit'deyiz. Yolculuğun son yarım saate yakını uçsuz bucaksız gibi görünen şehir ışıklarının üzerinde geçtiği için daha ilk anda yahu burası için dünyanın ilk 10 lardaki en büyük şehirlerinden olduğunu söylemişlerdi ama bu kadar da büyük beklemiyordum hissini yaşatıyor.



Meksika’nın başkentinde bulunan Mexico City Uluslararası Havalimanı, diğer adıyla Benito Juarez Uluslararası Havalimanındayız. Burası yolcu trafiği bakımından Meksika’nın büyük havalimanı olmasına rağmen çok fazla sıra beklemeden pasaport polisinin karşısına geçtik. Burada polisler  büro masaları gibi küçük masaların başında oturuyorlar. Öyle yüksekte yada camla kapalı odacıklarda değiller.  Öyle neden geldiniz, ne yapacaksınız, ne kadar nerede kalacaksınız gibi sorular sormadı. Pasaportları aldı, bilgisayarına kaydetti, küçük bir forma adımızı filan yazıp bu kağıdı çıkışta geri alacağız, buyrun geçin dedi. Burada kısa bir bilgi.. Meksika aslında yeşil pasaport bile olsa Türklerden vize istiyor. Vize internetten kolay şekilde alınabiliyormuş. Yalnız geçerli Amerika vizesi olanlardan vize istemiyor. 

Artık resmen Meksika'dayız. İlk önce döviz bozdurmak için döviz büfelerini bulduk. Okuduğun yazılarda genellikle dövizinizi havaalanda değil de şehirde bozdurun diyorlardı. Onlar dinleyip burada acil ihtiyaçlar için yanımızda olsun diye 100 dolar bozdurdum. Burada 5-6 tane döviz bürosu var hepsinin kurları az çok birbirinden farklı görünüyor. Biz dolar 18.60 yazan yerde bozdurduk. Sonra şehirde de aslında bu civarda olduğunu gördük ve işin sıkıntılı tarafı şehirde çok az döviz bürosu var. Hatta önce döviz bürosu bulamadık, 2 ayrı bankaya gittik ama ikiside burada hesabınız yok ise döviz bozmuyoruz dediler. O yüzde havaalanında daha fazla dolar bozdurmak gerekiyormuş dedik. Meksika'nın para birimi dolar ama tabii ki Meksika doları ama işaret olarak Amerikan doları ile aynı olduğu için insan bazen şaşırıyor acaba hangisi diye ama Meksika'da tüm etiketlerdeki fiyatlar Meksika doları olarak yazıyor. Biz ayak üstü kabaca, küsuratları gözardı ederek Meksika dolarını dörde bölünce yaklaşık Türk lirası olduğunu hesapladık. Bu pratik hesap yurt dışında çok işe yarıyor.


Daha önceden aldığımız korkulu bilgiler gereği taksi ya da metro filan hiç düşünmeden Über çağırarak kalacağımız eve gittik. Ev diyorum çünkü 10 gün kalacağımız için sıkışık otel odası yerine Airbnb den ev kiralamıştık.  Gittik ki kocaman bir apartman site, güvenlik görevlileri var.  Airbnb sahibi bize içeride anahtarın yerini yazarak tarif etmişti ama bu güvenlikçilere sıfır İngilizceleri olduğu için bu durum nasıl tarif edilecek. Anlaşmamız biraz zaman aldı, sonunda kızım airbnb sahibini telefonla aradı, Allah'tan kadın az buçuk ingilizce biliyormuş, telefonla güvenlikçileri aradı, konuştular da bizi apartmana aldılar. Biz orada iletişim kurmaya çalışırken aynı anda bir Amerikalı adam daha vardı. Kızım ile biraz konuştular, meğerse adamda Airbnb den aynı apartmanda bir daire kiralamış ama sanırım aracı şirketler aracılığı ile kiralamış ve orada öyle bir ev sahibi ya da daire yokmuş. Adam gecenin 11 inde dolandırılmış bir şekilde açıkta kalmış, çözüm üretmeye çalışıyormuş.  Daha dakika bir dolandırıcılık bir karşılaşınca biraz canımız sıkıldı ama Allah'tan bizim daire internette göründüğü gibi ve sorunsuz çıktı.. İçeriye girdik ev sahibi mutfak tezgahın üzerine 3 tane markalı silikon kulak tıkacı bırakmış. Bu da niyeki dedim ama gecenin bi saati gürültüden uyuyamayınca kalkıp tıkaçlardan kulağıma takınca, ömrümde ilk defa kulak tıkacı ile uyumuş oldum. Dairenin en büyük sıkıntısı sabaha kadar polis ve ambulansların siren çalarak geçtiği ana caddenin üzerinde olmasıydı


