Pazartesi

BLUE RİDGE YOLU

Yeşilin her tonunu gördüğünü zanneden bir Karadenizli olarak ben, aslında yeşilin daha farklı tonları olduğunu bu gezide fark etmiş bulunuyorum. Blue Ridge yolu ve son bölümünde ki Great Smoky dağları bu gezimizin ana merkezi oldu.

750 km.lik bir yol ve yol boyunca ağaçların arasından süzülerek,dağlar tepeler aşıp gidiyorsunuz diyeceğim ama 750 km yi herhalde 3 günde ancak gidebilirsiniz. Biz 120 km lik bölümünü 4 saatte gidebildik. Yollar çok düzgün asfalt ama hem virajlı hem de trafik çok sıkışık oluyor.






Blue Ridge Dağları güneyde Georgia eyaletinden kuzeyde Pensilvanya eyaletine kadar "Roanake Nehri" tarafından kuzey ve güney bölgelere ayrılır. Blue Ridge Dağları genel ismini uzaklardan bu dağların mavimsi olarak görülmesinden almış. Bu dağlarda bulunan ağaçlar izopren adlı bir kimyevi maddeyi atmosfere saçmakta ve ağaçlarca verilen bu gaz dağlar üzerindeki atmosfere ince bir sis şekilde yayılmakta ve dağların karakteristik mavimsi bir renkte görülmelerine neden olmaktaymış..






Sonuçta bu güzellikler karşısında fazla söze gerek olduğunu sanmıyorum Arada bir artık bir karavan alsam mı acaba fikrim,buralarda tekrar depreşti. Karavanı ile buraları doya doya gezen, istediği yerde konaklayan insanları görünce kıskanmamak mümkün değil. 




Biz buraya Ekim ayında gittik ve biraz sonbaharın sararmış güzelliğini gördük ama ilk baharda burasının güzelliğini düşünemiyorum bile. Zaten bir daha buralara gelirsem ilkbahara denk getirip,daha uzun gezmek fikri hep aklımda olacak gibi.



Greakt Smoky dağları yada Büyük Smoky dağları denilen bölüm Ulusal park olarak düzenlenmiş ve zirvesinde etrafı daha iyi izlemek için böyle bir yapı da yapılmış. Burasını yılda ortalama 9 milyon insan ziyaret ediyormuş ve bu özelliği ile de Amerika'da en çok ziyaret edilen Ulusal park ünvanına sahipmiş.Biz boşuna 120 km lik yolu 4 saatte gelmemişiz demek ki, ip gibi sıra halinde zirveye kadar çıkabildik.

Biz bölgeye gittiğimizde şanssızlığımızdan olacak hava çok bulutlu ve kapalı idi. O yüzden benim çektiğim fotoğraflar ancak bu kadar çıkabildi. Eğer merak ederseniz İnternette ufak bir arama ile güneşli günlerde ve bahar aylarında çekilmiş çok hoş fotoğraflar görebilirsiniz.

Bu gezi notları görsel ağırlıklı olduğu için biraz kısa olmak durumunda kaldı. Bölge hakkında bir fikriniz olsun, Amerika'nın sadece yüksek binalardan oluşan şehirlerden ibaret olmadığını bilmenizi istedim.





Cuma

ANNAPOLİS / MARYLAND


Washington'a gelince yakınlarda olan küçük kasabalardan birisini de görelim, Amerika hakkında daha sağlıklı bilgi sahibi olmamıza katkısı olur dedik. Haritaya şöyle bir baktık, 1 saatlik mesafede, Üstelik başka bir eyalete bağlı bir küçük bir şehir var. Annapolis'i sadece yakınlığı ama biraz da Okyanus kenarında olduğundan,deniz ürünleri yeme şansımız olabilir diye tercih ettik.

