Pazar

33- MOSKOVA / RUSYA

4 temmuz günü coğrafi olarak artık Moskova sınırları içerisine girmiş bulunuyoruz. Ancak şehir merkezine geçmeden önce yapmamız gerekenler var. Karavanla o kadar yol gidince ister istemez bazı sorunları çıkıyor. Benim karavanda özellikle sabahları zor çalışma problemi başlamıştı. Son günlerde artan marşa basınca tırrrrt gibi ses yapıp çalışmamaya başlamıştı. Rusya'da ilginç bir servis hizmetleri var. Adamlar para kazanmamak üzerine dükkan açmışlar. Yetkili, yetkisiz servise gidiyorsun, hepsi bir garip, yüzüne bile bakmadan biz yapmayız diyorlar.

Artık Moskova'dayız ve Avrupa Euro bölgesine geçmeden bu marş dinamosu işini halledelim istiyordum. Burada bulunduğumuz Azeri ustalar ile bütün gün şaka şamata eşliğinde bütün bakımlarımı yaptırdım. Marş motorunun tamiri 7000, yenisi 9000 ruble deyince yenisi olsun dedim. Yağ ve yağ filtresini değiştirdiler, fren balataları bende yedek vardı onları değiştirdiler, ön takımda bozuk parçaları değiştirme derken bütün gün tamirhanede geçti. Günün sonunda 28 500 ruble verdim. Yaklaşık 350 dolar ediyor. Tamirhanede bütün gün ayakta dolanıp durmak insanı fena yoruyor. Ayrıca Moskova merkezin trafik yoğunluğu İstanbul'un 5 katı dedikleri için gözümüz korktu. Cesaretimizi toparlayınca merkeze gidip göreceğiz.
Dünyanın bütün büyük şehirlerinde uygun fiyata kiralık ev bulmak en büyük sorunlardandır. Moskova'nın da onlardan farkı yok. Bazıları çözümü şehrin çok uzağında, bizdeki hobi bahçeleri gibi yerler yaparak bulmuşlar. Buralardan işe gitmek çok uzak olsa da, ekonomik olması nedeniyle sayıları sürekli artıyormuş. Anlaşılacağı üzere Karavanı tamir ettirdiğimiz ustanın yeri de böylesi uzak bir yerdeydi. Tamirat işleri bittikten sonra Moskova merkeze geçtik. Karavanı 2. halkanın dışında, bir Avm nin otoparkına yerleştirdik. Moskova'da park yeri bulmak inanılmaz zor. Ancak merkezden uzaklaşarak yer bulunabiliyor. Burada 3 günlük Metro ulaşım kartı aldık. Artık Moskova gezisi başlayabilir.





























70 li yıllarda benim gibi öğrenci olup, dünyaya soldan bakanlar çok iyi bilirler. Gizli gizli duvarlara, sıralara orak çekiç kazımaya çalışırdık. Karşı tarafta olanların ise meşhur bir sloganı vardı "Komünistler Moskova'ya!" derlerdi .. Bütün onlar birer nostalji ve bana Moskova'ya gelmek ancak kısmet oldu.
Moskova hakkında çok fazla not yazmayacağım. Zaten herkesin epey bilgisi olan bir büyük şehir. Zaten yürümekten anam ağladı. O yüzden yazı yerine bolca fotoğraf paylaştım. Sadece şunları söyleyeyim ki, burası gerçekten çok büyük ve bir o kadar eskisi korunmuş tarihi bir şehir. Sanırım bizden başka herkes tarihine, tarihi binalarına, şehirlerin kültürlerine sahip çıkıyorlar. Metronun anlatılan o meşhur sanat eseri yerlerini bugün göremedim. Daha bir kaç gün buradayız, du bakalım!. Üstelik daha sırada Nazım'ı ziyaret edip, başı ucunda bir şiirini okuma planı var. Gitmezsek o ayıp bize yeter.
Memleketin gündemi gelen fahiş zamlar, biliyorum ama zaten görünen köy kılavuz istemez misali zaten bekleniyordu. Özgürlüğün en büyük düşmanı halinden memnun kölelerdir denir. Umarım bizim ülkemizde de gün gelir bu gezip paylaştığım yerlerdeki özgürlük ve yanında güzellikleri de görürüz. Yok bu Moskova bana yaramadı, eski defterleri karıştırmaya başladım.































