Pazartesi

FİNLANDİYA


Bugün 19 Temmuz ve artık Finlandiya'dayız.
Aslında Finlandiya'dan yarın selam verecektik ama bugüne alıp şansımızı deneyelim dedik. Şhengen Yeşil sigortamız 20 Temmuz'da başlıyor. Baktık sınırın 7 km ilerisinde şimdi bulunduğumuz İmatra şehri var, şansımızı deneyelim, geçebilirsek bir gün kazanmış oluruz dedik ve geldik. Daha Oslo'ya çok yolumuz var ve bir gün de bir gündür.



Gelelim sınır hikayesine..

Daha Rus sınır kasabasına girişe gelmeden asker durdurdu. Nereye gidiyoruz sorgusundan sonra pasaport ve karavan fotoğraflarını çekip bir yerlere gönderdi. 15-20 dk bekledikten sonra cevap geldi herhalde ki, devam edin dedi.

Rus sınırına geldik. Beklediğimiz sorun gerçekten sorun oldu. En son Kazakistan'dan Rusya'ya girerken karavanın gümrük belgesini doldurmamışlardı. Ben ısrarla bu belge olması lazım dedim ama onlar da ısrarla Kazakistan'dan girişlerde gerekli değil demişlerdi. Buradakilere onu anlattık, yok olmaz, illa lazım dediler. Günü geçmiş eski evrakı verdim, içeri gidip bir saatten fazla süre sonra gelip, tamam sorun yok dediler. Anladığım kadarıyla Moğolistan'dan giriş ve Kazakistan 'dan giriş gümrüklerini arayıp, giriş çıkışımızı teyit etmişler. Karavanı şöyle bir kısaca arayıp, çıkmamıza izin verdiler. Yüzleri gülüyor ve yardımcı olmaya çalışır halleri vardı. İşimiz 3 saate yakın sürse de beklediğimiz kadar sıkıntılı olmadı.. Ara bölgede Rus Free shopu var oraya girdik. Uzo görünce bir tane aldım. Bir tane JB viski ve son rublelerim ile 3 tane de şarap aldım. 70 lik uzo 8 euro idi, aslında 2 tane aldım ama kasadaki kadın Finlandiya'ya ancak kişi başı bir tane yüksek alkollü içki götürebilirsiniz deyince birini geri bıraktım. Öyle deyince bu şişeleri arkamdaki Canberk beyin karavanına koyduk.
Geldik Finlandiya kapısına. Suratlar iki karış, artistik tavırlı görevliler. Ortalıkta bizden başka kimse de yok. Önce pasaport kontrolüne gittik. Genç bir polis, pasaportumu evirip çeviriyor. Aynı sayfalara en az 10 ar kez bakmıştır. Bilgisayara bakıyor, boş boş bakıyor. Arada nereye gittiğimizi, ne kadar zaman kalacağımızı soruyor. Resmen sinir testi yapıyor. Yıllardır defalarca yurtdışına çıkarım ve ilk defa bir şey ile karşılaştım. Kredi kartımı istedi. Verdim, evirip çevirip bakıyor. Sanırsın ilk defa kredi kartı görüyor. Kart limitimin ne kadar olduğu bile sordu. Uzun bir bekleyişten sonra kaşeyi basıp verdi. Geldik araç kontrolüne. İçeriye üç polis girdi, yetmedi köpekli polis geldi karavanın içini dışını köpeğe gezdirdi. Bu sınır kapıları gerçekten sinir kapıları.. Sonunda geçebilirsiniz dediler ve çıktık.
Bizim arkamızdan gelen Canberk bey sanırım başka kapıdan geçti . Karavanındaki bütün dolapları boşaltmışlar, yetmedi bagajını tamamen yere boşaltmışlar. Meğerse Rusya'dan yüksek alkollü içki getirmek tamamen yasakmış .Bizim uzo ve viskiyi alıp çöpe atmışlar. Meyve getirmek yasakmış, aldığı karpuzu kavunu çöpe atmışlar. Ön camındaki filmleri söktürmüşler. Karavanda göz yaşartıcı sprey bulmuşlar, çöpe attıkları yetmezmiş gibi toplamda 140 Euro da ceza yazmışlar. Biz gelip park ettikten neredeyse bir saat sonra yanımıza gelebildi. Ben uzo ve viskime üzülmedim bile. Bizim karavanı öyle arasalar benim gezen tekel bayisi gibi karavanımdaki içkilerin sayısını ben bile bilmiyorum ama gerçekten üzülür, sinir olurdum. Aynı kavun karpuz bizde de vardı. Ayrıca 15 lt lik mazot bidonumda doluydu, ki mazot getirmek de yasakmış. Anlayacağınız bugün gerçekten şans benden yana olmuş..
İşin özeti Türk vatandaşı isen maalesef ikinci sınıf muamelesi görüyorsun. Gerçi zaten ikinci sınıfız da insan kabullenemiyor ve zoruna gidiyor. Adamlar pasaportumuzu bile ciddiye almıyorlar, bizi niye alsınlar!