Biz küçük bir kasabadır diye gittik ama,oysa ki burası Maryland eyaletinin başkenti imiş. Olsun bizim gözümüze yine de bir başkent gibi değil de, küçük bir kasaba gibi geldi. Sahil boyu yatlar ve işlek bir ana caddesi var, hepsi o kadar.

Bizim küçük gördüğümüz bu şehir, kuruluşunun ilk yıllarından 1783-1784'de  ABD'nin geçici olarak başşehri  bile olduğunu öğrenince şaşırmadık değil. Üstelik ABD Deniz Harp Okulu bu şehirde imiş. Bizim evimizde Tuzla'da Deniz Harp Okulunun hemen yanında. Demek canımız ondan burayı çekmiş :)



Deniz kenarı boydan boya bizim marinalar gibi ama binlerce irili ufaklı tekne var. Üstelik biz gittiğimize orada yat fuarı da varmış,o yüzden daha bir kalabalık gibiydi.
İşlek cadde dediğim caddesi de burası Öyle insan seli kalabalık yok. Yolun iki tarafı sıra sıra dükkanlar ve toplasan 1 km etmeyecek bir cadde. Caddenin sonunda Maryland State House denilen, Annapolis'in başkent olduğunda kullanılmış bina mevcut.

Bu şehirden aklımda kalacak en güzel yer,yemek yediğimiz restoran olacaktır. Boatyard Bar&Gril adlı restoran, yemeklerinin lezzeti kadar,mekanın dekoru ile de akılda kalmayı hak ediyor. Kocaman bir restoran olmasına rağmen her tarafı ilginç yazı,resimler ile doldurulmuş. Boşuna değil o kadar dolu olması. Gittiğimizde masa boşalmasını bekleyenler vardı, biz de bir süre bekledik.
Sağdaki burada ünlü olan Yengeç keki. Bir çeşit bizim balık köftesinin yengeçten yapılmışı. Çok farklı bir yemek ortaya çıkarmışlar.

Son olarak burada çektiğimiz selfilerden iki tanesi ve restoran içecek menüsünün birisini paylaşarak, bu bana göre yine de küçük şehrin notlarına son veriyorum..

Perşembe

AMERİKA İZLENİMLERİ


Gezi notları demek sadece bir şehrin tanıtılması olmasa gerek. Öyle bile olsa,ben 3 haftanın sonunda biraz sokaktan, insanların yaşamından,kültürel farklılıklardan oluşan izlenimlerimden notlar yazmak istedim.

Öncelikle buralarda toplu taşıma araçları çok az. Herkesin arabası olduğundan,benzinin sudan daha ucuz olmasından mıdır, herkes özel arabası ile seyahat ediyor. Avrupa'daki gibi Metro sistemi,Belediye otobüsleri falan yok denecek kadar az. O yüzden de biz daha gelmeden araba kiraladık. Araba kiralamak formaliteleri çok az ve Avrupa'dakiler gibi ekstra sigorta satmaya çalışıp,ekstra kazık atmıyorlar.

Benim kiraladığım araba Kia'nın Türkiye'de olmayan böyle bir modeli. Plakasında ki 61'i görünce "bize her yer Trabzon" no problem dedim :).

Hepsinde var mı bilmiyorum ama bu arabanın kapısını açmak için kumanda da basınca,sadece şoför tarafı açılıyor. İkinci defa basınca tüm kapılar açılıyor. Güvenlik için güzel düşünülmüş. Kapatınca da ikinci defa basınca,kapattığınızdan emin olunması için korna çalıyor. Amerika'lılar keşfetti mi bilmem ama, bu özelliği kalabalık otoparklarda arabayı bulmakta da işe yaradığını keşfettim.

Trafik sistemlerine alışmak çok zor değil. En büyük farkımız, yollarında sadece sağdan değil,soldan da çıkışlar var. Sağdan yola giriyorsun,100 metrede 2 şerit sola geçip,soldan çıkman gerekebiliyor. O arada, o 100 metrelik ,2 şerit yolda,hızla gelen arabalar olabiliyor. Biraz düşünürseniz, tehlikenin boyutunu anlayabilirsiniz.