Sabah kalkıp yanımızdaki ufak tefek atıştırmalıklarla ilk günün uyduruk kahvaltısını yaptık. Daha market nerede, neler var hiç bir fikrimiz yok. O gün üstelik 25 Aralık, Noel günü olduğu için resmi tatil.   Pasaportları, kredi kartımı ve paraları ömrümde ilk defa kullandığım boyuna asılan gömlek altında duran cüzdana yerleştirdim. Korku insana neler yaptırıyor.. Sadece akşam aldığımız Meksika dolarlarını pantolonun ön cebine koydum. Üstelik yumurtaları tek sepete koymayacaksın genel kuralı gereği  o parayı da kendi aramızda paylaştık.  Artık çevreyi keşfe ve turistik gezimize başlayabiliriz.

Ne yani Orta Amerika ve Güney Amerika’nın en popüler şehri kabul edilen, yaklaşık 22 milyon nüfusu ile dünyanın en kalabalık şehirlerinden olan ve şehir merkezinde metrekareye düşen insan sayısı olarak dünyanın en kalabalık şehri sayılan Mexico City'de 10 gün dolaşıp, hepsini destan gibi tek yazıda yazmamı beklemiyordunuz herhalde. Daha bunun Paris'ten sonra en çok müzeye sahip olan şehir olmasından dolayı müzeler yazılacak, restoranlar, insan hikayeleri, Aztekler, Mayalar yazılacak..

Merak iyidir, insana yeni bilgiler öğretir.. Merak edin azcık!




Salı

İSTANBUL'DAN KARS'A TREN YOLCULUĞU


Doğu ekspresi yataklı vagondan bilet alıp Kars yolculuğu yapmanın, bu memleketin en zor bilet bulunan seyahat aracı olduğuna iddiaya girerim. Geçen yıl kış boyunca, beraber gitmek için birkaç arkadaş, sürekli bilet baktık ama nafile.

İnternet'te çok karışık bilgiler ve bilet bulma taktikleri içeren bir sürü yazı var. Temel olan şu ki, tur şirketleri biletleri komple alıyorlar ve tur harici gitmek mümkün olamıyor.

Azimle….. diye başlayan ya da sabırla… diye başlayan pek çok atasözümüz var, bilirsiniz çoğunu zaten, her şey de yazılmaz ki ... İnternette yazanlardan birisi diyordu ki, yataklı vagon için bilet bulamasanız bile arada bir bakmayı ihmal etmeyin. Tur şirketleri satamadıkları biletleri son gün iade edebiliyormuş, ya da seyahatten vazgeçenler olabiliyormuş. Şansınız varsa onlardan yakalayabilirsiniz diye..

Ben o şansı 2 Aralık günü için yakaladım ve sonunda çok övülen Doğu Ekspresi ile Kars yolculuğu deneyimi yaşayacağım. Üstelik bilet bulunca sanki kaybettiğim bir şeyi bulmuş gibi sevindim ve hemen aldım. 

Doğu Ekspresi Ankara'dan kalktığı için oraya gitmenin en kolay yolu İstanbul - Ankara yüksek hızlı treni. Kars'tan İstanbul'a uçak ile dönüş planladığımız için en uygun pratik planlama böyle görünüyor. Pendik garından hızlı tren ile yolculuk başladı.