İmatra şehrine geldik, köprü üstünde bir kalabalık. Ne var diye gittik ve gerisi videoda.. Yalnız bir barajın müzik eşliğinde açılıp, yüzlerce insanın onu izlemesi ayrı bir ilginç durum. Bu merasim her gün saat 18 de tekrarlanıyormuş. Burası Rusya sınırına 7 km mesafede bir şehir. Rusya'ya uygulanan ambargodan dolayı geçişler kapalı olduğu için olsa gerek burası resmen ölü toprağı serpilmiş bir şehir havasında. Etrafı biraz dolaştık ama görmeye değer fazla bir şey yok. En iyisi tez vakitte daha güzel yerlere doğru yol almak.




20 Temmuz sabahı İmatra'dan ayrıldık ve artık Finlandiya içinde yolculuğumuza başladık. Bugün biraz fazla yol yapıp Botini körfezinin kuzeyine çıkmak istiyoruz. Bu arada çok fazla yerleşim yeri yok. Orman ve göller arasında süren bir yolculuk oluyor. Sonrası yavaş yavaş Oslo'ya doğru devam ederiz.
Mola verdiğimiz yer yol üstünde, buralar için sıradan manzaralı bir istasyon. Dikkatinizi benzin, mazot fiyatlarına verin. O rakamlar Euro ve kaç tl ettiğini varın siz hesap edin. Memlekette bedava yaşıyorsunuz, bedava, kıymetini bilin ))..




























Körfezin kuzeyindeki Oulu şehrine ulaştık. 65.0178, 25.5263 konumundaki parka yerleştik. Tam önümüzde nehir plajı var. Baktım birileri suya giriyor, benim neyim eksik dedim. Bulanık bir su ama Rusya'dakilere göre çok temiz sayılır. Çok soğuk değil ama yine de tam yüzme keyfi vermiyor. Bir Datça denizi değil yani. Nehirde sandal gibi şeyler var, yüzen saunalar. Suyun üzerinde dolaşırken içerde sauna keyfi yapıyorlar, sıcaktan bunalan suya atlayıp çıkıyor.


Bugün yağmurlu bir havada şehir gezisindeyiz. Geldiğimiz coğrafyadan sonra buraları çok sıkıcı.. Her yer tertemiz, düzenli, bağıran çağıran, sokağa tüküren filan yok. Alışmakta zorluk çekeceğiz gibi )). Sanırım bundan sonrası Türk restoranlarını her yerde göreceğimiz için ilgimizi çekmeyecek ama burası Kuzeyin en kuzeyi yerlerden. Arkadaş buraya gelene kadar o kadar yer vardı, niye bu soğuk yerler dedim.. öylesine ))..
Hava yağmurlu.. buralar için çok sıradan bir durum olabilir ama biz de insanız, ömrü hayatımızda buralara ilk defa gelmişiz, insan günlük güneşlik havada gezmek istiyor. En iyisi biraz daha yol gitmek..


Yeşillikler ,orman ve göl manzarası eşliğinde yol alırken karşımıza bir tabela çıktı. Artık İsveç'tesiniz diyor. Nasıl yani, bu kadar mı kolay derken zaten İsveç'e geçtik bile. İsveç'e geçince hemen yakında Karavanları gördüğümüz İkea'nın otoparkına girip ,geceyi burada geçirmeye karar verdik. Böylece Rusya'dan çıkıp Finlandiya'yı geçip İsveç'e gelmemiz 2 gün içerisinde oldu.

2 gün bize çok kısa oldu, biraz daha Finlandiya'yı gezelim dedik )).. Bu defa karavanı otoparkta bırakıp yürüyerek Finlandiya tarafına geçtik. Burası Finlandiya'nın Tornio şehri. Kulağımıza gelen yüksek volümlü müzik sesine doğru yürüdük. Baktık insanlar bir alanda toplaşıyor, biz de elimizi kolumuzu sallaya sallaya oraya geçtik. sahnede gruplar canlı müzik yapıyor, insanlar büfelerden alkollerini alıp içiyorlar filan, tam bir şenlik alanı. Afişlerdeki reklamların olduğu internet sitesine girerek, neymiş burası diye baktım ki, meğerse buranın ünlü bir festivalinin içindeymişiz. Üstelik de giriş hatırı sayılır bir ücret ile. Biz, bilmiyor olmanın özgüveni ile kolumuzu sallaya sallaya girince bilet sormaya cesaret edemediler sanırım. Ama zaten grupları çok beğenmedik, yağmur da artırınca karavana geri döndük.

