" Her yer en az bir defa görülmeyi hak ediyor "

GEÇMİŞTEN NOTLAR 9

 



Kars'ta bir yerel TV, halkla röportajlar yapıyor. Muhabir, yaşlı amcaya soruyor:
- Şehirden, hizmetlerden memnun musun?
- Allah dövlete, millete, kaymakam bege, bölediye başganımıza zeval vermesin.
- Başka derdin yok mudur?
- Vardır...
- Nedir?
- Doksan sene once buraya Ruslar geldi... Ha bu belediye binalarını, okulları, çeşmeleri, istasyonu, yolları, kaldırımları yaptılar, sonra gettiler... Yaptılar da doksan senedir bi kere Kars'a gidek, yollar bozuldu mu, kanallar tıkandı mı bakak da tamir edek demediler.. Ha ben bu Rusların avradını...
Durum bu durum.. İyi ki Rus'lar geçmiş bu topraklardan..

************************************

Trende fotoğraf çekmek tam bir işkence.. Açılabilen cam yok, öyle olunca da zaten kirli olan cama dayanıp, bozuk görüntü fotoğraf çekmek mümkün.. O yüzden fotoğraflarda cam yansımaları ve kir izleri görürseniz, bu ne yaa demeyin.
Restorandaki garson ve kadınlar ne manzarası demeyin.. Kahvaltıya gittik, garson ile kadınlar tartışıyor.. Bir ara garson onları dövecek sandım. Kadınlar gidince garsona sordum, ne oldu diye.. Meğer kadınlar tost alıp hemen yemeğe başlamışlar.. Para deyince de paramız yok demişler.. Ortada ısırılmış tost ve sinirli garson!


**********************************************


Sabah hastanın muayenesini yapıp, ilaçlarını yazdım
-doktor bey emekli olacağınızı duydum, doğru mu?
-olacağım inşallah ama daha en az bir yıl var!
-yapmayın doktor bey, emekli olmayın. Biz ne yapacaz, sizin gibi doktoru nereden bulacağız!
Gülmeye başladım.. gülmem üzerine şaşırmış bir şekilde sordu;
-ne oldu doktor bey, neden güldünüz anlamadım?
-boş verin, sizinle ilgisi yok aslında, öylesine güldüm!..
Nasıl gülmeyeyim ki.. Sabah hasta listesini güncelleyince kaydını benden alıp, yakınlarda ki bir aile hekimine geçen bir aile dikkatimi çekti. 2 çocukları olan bu aile burada çalıştığım 13 yıldır bana geliyorlardı. Her geldiklerinde, kadın bana uzun bir methiye diziyordu. Efendim benden başka hiçbir doktora güvenmiyorlarmış, çocukları benden başka doktora gitmiyorlarmış, sakın buradan başka yere gitmeyeymişim, gidersem de onlara mutlaka telefonumu ve gittiğim yeri söylemeliymişim ki mutlaka nerede olsam bana geleceklermiş…miş..miş.. Artık bu yalakalıklarından içim bayıyordu..
Sonuç.. dün randevu alıp gelmişler ama ben mahkemeye gittiğim için burada olmadığımdan, sinirlenmişler.. öyle şey olur muymuş.. ve gitmişler kayıtlarını benden aldırmışlar..
Eski arkadaşlarda tecrübe çoktur da, genç arkadaşlara tecrübe olsun istedim.. Yüce halkımızın temel değerleri arasında çıkarı olana sınırsız yağcılık da bulunur.. Gaza gelip, havalara girmeyin!