İlk bakışta yht.. Koltuklar arkaya yatmıyor ve bu biraz rahatsız edici durum.. İkinci tecrübe ise, eğer 4 kişilik grup değilseniz bizim gibi önünde masa olan 4 lü grup koltuklardan bilet almayın. Masanın üzerine kitap filan bırakırız diye düşünmüştüm ama yolculuk boyunca karşındaki adama, hele de bizim karşımızdaki gibi pis sakallı adama, bakmak hiç güzel değil..


Trende arada bir görevli tıpkı uçaklardaki gibi el arabası ile dolaşıp çay-kahve, atıştırmalıklar satmaya çalışıyor.. Kahve istedim ve verdiği kahve hiç duymadığım mesh diye bir marka. Üstelik poşetin içindeki ikinci poşeti sıcak suya daldırınca eriyenlerden. Fiyatı 3.5 lira ama hiç güzel değildi..

Toplu yolculukların olmazsa olmazı ağlayan bir bebek.. Bizim vagonda da onlardan bir tane var.. İlerleyen zamanda uyuyacağını umut ediyoruz :)



Trenin hızı aralıklı olarak en fazla 250 km/h oluyor ama bu hızda çok uzun süre gitmiyor. Hızlı trenin bir kafeteryası var, fiyatlar uygun ama küçücük bir alanda. Ben daha büyük, oturup yeyip içilerek gidilebilecek sanırdım. Mikrodalga fırında ısıtılıp servis edilen yemekler de var, fiyatlar makul görünüyor. Sık sık trende sigara içmek yasaktır anonsu yapılıyor. Sanırım gizli gizli sigara içenler var. Ama "sayın yolcularımız, seyahat boyunca ayakkabıların çıkartılması yasaktır" diye anons da yapılınca gülmekten kendimi alamadım.





Hızlı tren yolculuğu Ankara'da yeni yapılan tren garında son buluyor. Ben orayı ilk defa gördüm ve kendimi bir AVM nin içerisinde hissettim. Aradaki tünelden direkt eski gara geçtik. Aklımda eski tarihi gar lokantası var ve Kars yolcuğuna çıkmadan önce önce orada yemek yemek istiyoruz. Bizi karşılayan sürpriz ise Ankara garındaki tarihi Gar lokantasının kapanmış olmasıydı.. Yalnız kapandığını yeni garda ki danışma elemanları bile bilmiyor.. Tarihi lokantada yemek yeme hayalim suya düştü.. Eski gardan çıkınca hemen sol taraftaki kulenin içerisinde yine Tcdd ye ait kule restoranı varmış, orada yemek yedik. Servis, ortam ve fiyatlar güzel. Tavsiye olunur. Yaklaşık 3 saatlik bekleyişimiz "Doğu Ekspresi gara gelmiştir, yolcularımızın 1 nolu perondan trene binmeleri"  anonsu ile son buluyor.



Çok uzun bir tren, gördüğüm kadarı ile 11 tane vagon var. Yataklı vagonlar sondan 4 tanesi ve biz 8 nolu vagondaki yerimize gidiyoruz... Vagona giderken ortalardaki yemekli vagonu gördüm, çok uzakta görünüyor, insan zırt pırt buraya gelmez ki dedim.

Odaya girdik. Küçük ama sempatik bir havası var. Yan yana 2 tane koltuk var,onlar yatırılınca yatak oluyor. Üstte bir tane daha yatak var.Küçük bir lavabo ( tuvalet yok ), mini buzdolabı var. Hatta buzdolabına 2 su, 2 bisküvi, 2 meyve suyu koymuşlar.. Nevaleyi dolaba koyayım dedim, kapağı elimde kaldı.. Görevliyi çağırdım bu bozuk diye, geldi baktı evet bozuk ama bu saatte yapacak bir şey yok , sıcak soğuk bir ihtiyacınız olursa bana söyleyin, hallederiz dedi.. Bunda cebine sıkıştırdığım bahşişin katkısı ne kadar oldu bilemiyorum.. Oda ısısı gayet güzel, her odanın kendi ısı ayar anahtarı var oradan ayarlanabiliyor. 