Korna sesi duydum mu,çok nadiren. Selektör yakıp-söndüren,hele ki el-kol hareketi  yapan hiç görmedim. Arabaların ön tarafında plaka yok. Bazıları ön tarafa plaka yerine komik yazılar yazmışlar. Sadece arkada plaka var.

Trafik lambaları yolun ortasına gelecek şekilde,çelik halatlara asılmış oluyorlar. Kavşak sayısına göre lamba var. Sağdan sayıyorsunuz, kaçıncı kavşağa girecekseniz,o lambanın yeşil yanmasını bekliyorsunuz. Ama 3 yol ağzındasınız ve 2 lamba varsa, sol yola girmek için karşıdan gelen araçların bitmesini bekliyorsunuz. Yaya yolu işareti var ama lamba yoksa, Avrupa'daki gibi,burada da öncelik yayaların. Türkiye'de de yayaların değil mi ?.. Ha ha çok komiğiz.. :)
Tuvaletlerdeki klozetler uçaklardaki gibi vakumlu çalışıyor. Bazen öyle güçlü vakum yapıyor ki, korkutucu oluyor.Tuvaletlerin kapı altları en az yarım metre açık. İçeride birisi varmı diye kapıyı tıklatmaya gerek yok.
Gıda marketlerinin yarısı soğutucu dolaplarla dolu. Her şeyin dondurulmuşu var. Yazık bunlara diyesim geldi.Eda’ya bunlar adamı bile dondururlar,ne bu böyle dedim. Güldü, zaten donduruyorlar ki dedi. Meğer çok zenginler o işi yapan şirketlerle anlaşarak,ölünce kendilerini dondurtuyorlarmış. Olurda ileride teknoloji-tıp ilerlerse, çözdürülerek yeniden yaşayabilme ihtimalleri olsun diye.
Amerika demek her köşe başında Mc Donald's demek, dolayısı ile de obez insanlar demek.Kişilere saygıdan fotoğraf koymuyorum ama öyle böyle değil, ciddi obez insanlar var. Bu Mc Donald's larda bir bardak satın alıyorsunuz,sonra istediğiniz kadar kola veya çeşitlerinden doldurup,doldurup içebiliyorsunuz. İnsanlar obez olmasın da ne yapsınlar..Bu kadar İçecek bolluğuna rağmen o obez hanımlardan birisi yanında 5 litrelik yukarıda ki su taşıma kabını bile getirmişti.
Lokantada yemek yediniz ama bir miktarı arttı,diyemediniz. Bırakıp kalkmak olmaz. Kalan kısmını paket yaptırıp,eve götürüyorsunuz. Bunun için evde köpek var da falan demenize gerek yok. Çok normal bir şey ve zaten herkes öyle yapıyor.Eşim Havva'da kızımızın zoru ile,eve paket-yemek taşırken. Bu Amerika'lılar böyle mi zengin oluyorlar acaba ?

Yemek yediniz,hesap için kredi kartını verdiniz. Hesabı çekip, başka bir not ile kartı geri getiriyorlar. Getirdikleri nota ne kadar bahşiş vereceğinizi yazıyorsunuz. Sonra onu da kartınızdan çektikleri hesaba ekliyorlar. Şifresiz nasıl çekebiliyorlar anlamış değilim. Bahşiş vermek zorunlu ve %10 ile 20 arası imiş. Eda ile en büyük tartışma konularımızdan birisi bu konu da oldu, tahmin edin :)

Yolda göz göze geldiğinle genellikle selamlaşıyorsun. En kısa sözcük “hı” yani selam diyerek.. “ Hei “ gibi söyleniyor. O kadar, gerisi hiç yok. Sokakta en çok duyduğunuz sözcük “I m sorry”,yani ”özür dilerim”..İnsan her şey için özür diler mi arkadaş, burada dileniyor işte. Bir şey sormak için bile özür dileyerek başlanıyor,  o kadar.
 