****************************************


Öğretmen hanım ve mühendis eşi.. Şen şakrak polikliniğe geliyorlar. Yaw aslında kilolarımız ile sorunumuz yok ama yaş elliye dayandı, artık birazını versek iyi olacak galiba dedik ve diyetisyene gitmeye karar verdik. Yarın sabah gelsek şu tahlilleri burada yaptırabilirmiyiz diye soruyorlar. Tabii ki ama saat ona kadar gelmeniz lazım deyip, biraz şakalaşıp gönderiyorsunuz.
Ertesi gün sabah saat ona kadar gelmiyorlar. Bir ara kulağınıza camiden yükselen sela sesi geliyor. Yine birisi vefat etti mahallede, kim acaba diye geçiyor içinizden ..
Öğleden sonra gelen hastalardan birisi diyor ki, bizim falanca komşumuz vefat etti. Adamcağız mühendisti ve çok iyi adamdı, yaşı da çok gençti…Akşam kalp krizi geçirip,ölmüş!
Falanca adam… Kim.. Eminmisin…. Evet, evet eminim o …
Yahu o güleç yüzlü adam bu sabah kan vermeye gelecekti, demek vefat etti diye gelemedi..!
Bu kadar mı?. bu kadar..
Kime ne zaman belli değil.. çok ciddiye almayın şu hayatı artık diye.


**********************************

Açık Teşekkür
Kan tahlilinde demiri düşük çıkan hastaya;
“Biz demir ilacı yazamıyoruz, onu aile hekiminize yazdırabilirsiniz! “
diyerek bana göndermişsiniz.
Marmara Üniversitesi Hastanesi Endokrinoloji bölümünde ki meslektaşlarım; bana, Aile hekimliğinin Üniversite hastanesinden daha kıymetli olduğunu hissettirdiğiniz için çok teşekkür ederim.. İyi ki varsınız!

************************************



Teksir kağıdı bizim kuşağın nostaljisi artık. Ucuz ders çalışmanın vazgeçilmezi..Teksir makinasında basılan sorulardan bozuk olduğu için çöpe atılanları hangimiz aramadık ki.. İlk defa test sorulmaya başlandığı yıllar (sanırım milattan önceki yıllardı) hocaların cevap anahtarı için sigara ile deldikleri doğru şıkların olduğu şablonu ilk bizim keşfedip, soruya birden çok şık işaretlediğimiz ve böylece doğru sayısını artırdığımız yıllar..

**************************************

Siyaset bilimi ve kamu yönetimi bölümü bitirip, yüksek lisans bile yapan genç kızın
“3 yıldır iş bulamıyorum, artık dayanacak gücüm kalmadı, mecburum servis hostesliği yapacağım. Üniversitede Erasmus ile gittiğim Polonya’da anlaşmalı evlilik yap, burada kal dediklerinde olur mu öyle şey demiştim. Şimdi olsa bir saniye düşünmem! “
derken ki çaresizliğinden süzülen göz yaşı
sebep olanları ….

***************************************




"En iyi makina en iyi fotografı çekseydi, en iyi daktiloya sahip olan da en iyi romanı yazardı"
———Ara Güler


************************************


Sabahın ilk hastası..
Teyze ilaç yazdıracağım diyerek içeriye girdi. Masamın üzerine 5-6 tane ilaç küpürü koydu. “bunları yazmayacasun, sadece coraspin yazacasun!” dedi. Üstelik coraspin yok onların arasında..
Nedense bazen, vatandaşın benimle dalga geçtiği hissine kapılıyorum.

*************************************

Çözümde yer almayan sorunun bir parçası olur !
Kadıköy’de doktorlar bir hafta boyunca akşamları bir saat şiddete hayır nöbeti tuttular. Katılımı artırmak için medyatik misafirler filan davet ettiler. Son nöbete ben de katıldım.
Yaklaşık 32.000 doktor olan koca İstanbul’da, Kadıköy gibi merkezi bir yerdeki, siyasetten uzak, tamamen mesleki duyarlılık ile yapılan nöbete saysan 100 doktor ancak gelmiş. Zaten onlarında yarısı bütün toplantılara katılan Tabip odasının aktivistleri....
Tam akşamın iş çıkışı saati ve meydanın sağından solundan binlerce insan geçip gidiyor. Ve eminim ki aralarında ki onlarca doktor da bakıp, geçip gidiyorlar..
Neresinden başlanıp nasıl anlatılır bilemedim ama, ciddi bir duyarsızlık sorunu olduğu da ortada. Derinlemesine analizlere gerek yok. Yan odadaki doktor arkadaşı vurulduktan 10 dk sonra hasta muayene etmeye devam edenlerin olduğu bir dönemde yaşıyoruz.
Oğuz Atay’ın dediği gibi;
"Çok şey vardı anlatılacak.
O yüzden sustum.
Birini söylesem diğeri yarım kalacaktı.
Sen duydun mu sustuklarımı?"
Sevgili meslektaşlarım “Meseleleri mesele etmezseniz ortada mesele kalmaz” ama, araştırmaların her 10 sağlık çalışanından 8’inin psikolojik ya da fiziksel şiddete maruz kaldığını ortaya koyduğu günümüzde, ciddi bir meselemiz var demektir.
Uzatmadan sözü Nazım ustaya bırakmak istiyorum.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
demeğe de dilim varmıyor ama
kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!