Tren tıngır mıngır gitmeye başladı.. Yan odadan 2 tane çocuk ağlaması geliyor, susacaklar inşallah. Bu yolculukta çocuk açısından çok şanslıyız. Şimdi internet çekerken fonda tren türküleri, elimde şarabım bunları yazıyorum.. Daha ne olsun..



Akşam saat 18 gibi Ankara'dan yolculuk başladı. Hızlı tren ile buraya gelip Doğu Ekspresine binince insanda bu tren bu hız ile iki günde Kars'a varamaz hissi oluyor. Üstelik Tren o kadar sık duruyor ki, daha sonra fotoğraf çekmek için dışarıda konuştuğum bir delikanlı " abi bu nasıl tren,belediye otobüsü gibi" demişti. Yolculuk başladığında karanlıkta çökmüş olduğundan dışarısı ile bir ilginiz kalmıyor.

Dışarısı ile bağlantı kalmadı madem,biraz içeriden bilgi vereyim.Yataklı vagonlarda her vagon için bir görevli var. Önce geldi tren hakkında kısa bilgiler verdi,yatağın nasıl açılacağını filan tarif etti. Oda da 2 tane elektrik prizi var. Ne olur sadece telefonlarınız şarj etmek için kullanın, su ısıtıcı yada elektrikli ocak kullanmayın diye rica etti. İnsanlar elektrikli ocak getirip sucuk bile pişiriyor ama hem  elektrik sistemine tehlike yaratıyor hem diğer yolcular rahatsız oluyor dedi. Ne sucuğu yaa filan dedik güldük, olur mu öyle şey dedik.

İnternet çoğu yerde çekiyor. sadece doğuya doğru gittikçe kopmalar başlıyor. Yerleşim yerlerinden geçerken çekiyor. Oda da tuvalet yok ama yataklı vagonların iki tarafında da tuvalet var. Tuvalet kağıdı,sabun var ama çok temiz olduğunu söylemek zor ama esnaf lokantaları tuvaletleri seviyesinde. 

Yataklar çok rahat, temizlik açısından hiç bir tereddütümüz olmadı. Çünkü çok temiz görünüyorlardı.Zaten görevli de her yolcu için kesinlikle yeniliyoruz,gönlünüz rahat olsun demişti. Okuduğum yazılarda odaların ( aslında kompartıman demek lazım ) sadece içeriden kilitlenebildiği yazıyordu ama artık anahtar veriyorlar ve dışarıdan da kilitlenebiliyor. Akşam yemekli vagona gitmedik. Okuduğumuz yazılardan ne çok etkilenmiş isek, yanımıza fazla fazla yiyecek içecek almıştık, ki zaten sadece içecek kısmı ile ilgilendik.   

En güzel manzaraların sabahın ilk saatlerinde olduğu bilgisine sahip olduğumuz için uyumak için çok beklemedik.  Trende uyumak çok farklı bir deneyim. Benim gibi zor uyuyanlar için çokta kolay değil ama yatarak yolculuk ettiğini bilmenin keyfi insana yetiyor.  Tren yine sık sık duruyor, hatta bir ara uykumun arasında bu sefer fazla durdu sanki diyorum ama yarı uykulu uykulu emin değilim..




Sivas civarında sabah oldu.  Bekliyoruz ki karla kaplı manzaralar eşliğinde yolculuk yapacağız. Oysa ki buralar günlük güneşlik. Kahvaltı için yemekli vagona geçtik.  İki çeşit kahvaltı menüleri var 15 ve 20 lira fiyatlı. Malzemeleri çok az ve kötü bir çay eşliğinde kahvaltı yaptık. başka da yemekli vagona uğrama ihtiyacı duymadık zaten.Kahvaltı sonrası odaya döndük ki yan odadan gelen kesif bir sucuk kokusu.. Komşular sucuk pişirmiş ve tüm vagon sucuk kokusu ile kaplanmış. Görevlinin söylediği doğruymuş ama olacak iş değil. Yurdum insanı her yerde bi şekilde kendini belli ediyor!