Askerlerin nöbet değişim merasimi her zaman ilgi çekici olur. Moskova'da Kremlinin önünde nöbet değişimine denk gelince, çekmemek olmazdı.

Bizim Moskova ziyaretimizde ki şansızlığımız, güvenlik nedeni ile Kızıl Meydan'ın kapatılmış olması oldu. Ancak uzaktan, demir parmaklıkların arkasından görebildik. Ama zaten buraları medyadan o kadar çok görmüşüz ki, insan sanki daha görmüşmüş hissine kapılıyor.















Moskova gezimizin ilk günü daha çok Kremlin sarayı etrafında yürümekle geçti. Mesafeler çok uzak ve insan gerçekten yoruluyor. Ancak gezginler çok iyi bilir ki, bir şehri en iyi yürüyerek gezersen tanırsın.
































Moskova gezisinde olmazsa olmaz bir Avm ziyareti yaptık. Hani Avm gezmem demiştin demeyin, burası bildiğiniz Avm'lerden değil, kocaman bir şehir gibi . Biraz bilgi toparlayalım. Kremlin'in hemen yanı başındaki GUM 1893'te açılan mağaza, Moskova ve Rusya için olağanüstü bir projeydi; o zamanlar Avrupa'nın en büyük pasajıydı. Kapalı alışveriş caddeleri olan pasajlar, Doğu'nun kapalı çarşılarından esinlenerek inşa edildi. Ancak bunlar sadece kapalı alışveriş caddeleriydi; büyük mağazalarda ancak yüzyılın ikinci yarısında toplanmaya başladılar. Tam kaplamalı, camdan gökyüzüyle, kendi elektrik santrali, artezyen kuyusu, bodrum katlarında toptan satış, telgraf ofisleri, bankalar, restoranlar, kuaförler, showroomlar, atölyeler ile aralarında cam kaplı sokakların bulunduğu 16 büyük ayrı binadan oluşuyordu. GUM sadece hemen hemen her şeyi satın alabileceğiniz bir mağaza değil. Burası eczanenin, banka şubesinin ve çiçekçinin bulunduğu tam bir alışveriş bölgesi... Burası mimari bir anıt. Burası restoran ve kafelerin bulunduğu konforlu bir dinlenme alanıdır. Bir sanat galerisi ve kültürel etkinlik mekanıdır. Bu Rus tarihinin ayrılmaz bir parçasıdır. Moskova'nın sembolü ve kendinizi Avrupa'da hissedebileceğiniz Kremlin'e en yakın yer.


Moskova'nın her tarafından görülen, bir birine benzeyen yedi tane kocaman bina kompleksleri dikkatimizi çekti. Bunlar Yedi Kız Kardeşler olarak adlandırılan binalarmış.

Moskova Devlet Üniversitesi, Ukrayna Oteli, Rusya Dışişleri Bakanlığı binası, Kotelniçeskaya Nehir Kıyı Binası ( Konut olarak kullanılıyor), Kızıl Geçit binası ( Konut olarak kullanılıyor ), Kudrinskaya Meydanı Binası ( Konut olarak kullanılıyor), Leningrad oteli.

Moskova Devlet Üniversitesinin ana binası, tüm Rusya'daki en prestijli yüksek öğretim kurumunun evinden çok bir Batman filminden bir sahne parçası gibi görünüyor. Bu bina, Stalin döneminin inşa edilmiş bir dizi gökdelen olan efsanevi Moskova'nın Yedi Kız kardeşlerinin en büyüğü imiş.. İnşaatı 1949'da başlamış ve 240 metre yüksekliğiyle on yıllar boyunca Avrupa'nın en yüksek binası olmuş. Kulenin tepesindeki yıldız, küçük bir oda ve bir seyir platformu içerecek kadar büyükmüş ve 12 ton ağırlığındaymış. Binanın cepheleri dev saatler, barometreler, termometreler, heykeller ve oyma buğday demetleriyle süslenmiş.






