Çarşamba

GİETHOORN - MARKEN / HOLLANDA

Baştan söyleyeyim de sonra bu nasıl bir gezi yazısı diye söylenmeyin. Hollanda gezi notlarına bakarsanız dikkatinizi bir yer çeker. "Araba girmesinin yasak olduğu köy". Aklımda kalan bu tanımlama ile merak duygularım birleşince kendimizi Amsderdam'a 90 km.lik uzaklıktaki Giethoorn köyünde bulduk.Bulduk dememe bakmayın yol özel araba ile 1.5 saat kadar sürüyor. Hollanda'nın küçüklüğünü düşünürseniz aslında epeyce uzak bile sayılır.







Biz mart ayında orada olduğumuzdan,belkide en şanssız döneme denk geldik. Burasının baharda nasıl güzel olabileceğini tahmin etmek hiçte zor değil.. İnternette Giethoorn yazarsanız muhteşem bahar görüntülerini görürsünüz. Bizi de zaten o görüntüler buraya sürükledi. Ama bu zamanda bile köy çok güzel. sadece kuş sesleri ve ördek sesleri arasında köyü dolaşırken bazı insanların ne kadar şanslı olduğunu düşünmemek mümkün değil.




Burası "Kuzeyin Venedik'i" olarak da biliniyormuş.  Son yıllarda bisiklet yolu da eklenmiş olsa da, ulaşımın sadece kanallar arasında botlarla yapıldığı için Venedik benzetmesi yapılıyormuş ama bence gerek yok. Burası bir köyün nasıl olması gerektiğinin en güzel örneği. 









İrili ufaklı 175 tane ev,180 civarında ahşap köprü bulunan köyde, evlerin tamamının çatısı saz ile kapatılmış. çok kalın olan bu sazların, ısı ve yağmur yalıtımını bilmem ama çok güzel görüntü verdikleri kesin.Buradaki evlerin bazıları turistlere kiralanıyormuş ama bence çokta gerekli değil. Köyü yarım günde çok rahat gezmek mümkün. yazın tekne kiralayıp kanallarda gezmek mümkünmüş ama bizim o şansımız olmadı.

MARKEN / AMSDERDAM






Giethoorn dönüşü artık yemek yeme zamanı ve rotamızı Marken'a çeviriyoruz. Burası Amsderdam'a 20 km uzaklıktaki bir yarımada. Bir zamanlar küçük bir balıkçı kasabası imiş ama şimdilerde oldukça popüler, turistik bir yer olmuş.

Küçük ama güzel bir marinası var. Bu marinanın etrafında restoranlar sıralanmış. Bizde yukarıdaki restoranda yemeğimizi yedik. Manzara süper,zaten deniz olan yerin havası bir başka oluyor. 





Yemek sonrası birbirinden güzel evlerin arasında dolana dolana gezdik. Evlerin hepsi mi güzel olur arkadaş,evet  hepsi birbirinden güzel. Bahçeleri o kadar bakımlı ki, insanoğlu isteyince oluyor işte dedirtiyor insana..






Hollanda denilince akla ilk gelenlerden olan tahta ayakkabılar burada hala geleneğini koruyor. hemen hemen her evin kapısına asılmış bir tahta ayakkabı var. Ağaçtan oyularak yapılan bu ayakkabılar gördükleri işlemlerden dolayı su geçirmiyormuş. Ayrıca büyükbaş hayvanlar çiftçinin ayağına bassa dahi zarar vermiyor. O yüzden bugün bile hala tercih ediliyormuş.

Geçmişte sefere çıkan denizciler, boş zamanlarında bu ayakkabıların üzerine motifler işler, dönüşte sevdikleri kıza hediye ederlermiş. Bu o zamanların evlenme teklifiymiş aynı zamanda. Kız eğer hediyeyi kabul ederse, evlenme teklifini de kabul etmiş demek oluyormuş.

Burada tahta ayakkabı işini o kadar abartmışlar ki, ayakkabıdan ağaç bile yapmışlar ..:)
Bu evi ve  bahçesini özellikle görmenizi istedim. Küçücük bir bahçe istenirse ne kadar hoş bir hale dönüştürülebiliyor. 

Yeşil başlı ördeklerin kanallarında nazlı nazlı gezdiği Marken'a veda etme zamanı.. Dönüş yolunda muhteşem bir manzara bizi uğurluyor..Manzara güzel ama bunu çok güzel fotoğraflayan kızımın ellerine sağlık...

Pazartesi

BRUGGE / BELÇİKA


Belçika'ya yolu düşenlerin mutlaka gidip görmesi gereken yer neresidir sorusunun ilk yanıtı Brugge'dir. Bu Ortaçağın masalımsı şehri zaten birçok gezi yazısında “Ölmeden önce görülmesi gereken 100 yer” listesine banko giren bir şehir. Belçika'da nerede olursanız olun Brugge'e ulaşmak çok kolay. Biz Paris'ten özel otomobil ile gittik ama oraya her taraftan çok kolay ve kısa sürede tren ile ulaşmak mümkün.





Burada her tarafa yürüyerek ulaşmak mümkün. Zaten şehir çok güzel olmasına rağmen aslında bir o kadar da küçük. Bizim kaldığımız otel merkez tren istasyonunun yanındaki İbis oteldi ve oradan merkeze 10 dk.lık bir yürüyüş ile ulaştık. Kare şeklindeki bu küçük meydan kafelerle ve tarihi yapılarla çevrilmiş. Atlarla gezi turu yaptırmaya çalışan faytoncularda bir kenarda bekliyorlar. 

Meydana bakan binaların birisinin 2. katında çok güzel bir Cafe var. Orada ünlü Belçika birası Duvel içerek meydanı ve insanları izliyoruz.Buradan çektiğim fotoğraflardan bazıları...

Şehrin simgesi sayılan Belfort kulesi, Çan Kulesi veya Saat Kulesi olarak iki şekilde adlandırılıyormuş. 83 metre yüksekliğinde ve 366 basamakla çıkılabilen kulede 27 ton ağırlığında tam 47 adet çanı varmış.



Brugge'de beni asıl şaşırtan ve bir o kadar da çok sevdiğim kanalları oldu. Küçük bir Venedik halini andıran kanallar ve onun etrafındaki küçük evler  Brugge'de asıl görülmesi gereken yerler.Etrafta araba gürültüsü de olmayınca tam bir huzur cenneti haline gelmiş.
Brugge sokaklarında kaybolarak gezerken çektiğim fotoğraflardan bazıları. Zaten bir şehri en iyi gezmenin yolu da sokaklarında kaybolmaktan geçer...


Ben ki fotoğrafçılıkta hiçbir iddiam yoktur. Gezi notları gibi amatörce çekiyorum işte ama  manzara bu kadar güzel olunca fotoğraflarımda fena olmamış. Aferin bana :)

Gece manzarası da bir başka güzel. Ay'ın sudaki yansımasına dikkatinizi çekerim..


Tüm Avrupa'da olduğu gibi burada da çokça küçük restoranlar var. Burada içtiğim lokal bira sanırım ömrümde içtiğim en değişik bira oldu ( kötü demek istemedim :) ).. Şekerli,gazlı ilginç bir bira idi..Belçika'nın olmazsa olmazı midye.. Haa ben midye yemeyenler denim ama kızım çok güzel olduğunu söyledi...

2 gece kaldığımız Brugge'de ,bir günde burayı gezdiğimiz için ertesi gün Gent'e gezmeye gittik. İyiki de gitmişiz,orası da bir başka güzelmiş.. Orada buluşmak üzere..