Erzincan'a yaklaştıkça dağların tepelerinde ara ara kar görünmeye başladı.. İnşallah artar da kar manzaraları da çekerim diye hevesleniyorum ama olmuyor.  zaten bu trende fotoğraf çekmek tam bir işkence.. Açılabilen cam yok, öyle olunca da zaten kirli olan cama dayanıp  fotoğraf çekmek mümkün.. O yüzden fotoğraflarda cam yansımaları ve kir izleri oluyor. Bu yolculuğun çoğunlukla manzara için yapıldığı düşünülünce , işletmenin buna çözüm üretmesi gerektiğini düşünüyorum.




Tren kıvrıla kıvrıla yol alıyor. Erzurum' yaklaşınca vagon görevlisi tek tek dolaşıp Erzurum'da çağ kebabı siparişi vermek isteyenlerden kişi başı 25 er lira topluyor. Artık bu yolculuğun olmazsa olmazlarından sayılan bu çağ kebabı işine bizde katılıyoruz. Erzurum'da elinde poşetlerle pek çok delikanlı trenin etrafını sarıyor. hepsi de kendilerine gelen Çağ kebabı siparişlerini yolculara teslim etme telaşında. Küçük bir menü şeklindeki 1 ayran,2 şiş Çağ kebabı yanındaki diğer malzemeler fotoğrafta görülüyor. Çok soğuk değil ama lezzetsiz kuru,sert bir kebap geldi. Beğenmedim ama ,burada bu kadar olur herhalde.

Bu arada öğreniyoruz ki Erzurum'a gelmemiz 2 saat gecikmeli olmuş. Sivas taraflarında beklediğimiz süre meğer 2 saat kadarmış. Trenin motorunda bir şey bozulmuş ve onun tamirini beklemişiz.hava burada karardı ve daha Kars'a kadar yolumuz var.

Yolculuğumuzun en maceralı kısmı Erzurum'dan sonra başladı. Erzurum'dan yola çıktık,1 saat kadar gittik, elektrikler gidip gelmeye başladı. Bir süre sonra kaloriferler durdu ve içerisi soğumaya başladı. Battaniyelere sarılıp ısınmaya çalışıyoruz derken elektrikler bir ara tamamen gitti ve zifiri karanlıkta yol alıyoruz. Tam bir korku filmi yolculuğu gibi ama biz bunun da keyfini çıkartma peşindeyiz.Elektrikler erken geldi ama kalorifer jeneratörü ayrı imiş ve o bozulmuş bilgisi geldi. Sarıkamış'a kadar soğuk bir yolculuk yaptık ve orada 1 saat kadar Kars'tan jeneratör gelmesini bekledik. Kars Sarıkamış arası zaten 1 saat, soğukta bekleyene kadar gitsek daha iyi değilmiydi,anlamış değilim ama vardır herhalde bir bildikleri.

Bütün yolcular koridorlarda sohbet ediyoruz, son şaraplarımızı içiyoruz. Sonuçta herkes bu tren deneyimi için gelmiş ve bu da bir anı işte diyoruz. Sonuçta Kara tren olmasa da bir Tren bu da..

Kara tren gecikir 
Belki hiç gelmez
Dağlarda salınır da 
Derdimi bilmez

İstanbul'da 32 saat sürecek diye hesapladığımız yolculuk, 35 saat oldu ve 3 saat gecikmeli olarak nihayet Kars'ta son buldu.Keyifli miydi?.. Evet çok keyifliydi. Mutlaka gitmeye çalışın ama sakın ola ki yataklı olmayan yolculuk yapmayın,perişan olursunuz. 4 kişilik puşetliler de olur ama yakın arkadaş değilseniz oraya da bulaşmayın. Ya da 2 kişi olsanız da 4 kişilik puşetlinin hepsini alın,zaten fiyatları çok uygun,rahat edin..

Aklınız takılan sorular olur ise buralardayım :)