Tipik Amerikan evleri..Evlerin hemen hiç birisinde bahçe duvarı, çit gibi şeyler yok. Sanırım güvenlik sorunu yok. Bütün evler direkt böyle yola bakıyor. Arada  başka bir şey yok.Evlerin hepsi çok güzel bahçeli ve havalar da çok güzel. Ancak nedense hiç bahçede oturan kimse görünmüyor.Evlerde çoğunlukla giriş kapısı etrafında süslemeler var. Yukarıda ki ev sahipleri biraz abartmış ama..
Sitelerde ki evlerde çamaşır makinası yok. Ortak bir alanda, 3-5 tane çamaşır ve kurutma makinası var. 1.5 dolar gibi,bozuk para koyup,çalıştırıyorsunuz. Böylece genellikle haftada bir kullanacağınız çamaşır ve kurutma makinasına  para vermiyorsunuz. Komunist mi ne bunlar ne böyle :)..

Bütün kapılar dışarı doğru açılıyor. Alışmak zaman alıyor. Önünüzde birisi kapıyı açmışsa mutlaka sizinde gelmenizi bekliyor.




Her tarafta o kadar çok ve bir o kadar da güzel park var ki. Bütün parklar insanların konforu için güzelleştirilmiş.Aralarda bilgilendirici panolar, rota yolları mevcut.Daha anaokulu çocukları öğretmenleri eşliğinde doğayı tanıma gezilerine çıkmışlar. O kadar çok köpek var  ama 1 tane bile sahipsiz ya da sokak köpeği yok. Köpek sahipleri insanlar yaklaşınca köpeğin tasmasına takılı ipi,1 metreden kısa olarak tutmak zorunda. Öyle korkma,bir şey yapmaz demelerine gerek yok. Ormanda bile köpek sahipleri,köpeklerinin dışkısını torbaya alıp, çöpe atmak zorunda.. Bize ne kadar benziyor,değil mi :)..

Buralardaki bütün bu  ulusal parklara giriş veye orada araba park etmek ücretsiz. Bizde ki gibi hemen bir değnekçi başınızda bitmiyor.
Sol tarafta banka Atm si ve işlem yapanlar ve kaldırımın kenarında bekleyenler de, Atm için bekleyenler. Burada Atm de işlem yaparken arkadaki bekleyenin nefesini ensenizde hissetmiyorsunuz. Çok güzel bir alışkanlık. Aynı şey mağaza kasalarında da geçerli. Siz kasada işinizi hallederken,arkadakiler epey uzak bir mesafede sıra bekliyorlar..

İnsanların kalabalık olduğu her yerde böyle su içme yerleri var. İsterseniz yanınızda ki  su taşıma kabınıza da su dondurabiliyorsunuz. Benzin sudan ucuz dedik ama suya da aslında pek para verilmiyor.
Yakınlarda seçimler var. Ortalıkta seçimlere dair tek belirti,çok nadiren yol kenarlarına,yere çakılmış küçük aday isimleri. Öyle bez afiş,flama,aday fotoğrafları gibi şeyler yok. Siyasetle ilgilenmeyenler seçim olduğunu bile bilmeyebilirler.
Marketlerde Türk ürünleri bulmak pek mümkün değil. Ama Bura'da buraya su gelmiş olabileceğini de hiç tahmin edemezdim.

Son olarak burada ölçü birimleri de farklı kullanılıyor. Bizde ki kilometre yerine mil, litre yerine galon , derece olarak Fahrenhayt  kullanılıyor. 24 saatlik saat birimi kullanılmıyor.Örneğin saat 17 yerine 5 pm, yani öğleden sonra 5 kullanılıyor.

Ve gittiğimiz bir lunaparkta çektiklerimden..