Böylece 2 günlük Finlandiya geçişimizin sonuna geldik. Artık İsveç yollarına devam edebiliriz..


Pazar

İSVEÇ -1 ( TORNİO - STOCKHOLM )

 

Karavan ile Rusya tarafından Finlandiya'ya giriş yapınca, feribot geçişi yapmak istemeyince, mecburen Bothni Körfezini dolaşmak gerekiyor. Biz de öyle yapınca İsveç'e Tornio şehrinden giriş yaptık. Kuzey ülkelerinin olmazsa olmaz yağmurlu havası peşimizi bırakmıyor. Öyle ki Luea şehrinde bir gece konakladık ama sadece bir AVM nin otoparkında konaklamak için kaldık. Yağmurdan dışarıda gezmek mümkün bile olmadı. Biz de ertesi günü sabahtan Stockholm istikametine devam ettik.







Yol üzerindeki gezi molamızı Gammelstad'da verdik.

Olayı şöyle düşünün. Evinizin uzağında bir cami var ve Cuma ve bayram namazları için oraya gidiyorsunuz. Cami uzak olduğu için onun yanına bir klübe ev yapıp, gidince dönüş için geç kalırsanız o evinizde kalıyorsunuz.
İşte burası onun İsveç usulü kilise ziyareti için olan yeri. 16. Yüzyılda insanlar kiliseye gelince orada bir gece kalmak için bu klübe evleri yapmışlar. Şimdilerde Unesco tarafından korumaya alınmış turistik bir yer halini almış.



Hemen bitişiğinde eski bir çiftliği olduğu gibi koruyup, ziyarete açmışlar. Bütün her tarafı gezmek ücretsiz. Hemen köyün dibinde 65.6475, 22.0361 konumunda karavanlar için kalınabilecek park da var. Biz burada kalmadık ama kalınabilir.
Etraf taze ısırgan dolu. Karadeniz gelini olan eşim bir poşet topladı, akşamki menü belli oldu. Aslında çiftlikte karalahanalar da var ama izinsiz toplamak istemedik.





İtiraf edeyim, bu Coğrafyada gezerken insan biraz sinir oluyor. Coğrafya bu kadar mı güzel olur. Bizim farklı yerlerde doğmuş olmamız bizim isteğimizle olmadı ki .. gel de sinir olma )).. Neyse daha yeni başladık hemen sinir olmayalım. Ama güze manzaralara bakar mısınız. Yol boyu giderken bir deniz feneri görünce saptık ve karşımıza bu manzaralar çıktı. Karavan ile burada kalmak da mümkün ama biraz daha yol alalım diye, biraz oyalanıp devam ettik.













Günlerden 24 Temmuz ve İsveç içindeki yolculuğumuz devam ediyor. Bugün Lejonströmsbron şehrine ulaştık.
Akşam 1737 yılında yapılmış, İsveç'in en eski ahşap köprüsünün yakınında, bir başka ahşap köprünün dibinde kaldık. Konumu 64.7510, 20.9229 .. Çok sessiz, sakin bir yer. Ama kardeşim burada yağmurdan aman yok ki. İsveç'e girdiğimizden beri sürekli yağıyor. Tamam ben Karadeniz'liyim, yağmura alışığım ama şuraya üç günlüğüne gelmişiz azcık güneş görseydik, çıkıp rahat dolaşsaydık ne olurdu.. Sabah yürüyüşünde günlük doğal nevalemizi de topladık. Artık gidebiliriz.
Bir emekli hekim notu da yazayım. Kış aylarında uzun bir dönem ülkede gündüzler 5 saatten daha kısa sürüyormuş . Mevsimsel Affektif Bozukluk olarak adlandırılan bir depresyon türü, ülkede en yaygın görülen psikolojik rahatsızlık olarak biliniyor . Bu durumu iyileştirmek isteyen İsveç yönetimi, insanlar en azından otobüs beklerken biraz ışık görsünler diye otobüs duraklarına ışıklı kutular yerleştirmiş. Ne kadar işe yaradıkları ise tartışılır ama gerçek böyle..
Belki de bu soğuk ve kasvetli havaların etkisi ile olsa gerek, insanlarını da çok soğuk buldum. Normal medeni ülkelerde özellikle doğada yürüyüş yapan insanlar bir birleri ile göz teması kurup, kısa bir selamlaşma yaparlar. Buradakiler o açıdan da soğuklar.