*********************************

Vatandaş geldi
Sistemde soy isimleri “Top” olarak görünüyor ama kimliğinde “Güney” olarak yazıyor.
Neden böyle farklı, yanlışlık mı var diye sordum.
-Hocam soy isim “Top” olunca herkes dalga geçiyordu. Çocuklar değiştirelim dediler “Güney” olarak değiştirdik. Şimdi de arkadaşlarım kızıyorlar, Yılmaz Güney’in soy adını neden aldın diye. Nereden bileyim, hiç aklıma gelmemişti. Yeniden değiştirecez herhalde!
Tam dilimin ucuna geldi, “Top” daha çok yakışıyormuş, bence de değiştirin, diyecektim, sustum.. Dedim ya dilimi tutmayı öğrendiğime göre, olmuşum ben!


***********************************

İKİ ANEKDOT
Tıp fakültesini yeni bitirip, 112 ambulansta göreve başlayan bir doktor hanım. (kızımdan bile küçük ama konumuz bu değil). İlk nöbetini tutmuş, sabah bir işi için bana geldi. Nasıldı ilk nöbet diye sordum. “ Toplam 6 vakaya gittik. İnsanların o kadar kötü evlerde, o kadar kötü koşullarda nasıl yaşadıklarına inanamadım, hala şoklardayım. Durumları çok çok kötü, öyle böyle değil” dedi..
Az önce öğle arası Metro markete gittim. Çıkışta baktım kapıda sıcak lokma tatlısı yapmışlar. Cebimdeki 2 lira bozukluğu verdim “bu paraya ne kadarsa ver yiyeyim, gözüm takıldı” dedim. Plastik kapa 4 tane koydu, arabaya yürüyorum. Yanıma 20 li yaşlarda mendil satan bir delikanlı yaklaştı. “Mendil alırmısın” dedi. Hayır diyerek yürüdüm.. Arkamdan geldi “bir tane mendil versem, tatlıdan bir tane veririmsin” dedi. Yine hayır dedim ve arabaya doğru yürürken kürdan batırılmış tatlının birisini ağzıma götürüyorum. Baktım yutamayacağım. Çağırdım çocuğu “al tatlıları, mendil de istemiyorum” dedim.
Şimdi oturmuş bu iki anekdotun can sıkıcı etkilerinin geçmesini bekliyorum. Etrafımızda kim bilir ne yaşamlar sürüyor ve biz yoklarmış gibi davranmaya devam ediyoruz.. du bakalı nereye kadar!

**********************************


-doktor bey, geçen hafta dâhiliye doktoruna gittim. bana mide ilacı verdi, kullanmaya başladım
-eee
-hafta sonu televizyonda gördüm. çok ünlü bir hoca imiş. boşuna mide ilacı kullanmayın, hiçbir işe yaramıyorlar, kanser bile olabilirsiniz dedi.
-eee
-ben dâhiliyeci ile kavga etmeye gidiyorum. ne dersiniz?
-git ağzını burnunu dağıt!