Arbat Caddesinde bir kaç tane Türk restoranı gördük. Bunlar Şefin yerine döner yemeğe gittik ama döner bitmişti. Gitmişken boş çıkmayalım dedik, baklava ve kadayıf gibi artık özlediğimiz tatlılarımızdan yedik. Moskova bir kaç günde gezmekle bitecek gibi değil. Biz yine de gelmişken görebildiğimiz kadar fazla yer görmeye çalıştık. Aslında çok fazla fotoğraf çektim ama hepsini burada paylaşmak mümkün değil. Şehir hakkında akıllarda biraz imaj kalsın diye ortaya karışık biraz paylaşmaya çalışıyorum. Mesela son fotoğraftaki bina Moskova nehrinin kenarında, ülkenin en eski çikolata fabrikasının binasıymış.










Zaryadye Parkı çok güzel yapılmış. Parkın ana özelliği peyzajın altına gizlenmiş tesisleridir ve parkın kendisi dört iklim bölgesine bölünmüş, orman , bozkır , tundra ve taşkın yataklarını temsil ediyormuş. Bunlar aşağıya doğru inen teraslar şeklinde düzenlenmiş.
Moskova Nehri'ne 70m yukarıdan bakan ve tek bir destek olmadan 70m nehir üzerine uzanan, Kremlin’in ve Moskova’nın panoramik manzarasını başarılı bir şekilde gösteren Yüzen Köprü olarak da adlandırılan V şeklindeki seyir terası var. Nehrin gece görüntüsü fotoğraflarım o terastan.
Buz Mağarası, Uçan Sinema, Medya Merkezi, Yeraltı Müzesi, Zaryadye Gastronomi Merkezi, Zaryadye Konser Salonu gibi pek çok güzel alanlara ayrılmış. Ayıptır söylemesi ama buradaki gastronomi merkezinde yediğim kalamar ızgara nefisti!

Moskova canlı bir şehir. Gece 01 de bile caddeler insan doluydu. İnsanlar, özellikle genç kızlar o kadar şık geziniyorlar ki, sanırsın hepsi düğüne gidiyor. Meşhur denilen Arbat caddesini gündüz ve gece gördük. Türk restoranlarına göz ucu ile fiyatlara baktım, çok fena. Türkiye'nin bir kaç katı. Mesela aklımda kalan , uyduruk donmuş künefeden yapılan künefe 830 ruble, yani 300 lira gibi.
Dünyanın neresine gitsem Karadeniz'li bir hemşerim ile karşılaşıyorum demiştim. Allah yokluklarımızı eksik etmesin. Burada yok mu sandınız )).. Mustafa'da burada çalışan İnşaat mühendisi kardeşimiz. Anlattıklarına göre buralarda gezip, eğlenmek çok güzelmiş ama sıra çalışmaya gelince koşullar çok kötüymüş. Valla biz gezip eğlenmeye geldik, gerisini bilmem dedim.. Moskova'nın gecesi gündüzünden daha güzel. O muhteşem binaları çok güzel aydınlatıyorlar.












Moskova gezisi hakkında notlar yazarken Bu şehrin Metrosundan ayrıca bahsetmezsek olmaz. Metro istasyonları genellikle kirli noktalardır, bir şehrin göbeğine açılan karanlık, rutubetli kapılar ile karşılaşırsınız.. Ancak Moskova'daysanız , bu durum farklı, Metro duraklarını bile gezmek tam bir sanat şöleni. Rus şehrinin metro istasyonları, mimari olarak hayranlık uyandıran, hatta belki de dünyanın en güzeli. İstasyonlar o kadar zarif ki, bir yeraltı ulaşım ağına girişten çok lüks büyük salonlara girilmiş gibi görünüyorlar. Her bir istasyon farklıdır. Bazılarının duvarlarını renkli mozaikler ve vitray pencereler süslüyor, bazılarının tavanlarından ise parlak avizeler sarkıyor. Her biri kendi mini galerisi gibi. Sosyalist sistem için bir tür propaganda görevi görür. Bazı istasyonların tasarımlarında orak ve çekiç gibi sosyalist semboller yer alıyor. satın aldığımız üç günlük Troyka Kart ile pek çoğunu keyifle izledik.