Nerede olduğumu tam bilmiyorum ama bildiğim İstanbul 2. Köprü manzarasında değilim Burası Kuzeyde, İsveç'in en ünlü yerlerinden birisiymiş. Bu köprü 1993 - 1997 yılları arasında 182 metre yüksekliğindeki dikmelerle inşa edilmiş ve direkleri 203,5 m olan Öresund Köprüsü. 2000 yılında tamamlanana kadar kısa bir süre İsveç'in en yüksek binası olmuş. Her halükarda, 1.210 metre ile hala İsveç'in en uzun köprü açıklığına sahipmiş.
Kuzey köprü ayağının yanındaki Hotell Höga Kusten'de iyi bir dinlenme alanı ve köprünün güzel manzaralarını sunan bir seyir noktası var ve biz şimdi tam oradayız.
Bu İsveç'de insan ekmek elden balık gölden yaşar gider valla. Yol üstünde bir yerde 2 saat mola verdik. Ben 4 balık yakaladım, Havva blueberry topladı. Daha ne olsun.
Ayrıca bir bilgi. Kimse Türkiye'de karavan sayısı çok arttı demesin . Burada yollarda 4 araçtan birisi kesin karavan. Her türlüsü var. Benim karavandan çok daha garibanları olduğu için kendimi kötü hissetmiyorum. Ama öyle Amerika'da gördüğüm devasa karavanlar hiç yok. Yollarda her 20-30 km. de bir wc, atık boşaltma yerleri var. Bazılarında içme suyu bile var. Hemen her evin kapısında bir karavan, bir tekne var. İsveç'te 110 bin tane irili ufaklı göl varmış. Her yer göl ve manzaraları muhteşem güzel. Sanırım her gölde yüzülebiliyor ve de her gölde balık var. İsterseniz daha fazla kıskandırmayayım. Ben çatladım zaten. Bana yarasın o vakit!.


Karavancıların yolu isterlerse bir şekilde buluşuyor. İstedik ve buluştuk. sevgili dostlarımız Pelin & Halil Aker çifti ile İsveç'in köylerinde buluştuk. Şimdi ocak başında somon zamanı.




Manzaralar dün akşam konakladığımız yerden. İsveç'in Gavle diye bir yerleşim yeri. Artık muhtemelen Stockholm'e kadar arkadaşlar ile beraber takılacağız. Sahile karavanları park ettik. Manzara muhteşem güzel. Aslında daha çok fotoğraf var ama bir blog için bu kadarı bile fazladır sanırım. Biz göl kenarında otururken bebek arabası ile bebeğini gezdiren bir adam Türkçe konuştuğumuzu görünce selam verdi. Çok güzel Türkçe konuşuyor. Sen kimsin, nerelisin filan sorduk. Afganistan'lıymış. Bildiğimiz kaçak yollardan Türkiye'ye gelmiş. 4 ay kadar Konya'da kalmış ve sonra bir şekilde buraya gelmiş. İşi yok, çalışmıyor. Burada oturuyormuş ve İsveç devleti ona aylık 2 000 dolar para veriyormuş. Yaşadığı yer dünya cenneti gibi güzel. İnsan düşünüyor, Afganistan coğrafyası nere burası nere! Koşullar bu kadar mı farklı olur? Oluyormuş!



28 temmuz günü İsveç'in Uppsala şehrine geldik. .. İsveç'in en büyük Katedrali burada. Orayı gezdik ve sonrasında çarşısında dolaşırken iki adam bize Türkçe selam verdi. Birisi önünde durduğumuz kafenin sahibiymiş. Adam Antep'li bir Türk. Aslında Türkiye'li demem lazım. Buralarda pek çoğu Türk demiyor, Türkiye'li demeyi tercih ediyor. Adam İstanbul'dan dün akşam gelmiş. Bir daha da gitmem dedi. Türkiye'de her şeyin çok bozulduğunu, çok pahalı olduğunu ve asıl herkesin birbirine kazıklama peşinde olduğunu anlattı. Sheraton otelinde bir haftalık rezervasyon yaptırıp, parasını peşin ödemiş. Taksici otele giderken bizi otel etrafında üç defa döndürdü diye anlattı. Sarıyer tarafında bir yerde saçını kestirmiş, berber 1 350 lira almış. İstanbul'a ancak 3 gün dayanabildik, eşime hadi geri gidiyoruz dedim ve geldik diye anlattı. Dikkat buyurun, bu vatandaş burada kıytırıktan bir kafenin işlemecisi..

Uppsala eski bir Viking köyü imiş. Şimdilerde Vikinglerden pek bir şey kalmamış ama tarih kültür adına yaşatmaya çalışıyorlar.

Araya sosyal mesajlar sıkıştırıyor olmam umarım birilerini rahatsız etmiyordur. Naapalım, her gezginin direksiyon tutma şekli farklıdır )).. en iyisi Stockholm'de görüşmek üzere burada keselim..