********************

Sıcaktan… Sıcaktan
Av tüfeği raporu almak için gelmiş;
-Ne yapacaksın tüfeği?
-Adapazarı'nda tarla aldım. Domuz olur diye oraya götürecem.
-olsun domuz, ne olur ki?
-olur mu hocam, korkarım!
-herhangi bir rahatsızlığın var mı?
-basurum var!
-haa,desene domuz ile uğraşacak g*t yok diye!
-…….
dedim ya sıcaktan.. sıcaktan saçmaladım işte.. kızmayın daa ))

*********************************


sen bilirsin deyince kavga olmazmış
-doktor bey havalar çok sıcak, ben terleyerek şekerimi düşürüyorum. Şeker ilacımı yazma, sadece tansiyon ilacımı yaz!
-sen bilirsin!

*********************************


Hayatta değişmeyenler de var..
Daha 6 aylıkken, henüz konuşamazken bile benim göbeğimde uyumayı severdi. Sonraları yumuşak omuzumda uyumayı..
Uçağa bindik, ortadaki annesini kaldırdı, baba uyuyacağım ortaya sen gel, omuzuna başımı koyayım dedi.. Gel de geçmişi anımsama..
Kilo ver diyenlere not.. Kilo versem kızım bu yumuşak omuzun keyfini nasıl çıkartacak ))

**************************************


Temel bir Gün evine gelen misafirinin ısrarı ile onu teknesi ile gezmeye götürür. Az sonra Temel derki haydi uşağım dönelim fırtına çıktı dalgalar büyüdü batarız, misafir biraz daha açılalım der, Temel bak uşağım fırtına çıktı, boş ver der misafir Allah büyüktür deyince temel öfke ile döner Ulan bende bilirim ALLAH büyüktür lakin tekne küçük.
Benimkise de o hesap.. Allah büyük ama bindiğim kano küçüktü. 100 kiloluk adamı taşımaz bu dedim ama inandıramadım. İlk kano denememde batma tecrübesi yaşamak bende travma yaratmaz umarım ))


***************************




Doktor bu ne?
Akşam karalahana çorbası ile rakı içmemden belli idi bir şeylerin ters olduğu. Ama yine de bana pabucumu ters giydirteceklerini düşünmezdim ..
Öğle arası yürüyüşe çıktım. Allah Allah sağ ayakkabım biraz sıkıyor gibi. Bağcıklarını gevşeteyim dedim, anaaa,o da ne ! iki ayakkabım aynı değil. Sabah iki farklı ayakkabı giyip çıkmışım. Gerçi üstten bakınca biraz benziyorlar ama ( züğürt tesellisi ), yine de bu ne iş..
Artık olaylara iyi tarafından bakıp, keyif alma kararında olduğum için, bundan aldığım keyif şundan; madem dost başa düşman ayağa bakıyor, bu vakte kadar kimse ayağıma bakıp söylemediğine göre, düşmanım yokmuş demek ki. Bu saatte eve gidip değiştiremem, mesai böyle bitecek. Hem bakalım akşama kadar düşman gelecek mi ?
Rahat olun gülünüz, güldürünüz. Ben de gülüyorum zaten kendi kendime))

***********************************



Öğleden sonrası iş yerine geldim. Koridorda ki üçlü koltukta üç tane çocuk oturmuşlar. Koridorda başka kimse yok. Bunlar kim böyle dedim, çok şirinler diye fotoğraflarını çektim.
Aşı odasında ki hemşire arkadaşlara, bunların hangisi ikiz diye sordum, yoo ikiz olan yok dediler. Orada bir bebeğe aşı yapıyorlar ve demesinler mi bu bebek de onların kardeşi.
İşin özeti 20 yaşında Suriye'li bir anne ve 4 tane çocuk.. Hangi ara bu kadar çocuk doğurmuş ise!..Anlatsam inanmazsınız diye hepsinin birden fotoğrafını da çektim.