Meşhur Moskova metrosundan kullandığımız bazı duraklardan fotoğraflar da ekledim. Burada metro kullanmak gerçekten çok kolay. Şehri yuvarlak olarak çevreleyen 3 ana hat ve onlar arasında bağlantı hatları var. Metro ortalama 2 dakikada bir geldiği için bekleme süreleri çok kısa. Zaten burada araç kullanmak akıllı işi değil.




















Moskova Kremlini bu sıralar ziyaretçilere kapalı. Sanırım Nisan ayında oraya bir dron ile saldırı düzenlenmiş ve o yüzden güvenlik nedeniyle kapatılmış. Putin'in çalışma ofisi de Kremlin içinde olduğu için normal herhalde.

Moskova kremlinini gezemedik madem Moskova içerisinde bir başka bölgede olan İzmailova Kremlinini gezelim dedik.. Yaklaşık 200 yıllık yapılar tipik Rus mimarisi olarak yapılmış ama ortam bize Çin mahallesi gibi geldi. Sıra sıra satıcı tezgahları dolu. Hafta sonları Moskova'nın en büyük bit pazarı burada kuruluyormuş.

Kremlin aslında kale, şato, hisar anlamına gelmektedir ama tarihi Rus kentlerinin merkezinde bulunan önemli yapılar için de kullanılmaktadır. Pek çok tarihi kentin Kremlini bulunmaktadır. Türkiye'den bakınca sadece Moskova Kremlini varmış gibi algılanabilir ama bu doğru değildir. Aslında bunun nedeni en tanınmışı Moskova Kremlin’i olmasından dolayıdır.






Moskova'ya gelip de sevgili Nazım Hikmet'i ziyaret etmeyeceğimizi düşünmediniz umarım. Bizim için çok özel duyguların yaşandığı güzel bir ziyaret oldu.

Nazım'ı da ziyaret ettiğimize göre artık Moskova'dan ayrılma vaktidir!...




Cumartesi

35- ST. PETERSBURG / RUSYA

 

Günlerden 13 Temmuz ve biz artık Petersburg'dayız. Moskova 'da karavan deposuna koyduğumuz suyun resmen çamurlu su olduğu anlayınca dün depoyu komple boşaltıp, yolda bir benzinlikte yeniden doldurdum. Görüntüsü berrak gibiydi ama şeffaf bidona da koyunca gördük ki bu da iğrenç çamur gibi su. Mecburen onu da boşalttık ve başladık yol boyunca su bakmaya. Neredeyse Petersburg'a geldik ve ancak 3 ayrı benzincide azar azar doldurabildik. Suları sanırım kuyu suyu, baştan hızlı akıyor gibi ama sonra hemen kesiliyor. Bugünkü yolculuk resmen su aramakla geçti ve Petersburg 'a geldik. Karavancılar için büyük şehirler dünyanın her yerinde sıkıntı demiştim. Eee burası da büyük şehir. Artık şaşırmak yok.







Bu arada buralarda millet Petersburg demiyor, kısaca Pitır diyorlar. Büyük şehirlerin en büyük problemi park problemi burada da var. Her yer araba dolu ve zaten ücretli parklar. 3-4 gün kalacak olunca ister istemez ücretsiz park istiyor insanın gönlü )).

İki arkadaş dolaş dolaş bulamadık. Şehir dışında bir Avm parkını uygun olarak gördüm. Son bir kez başka bir bölgeyi dolaşırken binaların arasında bir park buldum. Oh ne güzel sessiz sakin dedik. Amma birazdan etrafımızda tekerlekli arabalar ile dolaşan yaşlıların artması dikkatimi çekti. Baktım hastanenin arka bahçesindeyiz, hemen yakınımızda Nevski Katedrali ve yanında mezarlık var. Park etmişken Nevski Katedralini ve çevresini gezdik. Sessiz sakin iyi de, burası ölüm kokuyor, kaçalım dedim.

Biraz yürüyüş yapar bir Avm parkına gideriz dedik ve yürürken şimdiki yerimizi bulduk. Petersburg'da Nevski caddesi paralelinde, neredeyse her yere yürüme mesafesi bir park. daha ne olsun.
Şimdi gezme zamanı. Gerçi biz buraya yıllar önce de gelmiştik ama olsun. Bakalım neler değişmiş..