***********************************

14 Mart 1990
Mesleğe heyecan ile başladığımız yılın Tıp bayramı günü..
“Önce zarar verme” diyerek başladığımız hekimlik hayatımıza “Önce zarar görme “ diyerek devam ediyoruz. Nasıl söylemeyelim, ülkemizde son 5 yılda sağlık çalışanlarına yönelik, kayıtlara geçen sözlü ve fiili şiddet içeren vaka sayısı 46 bin 361. Çok daha fazlasının da kayıtlara geçmediğini hepimiz biliyoruz.
Ülkenin genel durumundan payına düşeni fazlası ile alan bir mesleğin mutsuz, daha da kötüsü umutsuz bir mensubu olarak, “tıp” diyerek susuyorum. Söz Oğuz Atay’da…
"Çok şey vardı anlatılacak.
O yüzden sustum.
Birini söylesem diğeri yarım kalacaktı.
Sen duydun mu sustuklarımı?"


***************************************************


Balıkçı var, balıkçı var.
Bulabilirseniz !
Güre'de balıkçıya gidip balık aldım. Adamın temizleme yeri içeride tezgahın arkasında, orası görünmüyor. O an aklıma İstanbul ve Şile balıkçıları geldi. Temizlenmesini beklerken bunlara da anlatayım dedim.
İstanbul'da çok sık yaparlar. Benim de karşılaşmış lığım vardır. Balık seçer temizletip eve gelirsin. Bakarsın ki seçtiğin balıkların arasına bayat balıklar da karışmış. Bazen de tümden bayat çıkar. İşte o görünmeyen temizleme yerinde balıkçının insafına kalmışsın demektir. Artık ne kadar değiştirirse !
Şile'de denizden gelen teknelerden taze balık almak meşhurdu. Pekii onlar gerçekten yeni tutulmuş balıklar mı?.
Daha önce balığın bol çıktığı zamanlarda, ucuza satmak istemedikleri yada satamadıkları balıkları tekrar tekneye yükleyip, sanki yeni yakalamışlar gibi denizden gelip sattıklarını duyunca, bunlardan her şey beklenir demiştim.
Gelelim başa.. Az önceki balıkçıya
Bunları anlattığım balıkçı demez mi, sahildeki teknelerin çoğu akrabam. Onlar da satılmayan balıkları toplayıp sabaha karşı denize açılıyorlar, limanın arkasında kısa bir tur atıp gelip, iskelede o balıkları satıyorlar. vay arkadaş!
Biz de bazen erken kalkıp o teknelerden taze balık almaya giderdik.
Memlekette yalan dolan, sahtekarlık olmayan bir şey söyleyene ödül vereceğim.
Alın size bir yalan daha!

***********************************


Karavan gezilerina ara verip evde takılmak çok fena. Sorun evde olmak değil, evde olunca daha çok haberlere bakmakta.. İnsanın içi daralıyor yaw.. Nasıl iç karartıcı bir ülke burası yahu..
Balkona çıkıp "yeteeeeerrrr!" diye bağırasım geliyor.
Şairin söylediği gibi;
"Alt tarafı bir çiçek koklayıp, bir hayvan sahiplenip, birkaç insan tanıyıp, sevip gidecektik bu dünyadan. Nasıl kötü zamana denk geldi ömrümüz. Vicdansızların, sapıkların, katillerin, nefretin, cehaletin ortasına düştük!"

*****************************


Haberlerde süt içmeyin, yoksa ölürsünüz deniyordu.
Tamam, içmeyelim dedik. Süt içmiyoruz, yoğurt yemiyoruz.. Ne olacak ki,yemesek ölmeyiz ya..

Çay içmeyin denmeye başlandı.. Tamam biraz zor olacak ama, içmezsek ölmeyiz ya..

Haberlerde su içmeyin yoksa ölürsünüz denmeye başladı. Yoksa ölürsünüz...
Nasıl yani, bu nasıl olacaktı.. Su içmeyin.. Ne demek su içmeyin.
Beklemeden kendinizi öldürün mü deniyordu yoksa..

Ne bu şimdi dediniz değil mi…
Karadeniz’de Çernobil’i böyle yaşadık


Haberlerde görünce anımsadım. Yıllar yıllar olmuş.
Tıp fakültesi öğrencisi olarak, eksik bilgilerle, topluca ölümün nefesini ensemizde hissedeli.. 

Bu ülkede yaşamak, ölmekten daha çok şansa bağlı gibi…