Yıllar önce geldiğimiz bu şehirde değişen hiçbir şey yok. Aynı canlılıkta ve çok güzel bir şehir olma özelliğini devam ettiriyor. Değişen tek şey benim beyazlayan saçlarım. Gezi bloğumdaki eski fotoğraflardan kızıma gönderdim, babişkoo çok yaşlanmışsın, saçların ne kadar siyahmış dedi. O yüzden Petersburg hakkında bugün yazmıyorum . Sadece burada yaşanmış, gerçekliği tartışmalı bir hikaye ile yetiniyorum..
İkinci Dünya Savaşı'ydı. Savaş bölgesinden memleketi olan Leningrad'a ( St. Petersburg) izne gelmiş olan bir asker, evinin bulunduğu caddeye doğru giderken, Alman bombardımanı sonucu ölenleri taşıyan bir kamyonla karşılaştı.

Ölüler toplu gömülmek üzere mezarlığa götürülüyordu. Cesetlerin arasında askerin dikkatini çeken bir şey vardı; bir ayakkabı. Gördüğü ayakkabı eşine aldığı ayakkabıya benziyordu. Eve gidip gitmeme konusunda tereddüt ettikten sonra görevliye, ayakkabıyı giyen ölüyü görmek istediğini söyledi.

Görevli izin verdi. Asker kamyona çıktı, cesede baktı, gördüğü kişi karısıydı.
Görevliye cesedin karısı olduğunu ve onu alıp kendisinin gömmek istediğini söyledi. Görevlinin yardımıyla ceset indirildi. Asker karısını zor da olsa nefes aldığını ve onu alıp hemen hastaneye götürdü. Yapılan müdahaleler sonucu kadın kurtarıldı, iyileşti ve normal hayata döndü.
İşte o gün ölümden dönen kadın hamile kaldı ve 7 Ekim 1952'de Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Vladimiroviç Putin'i doğurdu.











Petersburg gezimiz devam ediyor. Bir taraftan İskandinav ülkeleri araştırması yapıyorum. Baktım herkes Nordkamp'a gidiyor, yakında orası Kuşadası Sevgi plajına dönecek demiştim , biz gitmekten vazgeçtik. Yakında Nordkamp'a Türkler giremez tabelası asacaklar..

Bizim rotamız yaklaşık fotoğraflardaki gibi olacak. Petersburg'dan Finlandiya'ya 20 Temmuz'da girdikten sonra körfezi dolaşıp 3 Ağustosta Oslo'da olacağız. Orada kızım ile buluşup 14 günlük gezimizi yapacağız. Sonra 18 Ağustos'ta onu Oslo'dan yolcu edip, Avrupa yoluna devam edeceğiz.
Petersburg bildiğiniz gibi işte. Her yer insan dolu, sürekli bir yerlere gidiyor gibi görünen insan kalabalığı. Ama bu şehir sanıyorum Rusya'nın en güzel ve modern şehri. Bu defa gelişimde en dikkatimi çeken şey ise, adım başı tekne turu satmaya çalışan satıcılar. O kadar çoklar ki, insan artık sıkılmaya başlıyor. Kapitalizmin rekabeti buraya da çoktan gelmiş. 15 liraya gelen fiyat ile Borsh çorbası bile veren ucuz restoran zinciri gördüm. İnsanlar oralarda yemek kuyruğundalar.

Petersburg'da 3 günlük ulaşım kartı aldık. Bu kartlar ile toplu taşımaya sınırsız defa biniliyor. Bilmediğimiz şehirlerde yaptığımız bir aktiviteyi bura da yaptık. Şehir içi tramvaya bindik, nereye gittiğini bilmeden son durağına kadar gidip geri döndük. Böylece oturduğumuz yerden şehrin merkezi dışındaki yerlerini de görmüş olduk. Bence her gezginin yapması gereken bir aktivite.

Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar;
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allah'ın adını,
Günahkâr da sayılmazdı.
Yazık oldu Bülent Efendi’ye.

Ömrü hayatımda ilk defa ayak parmak aramda nasır çıktı, canıma okuyor. Kaçıncı nasır bandı yapıştırdım ama geçmedi. Gezmelerdeyiz diye yürüyüşü de bırakamayınca, o da beni bırakmıyor. O yüzden bugün biraz çimlerde yatış yaptım. Zaten buralarda insanlar azcık park bahçe, çim ve güneş görseler hemen yatışa geçiyorlar.
Bu coğrafyada bir inanış var. Heykellerin eline dokunmanın şanş getirdiğine inanılıyormuş. O yüzden bütün heykellerin eli dokunulmaktan parlak duruyor. Bugün ben de dokundum, du bakalım.. Az önce Google a sordum, heykel eline dokunmak neymiş dedim. Sık arananlarda heykel eline dokunmak abdesti bozar mı? diye soru çıktı. Arkadaş neyin kafası ile bu soruyu çok sordunuz ki, en başta o çıktı. Memleketten uzaklaşsak bile komik saçmalıklarından kurtulamıyoruz!
Yarın Petersburg merkezinden ayrılırız ama Finlandiya girişimiz için yeşil sigortayı 20 Temmuz başlangıçlı yaptırmıştık, mecburen 20 Temmuz'a kadar Rusya'dayız. Artık oyalanıyoruz işte..


























Petersburg gezimizin son gününü Çar 1. Petro’nun emriyle 18. yüzyılda inşa edilmiş Peterhof sarayının bahçesini gezmeye ayırdık. Kendisine bizim tarihimizde deli Petro deniliyor olsa da Avrupa onu büyük Petro olarak tanıyor. Modern Rusya'nın temellerini atan adamdır kendileri. Fransa’daki Versay Sarayı’nı görünce böyle bir saray istiyorum demesiyle başlamış Peterhof hikayesi . Bir dizi saraydan ve çeşitli boyutlardaki bahçelerden oluşan sarayın yapımına İsveç’e karşı kazanılan zaferin ardından başlanmış. Sarayın bahçesinde yer alan 64 fıskiye ile 250 heykelden oluşan Büyük Çağlayan, görsel açıdan büyüleyicidir.
Petergof, 23 Eylül 1941'de Almanlar tarafından ele geçirilmiş. 1944'e kadar Almanların elinde kalan saray büyük oranda yıkıma uğramış. Çeşmelerin pek çoğu yok edilmiş ve saray kısmen patlatılarak yanmaya bırakılmış. Savaşın bitiminden sonra başlayan restorasyon çalışmaları hâlâ devam ediyor. Bahçesini yürümek bile saatler sürüyor ama gerçekten güzel bir yer olmuş.





















18 Temmuz günü artık Rusya'dan çıkıp Finlandiya'ya girmek için son konaklama yerindeyiz. Burası Vyborg.. Muhtemelen adını sizler de ilk defa duydunuz. . Burası Rusya'nın Finlandiya öncesi son şehri. Aslına bakarsanız burası 1940 yılındaki Rusya- Finlandiya savaşına kadar bir Finlandiya şehri imiş. O savaşta Rusya, burası artık benim demiş.

Eski bir Finlandiya şehri olduğu için binalar, sokaklar tam bir Finlandiya havasında. Yarından sonra Finlandiya tarafına geçince adaptasyon zorluğu yaşamayacağız.
Rusya'nın bütün şehirlerinde, ilan panolarında paralı askerliğe davet reklamları var. Bugün buradan bir tanesinin çevirili fotoğrafını da paylaşmış oldum.
Çarşıda gezerken kapalı bir sabit pazara denk geldik. Orada çeşit çeşit zeytin yağları görünce inceledik, baktık ve 5 lt soğuk sıkım düşük dansiteli Yunan zeytinyağı 1500 ruble ye. Biz de satın aldık. 5 lt bu kalite yağ 500 lira, litresi 100 liraya geldi. Yunanistan nere bura nere. Bizdeki fiyatları siz daha iyi biliyorsunuz.

Burada bir gece konakladık ve artık Rusya'dan çıkma zamanı. Yeni bir sınır kapısı ve yeni bir Coğrafya heyecanı bizi bekliyor.